20 Temmuz 2015 Pazartesi

Dizi Yazın İzlenir



Yaz dizisi kavramını bir ayrı seviyorum ben. Düşünmek bile iyi geliyor. Kış döneminin hantallığı, baharın baş döndürücü hızı yok; yazın mahmurluğu ve enerjisi var. İşler azalmış, bir nevi rölantide giderken hayat, daha narin daha neşeli hikâyeler eşlik ediyor günüme geceme. Amerika’yı yeniden keşfetmeye çalışmadan, her anımızı çirkin entrikalara bulamadan da anlatılabilen hikâyeler sunuluyor genellikle. Zaten hayatın anlamını ya da evrenin gizemini diziler yoluyla bulmaya da çalışmıyorum zaten – ezkaza bulursam ne âlâ, ama aramıyorum! 

Bu şekilde yaklaşınca, yazın başlayan bütün dizilere kışa nispeten daha olumlu bakıyorum, hepsini takip etmeye hazır halde giriyorum sezona. Bu sezon bu arzumu büyük ölçüde tatmin ediyor diyebilirim. Tüm diziler hakkında kısa kısa bir şeyler söylemek istiyorum.

Kanımca 2015 yaz sezonun en büyük eksikliği, 16-18 yaşlarındaki karakterleri 25-30 yaşlarındaki oyuncuların canlandırmasıdır. Bu eksikliği dikkat çekici biçimde barındıran diziler: Adı Mutluluk, Kırgın Çiçekler, Yazın Öyküsü, Güneşin Kızları. Bu sebeple, orijinalinde liseli olan karakterleri uyarlamada üniversiteli yaparak hem bu handikapı aşan hem de hikâyenin inandırıcılığına katkıda bulunan Tatlı Küçük Yalancılar’ı tebrik etmeli… Sezonun en büyük artısı ise hemen hemen bütün dizilerin müziklerinin çok çok başarılı olması. Benim dikkatimi en çok çekenler: Kiralık Aşk, İnadına Aşk, İlişki Durumu: Karışık, Fabrika Kızı, Tatlı Küçük Yalancılar, Kalbim Ege’de Kaldı…

Bu yıl ilk bölümünü sonuna kadar izlemeyi başaramadığım dört dizi oldu: Adı Mutluluk, Çilek Kokusu, Sen Benimsin ve Günebakan.

Adı Mutluluk ve Çilek Kokusu’nda gençlerin tanışma biçimi, erkeklerin o hep üstten bakan maço tavırları irrite ediciydi, ısınamadım, anlatılan hikâyeye de inanmadım. Tam olarak Kiraz Mevsimi’nin ilk bölümünü izlerken hissettiklerimi hatırlattı bana: “Ben bunu izleyemem ama eminim çok sevilecek gençler tarafından.” (İçimde 45 yaş üstü bir kadının yaşadığını söylemiş miydim daha önce? İşte böyle durumlarda yaş 60’ı geçiyor ekran karşısında.) 

Sen Benimsin’in tanıtımlarını bile görmemiştim, küt diye ilk bölümüyle karşılaştım ve üst üste şaşkınlıklar yaşadım. Kliplerinde bile oyunculuğu (hatta bence duyguyu vererek bakmayı bile) beceremeyen Gökhan Keser başrolde, ama dublajlı. Yetmezmiş gibi esas kadın da dublajlı; yani inandırıcılık sıfırın altında. Düşünün şimdi, dizide Burak Sergen, Güven Hokna ve Ruhi Sarı var; hepsini bin çeşit rolde izleyip her birine ayrı ayrı inanmışızdır. Hepsini Gökhan Keser’le aynı sahnede düşünün şimdi. Oyunculuğun en üst ve alt seviyeleri karşı karşıya desem yeridir. İzleyemedim tabii. Hikâye zaten klişe, dolayısıyla başka bir numara yapmaları gerek izleyiciyi ikna etmek için, beni edemediler…

Günebakan bir şive komedisi. Trakya şivesine pek hâkim olmadığımdan o konuda yorum yapamayacağım, ama duyduğum kadarı kulağımı rahatsız etmedi diyeyim. İlk bölümde olay akışını falan takip edemedim ben, alternatif yokluğunda bakarım diye düşünüp çekildim kenara.

