10 Mayıs 2019 Cuma

Thoreau'ya Mektuplar 7: "Bir başka yolculuk dalından düşmek yere"


Sevgili Henry,

Birkaç saat sonra bugüne dek hiç yapmadığım bir şeyi yapacağım ve seni anlatacağım kamusal alanda. Daha önce senden hiç kimseye bahsetmediğimi söylemiyorum elbette, hiç olur mu öyle şey? Dost sohbetlerinde, danışman görüşmelerinde ve bazı gayrı resmi akademik görüşmelerde adın sıkça geçti, geçmeye de devam edecek. Ama ben seninle ilgili bir konuyu akademik bir toplantıda masaya getirmeye cüret edememiştim hiç. Bu kez nasıl cesaret ettim, inan ben de bilmiyorum. Başvuruyu yaparken aklımda sadece yeni hikâyeler vardı, sunma anını, sahnede olmayı düşünmemiştim hiç.

Elbette, yalnızca seni konuşacak olmak değil mesele. Konu sen olunca hem sabahlara, sonra akşamlara kadar konuşasım oluyor, hem de birçok şeyi kendime saklamak yönünde tuhaf bir gayretim. Sanki özel bir ilişkiyi kamuya açıyormuşum gibi; oysa sen benim rüyalarıma bile gelmiyorsun, nasıl olabilir ki özelimiz?

(Sen gelmedin ama, birilerine senden bahsettiğim rüyalarım oldu sana yazmadığım zamanlarda. Hatta rüyamda aklıma gelen parlak fikirler, uyandığımda bazı işleri kolaylaştırmaya da yaradı. Bunun faydasını bugünkü sunumda da göreceğimi sanıyorum. Düşünsene, bir de sen gelsen rüyama, kim bilir neler neler olacak?!)

Senden bahsetmek bir yana, sahnede olmak ürkütüyor beni. Ders vermek gibi, derste sunum yapmak gibi bir şey değil bu, bambaşka. Ben sahneyi seyirci olarak seviyorum, dışarıdaki göz olarak, yani bir anlamda, görünmez olarak. Şimdi bütün gözlerin bana bakacak olması alışık olduğum bir şey değil, nasıl hareket edeceğimi, o gözleri zihnimden nasıl sileceğimi hiç bilmiyorum.

Bu halim yeni değil, bu tür toplantılardan uzak durmamın bir sebebi de buydu yıllar boyu. Bir yandan, oraya çıktığımda kendimle ilgili yeni yeni şeyler keşfedecekmişim gibi bir his var, bir yandan da, hep olduğu gibi, heyecanım her şeyin üzerine çıkıp beni hissizleştireceğini için için biliyorum.

İfade etmekte zorlandığım, ama başka türlü olmasını istediğim çok şey var; hem seninle, hem kendimle, hem de akademiyle ilgili. Ama zamanla anladığım şey, düşmekten sakındıkça ağacın, dalın yüksekliğini anlamamın, düşersem kalkıp kalkamayacağımı, yanımda kimlerin olacağını ve hatta düşmekten keyif alıp almayacağımı görmenin de bir yolunun olmadığı.

Bir şeylerin "başka türlü" olabilmesi için kaçmamak gerekiyor. Çimen yeşilliğince yeni bir ömür için koşmak ve hatta düşmek gerekiyor.

Düşmeye gidiyorum, umarım düştüğüm yerden de yazabilirim sana.

Sevgimle…

10 Şubat 2019 Pazar

Thoreau'ya Mektuplar 6: "Söylese o, ben söyleyemem"


Sevgili Henry,

Sana yazmaya uzun bir ara verdim ama bu konuyu gündeme getirecek halin yok senin de, zira hâlâ gelmiyorsun rüyalarıma. Ben bu konuyu ilk kez sözcüklere dökeli beş yıldan çok olmuş, el insaf!

Oysa yalnız tezimde değil, başka amaçla okuduğum kitaplarda, dost sohbetlerinde, izlediğim filmin bir sahnesinde, bir oyunun en sevdiğim yönünü anlatırken, hatta bazen amaçsızca gezinirken internet sitelerinde, sen çıkıveriyorsun karşıma ansızın. Rüyalarım hariç.

Geçenlerde, Arşimet gibi banyodayken ben de, ansızın zihnimdeki tüm taşlar oturdu yerine, "Evreka!" diye bağırdım sessizce. Malum ya evde yalnızım ve mevsim kış. Bağırarak banyodan fırlamamın bir anlamı yoktu yani. Fakat yıllardır ilk kez, yıllardır hep söylediğim, yazmaya çabaladığım şeyler bir bütün halinde aktı zihnimde, tüm parçalar birleşti ve ben olanca berraklığıyla gördüm anlatmak istediğim hikâyeyi, anlatmak istediğim seni.

Ve tabii yine günlerdir başındayım klavyenin -ya da defterimin- ve yine cümleler, zihnimde aktığı gibi gürül gürül akmıyor, içimdeki coşku ekrana -ya da kağıda- dökülemiyor. Tam da şarkının, "Dilde mühür," dediği, "yollara sürülür ah içimdeki söz, söylese o, ben söyleyemem… sevdiğimi…"

Çünkü, ne yazık ki bu, bir dostumu karşıma alıp susmamacasına konuşmalarıma, oradan buradan anekdotlar getirip derdimi anlatmalarıma, hikâyenin bir başından bir sonundan girip heyecanımı sözlere karmalarıma hiç benzemiyor. Seni bu coşkuyla değil, soğuk, mesafeli bir dille, sevgimi, tutkumu, hayranlığımı bir kenara bırakıp yazdıklarına ve satır aralarına odaklanarak sunmam, senden romantik değil katı ve rasyonel bir bilge çıkarmam, yani senin içindeki cıvıltıyı susturmam, renklerini kısmam, neşeni söndürüp ciddiyetini öne çıkarmam bekleniyor. Eh, böylesi ikimize de yakışmıyor.

Ne yapmam gerektiğini bilsem de onu nasıl yapmam gerektiğine dair sorularımın tükenmeyişi hep bundan: "Ben yanarım, küllerini savurur içimdeki köz; sönse de gün, ay, ben sönemem."

Sevgimle…