14 Şubat 2012 Salı

Anlatmalı mı?


Söyleyemediklerin var, dün de vardı, bugün de var...
Ne zaman içinde kalsa cümleler, bu şarkı çalıyor kafanın içinde; hep bu şarkı dilinin ucunda; hep bir biriktirme hali sende... “Sana birikiyorum” diyemesen de birilerine, birikebiliyorsun yine de...
“Bir rüya değil sanki, gülüyordun gözlerime...”
Birkaç sözcükle binlerce düş kırıklığını anlatabilmenin en naif yollarından biri bu -belki de o kadar çok dokunuyor ki, kusursuzmuş gibi geliyor... Zaten insana dokunmayacaksa neden yazılıyor şiirler, dokunan bir şey yoksa neden yazsın şairler, neden haykırsın şarkılar?
“O günlerden bir rüzgar eser, ümitlerin seni terk eder,
senden o bakışları gizler kapkaranlık bir keder...”
Şifa veren bir rüzgar olur hatıralar kimi zaman, umutlara sarılma zamanı gelir. Oysa karanlık tek gerçeğidir yaşamın bazen, gizler tüm umutları, yalnız acılar belirir karanlığın içinden.
"Hayatta paylaşmaya değer bildiğin bir sır varsa eğer,
haykırıp dağlara taşlara anlatmalıymış meğer..."
Neler hissettiğini anlatabilmenin tek yolu bu notalar, bu şarkı... Ruhunun en ücra köşelerini resmeden bir sözler yumağı bu dizeler, o yüzden bu kadar çekinikler. Çığlık çığlığa bir aleniyetin kenar boşluklarında duruyor söylemek istediklerin. Yalnızca boşlukları hissedebilenler çözebiliyor “meğer” neler gizlediğini... “Anlatmalıymış” rüzgar hikayeni, oysa anlatılamadığı için bir hikaye olabiliyor eksik kalanlar...
“Anlatmalıymış meğer”in üzerini örttüğü o zamansızlık, uzun zamanlar içinde dokunulmaz kalan o sınırsız sınırlanmışlık hali -zamanın asla yetmeyeceği düşünüldüğü için asla başlanamayan, bu nedenle zamanın aslında yeterli olduğunun asla anlaşılamaması hali- bütün bu trajedinin sebebi. Her zaman uygundur karar verildiyse, oysa karar vermek için uygun zamanı beklemektir düşleri çürüten...
En sonunda yalnızca bir birikme hali kalır geriye... İstiklâl sokakları ya da ince belli bardakta bir demli çay çare olamaz tabii. “Gelme artık gecelerime” demişsin bir kere, söylemek istediğin tam aksiyken hem de. Şimdi anlatacaksın da ne olacak kalbini? O kırmış seni ya da sen kırmışsın kendini. Sonuç kırılmak oldukça suçlu hep sensin zaten, hep sensin yenilen, hep sensin kendi kalesine hücum eden...
Şimdi döne döne düşün bakalım, anlatmalı mıydın bildiğin sırrı? Yoksa herkes bu sırrı kendisi mi bulmalı?

4 Şubat 2012 Cumartesi

Depresif Serpinti

Bu aralar pek agresifim.
Sanki her gün başka bir yönden kalkıyorum.
Kimseyi kırmayayım diye de içime atıyorum hep.
Daralıyorum sonra.
Sonra yine sinir.
Saçmasapan bir kısır döngü...

İzmir'e kar yağması iyi gelmişti, ferahlamıştım biraz.
Ama kar gitti, geri geldi gerginlik.

Geceleyin çığlıklar atmak, gündüz ofiste avaz avaz şarkı söylemek istiyorum.
Ama fazla güçlü bir süperegoya sahibim.
Susuyorum.
Kendimin bile alışık olmadığı bir suskunluk hali.
Memnun olmuyorum hiçbir şeyden, her şey batıyor.

Depresyon değil tam olarak ama depresif bir "serpinti" var sanki üzerimde.
Hoş değil...

1 Şubat 2012 Çarşamba

Sevda can yakmaz olunca...

Çok konuşulmaz sonlarda, sözler de tükenir bitişlerde. Eskiden kalma bir sessizliği bulup giyinirim üzerime, en çok o yakışır kimsesizliğime.

Bitişler eskiyip yalnızca yalnızlık kalınca geriye, susmanın anlamı boşalınca sessizliklere, neye kurulmalı saatler? Kime uyanmalı?

Sevdanın anısı can yakmaz olunca gözyaşlarına nasıl sebep bulmalı?