Tatlı Küçük Yalancılar’ı da ilk bölümün sonunda bıraktım, öyle gerilimli işlere gelemem ben, orijinalini de ikinci bölümde bırakmıştım zaten, uzaktan bir bakarım arada… Fakat jenerik müziği şahane! Hem orijinalinin şahane bir uyarlaması olmuş hem de Sertab Erener’in sesine çok uygun bir şarkı çıkmış ortaya. Hatta Pretty Little Liars’ın şarkısını da Sertab söylemiş deseler inanırım, öyle bir benzerlik!

Yaz’ın Öyküsü’nün tanıtımlarını pek sevmemiştim, Vildan Atasever’i izleme meraklısı da değilim hiç. İlk bölüm beklediğimden iyiydi, alternatif yokluğunda bakılacaklar listesine girdi dizi benim için. Uzaktan bakıyorum öyle.

Kalbim Ege’de Kaldı tanıtımlarıyla çekmişti dikkatimi, ama takip edip etmeme kararımı ilk bölüm sonunda veremedim yine de, kendi hikâyesini birkaç bölümde tüketir gibi gelmişti. 4. Bölüm yayınlandı ve ben hâlâ aynı fikirdeyim; hikaye her an tükenebilir. Alper Saldıran’ın birkaç bölümlük kredisi vardı, oradan devam ettikçe kapıldım hikâyeye de. Her zaman çok sahici gelmese de Ege şivesi duymak bile güzel oluyor. Özellikle de Güzel Köylü bitmiş ve Yeşil Deniz tatildeyken teselli oluyor…

Yine Ege’de çekilen ve her nasılsa bir anda herkesin birbirine âşık olabildiği Aşk Zamanı bu boşluğu doldurabilecek gibi değil hiç. Her yerde çok beğendiğim Bekir Aksoy faktörüne rağmen takip etme isteği oluşturamadı bende. Denk geldikçe bakıyorum ona da.

Fabrika Kızı da temkinli yaklaştığım dizilerdendi. Fulya Zenginer’i de İsmail Demirci’yi de başrol olarak düşünememiştim. Önceki dizilerindeki rolleri de hiç çekici değildi, oyuncuların kendilerine değil ama rol seçimlerine mesafeliydim yani. Fakat Fabrika Kızı’nın işçi sınıfı-küçük burjuva çekişmesini ve tüm karakterlerini sevdim. Dizinin, 4. Bölümün ardından devam etmeyeceği konuşuluyor, umarım doğru değildir.

Benim kafamdaki yaz dizisi kavramına aykırı duran işlerden biri Kırgın Çiçekler. Tanıtımları bana hiçbir şey vaat etmiyordu fakat içinde Özgür Çevik’in olduğu bir diziye direnemezdim. Hikâye fazla acıklı ve klişelerle dolu, genç oyuncular da –Gökçe Akyıldız hariç- inandırıcılıktan uzak ama dizi bir şekilde aldı beni içine. Ekranda olduğu sürece izlemeyi sürdürebilirim, tek gözümle bile olsa.

Her dizinin en azından ilk bölümünü izlemek takıntısının yanında, Ne Münasebet’i izlemek için tek motivasyonum İnan Ulaş Torun’du, zira Sarp Levendoğlu ile Pelin Akil aynı derecede sevmediğim ve mümkün oldukça izlemek istemediğim oyuncular. Fakat Ulaş Torun’un hatırına izliyorum diziyi. Hakkını yemeyeyim, dizinin akışını, her bölüm başka bir olayın peşinden gidişini sevdim. Seyirciyi yormadan ilerliyor. Vaat ettiği kadar eğlendirdiğini ise söyleyemeyeceğim. Bir de, Mert Yavuzcan’ın artık farklı türden bir karaktere girdiğini görmek istiyorum artık. Lütfen. 

