6 Haziran 2008 Cuma

Yaşamaktayım İnatla...


Nasıl geçtiğini anlayamadığım o üç yıl bitti işte… Eteklerimizi topladık bir dönemden daha ve döndük evlerimize… Boşluk tuhaf oluyor onca yoğunluğun üstüne, özellikle de o yoğunluğa âşıksanız… “Aşk” sözcüğünü bilinçli olarak kullanıyorum, çünkü sıradan bir sevgiden öte, acısı bile zevk veren bir şey bu yoğunluk…

Tatil; sihirli bir kelime, herkesin özlemle beklediği, istediği ama sahip olduğunda tümüyle mutlu olamadığı tuhaf durum… Boşluktan mıdır, beynin ve bedenin gerçekten yorulmuş olmasından mıdır, tembelleşiyor bünyeler; yatay konumdan alıkoyamıyoruz vücutlarımızı…

Gözlerimi her kapadığımda İzmir’de bulmasam kendimi, özlemeye başlardım çoktan… Ama şimdilik bu aile saadeti yetiyor bu şımartılmış kızı tatmin etmeye… Kaprislerime katlanan, her istediğimi “olduran” birilerinin olması etrafta, gerçekten şu dünyada bulunmaz nimet…

Yepyeni şarkılara gömmek gözyaşlarını, yazmak sonsuzluklara dair cümleler, şimdi belki daha kolay, belki daha çok vakit var ama eskisi gibi yoğun yaşamıyorken yeni cümleler kurmak, yeni hikayelere ağlamak bir o kadar da zor…

Evimdeyim, yeni insanlar, yeni hikayeler tanımakta, yeni başlayan yaşamlara, hikayelere bizzat tanık olmaktayım… Televizyonumun karşısında saatlerce oturup eski günleri anımsamaktayım… Sınırsız internetimin kollarında kendimi başka diyarlara bağlamaktayım… Sözcüklerimi sansürsüz sıralayıp “sıkıcı akademisyen cümleleri” kurmaktayım… Şarkılarımı odamın penceresinden ya da balkondan, büyüdüğümü gün be gün izleyen yıldızlara ve mehtabın odama bakan yüzüne söylemekteyim… 33 yaşın özleminde, gençliğimden yakınmaktayım… Devlet bürokrasisinin her bir adımında ritüellerden daha fazla sıkılmaktayım… Kahveye düşman, kırmızı şaraba dost gecelerde yeni cümleler kurmaktayım ilgisizliklere, hayal kırıklıklarını kurulmayacak hayallere hapsetmekteyim…

Bütün bunların bir özeti yok, yaşamaktayım inatla; inanılmaz bir arzuyla…