İnadına Aşk ve İlişki Durumu: Karışık, tekrarlarını bile izlediğim, komedi ve romantizm damarımı şimdilik doğru yerden yakalayan işler oldular. Onlarca bölüm devam ederlerse ben belki bir yerde bırakırım izlemeyi ama şu an keyfim yerinde. İnadına Aşk’ta Cem Belevi ‘popçu pozu’ kesmekten vazgeçse, Can Yaman da biraz daha derli toplu giyinse sevinirim. Şu mini etek ve dekolte muhabbetini de uzatmasalar tadından yenmez. İlişki Durumu: Karışık’ta da Seren Şirince’yi değil de Duygu Yetiş’i izliyor gibi hissediyorum çoğu zaman, tam onun kalemi bir rolmüş. Şirince’yi beğenmedim değil de gözüm alışamadı diyeyim bu yüzden. Ayrıca Berk Oktay’ın oynayabildiğini de gördüm ya sonunda, artık daha iyimser bir gözle bakabilirim dünyaya.

Güneşin Kızları, tanıtımlarını en çok beğendiğim diziydi. Güneşi Beklerken ve Güllerin Savaşı’nda olduğu gibi yaz için değil, sezona da sarkması için planlandığı belliydi daha tanıtımlardan. Emre Kınay zaten artılar hanesinin en başında, Evrim Alasya ve Teoman Kumbaracıbaşı da ona keza. Ben bunu izlerim diye atmıştım hafızaya, beyin bedava! Hikâyesiyle de yazın en farklı işlerinden biri Güneşin Kızları. Herkesin hikâyesinin bir şekilde ona bağlanacağını düşündüğümüz Haluk kişisinin altından nasıl bir manyak çıkacak diye düşünüp teori kurmaktan bir hal olduk bile. Fakat ben, çoğunluğun aksine, şaşkınlıkla izlemiyorum olan biteni. Emre Kınay’ı tiyatro sahnesinde izlemiş, Sondan Sonra’da tokat üstüne tokat yemiş bir seyirci, Haluk kişisinin gülen yüzünün ardındaki gerçekten ürkmez, dişlerini gıcırdatıp tırnaklarını bileyerek bekler sadece! Teoman Kumbaracıbaşı’nın 5. Bölüme kadar görünmeyişi de affedilir gibi değil bu arada. Allah vermeye dizi tutmayıp da 5. Bölümü göremese adamın yüzünü bile göremeyecektik. Gerçi toplam 1,5 dakika kadar göründüğü kısımda da yüzünü görebildik diyemem, o ne saç, sakal öyle?!!

Yalnızca 2015 yazının değil, Türkiye dizi tarihinin en orijinal işlerinden biri Tutar mı Tutar. Karakterlerin bir sabah hiç tanımadıkları bir yerde uyanmaları ve kendilerini bir dizinin içinde bulduklarını keşfetmeleri ve bu dizinin içinden çıkma çabaları neresinden bakarsanız bakın çok iyi fikir ve bir dizi içinde işlenmesi ve böylece dizi klişeleriyle de dalga geçilmesini çekçek de izlemek kadar keyifli olmalı. Orijinallik sadece hikâyede de değil. Başrol olarak seçilen dört kişiden üçünün (Paşhan Yılmazel, Halil Gök ve Su Kutlu) daha çok yan karakterlerde gördüğümüz oyunculardan seçilmesi de şahane fikir. Başrollerin isimlerini Ayhan Işık ve Cemal Süreya’dan almaları da şahane fikir. Aynı zamanda bir mahalle dizisi de sayılabilecek bu işte mahallenin her bir köşesinden enteresan karakterleri canlandıran tecrübeli oyuncuların çıkması da ayrıca güzel. Yaz dizilerinin, “3-4 tane iyi ve ünlü oyuncu bulayım, gerisini yenilerden ve az bilinenlerden seçeyim” ekolüne bir direniş adeta! Ve yazmadan geçemeyeceğim, ilk bölümün sonundaki o yağmur sahnesi, yani Cemal’in (Paşhan Yılmazel) okuduğu Sunay Akın şiiri, Süreyya’nın (Ceyda Ateş) onu duymayışı ve Cemal’in çamura düşüşü… İzlediğim en güzel dizi sahnelerinden biriydi desem yeridir, defalarca daha da izleyeceğim… Ayrıca şu Cemal’in ikinci bölümde kurduğu şu cümle de unutulmayacaklardandır benim için: “Bir insanın ruhu, nasıl olur da bir çift göz baktı diye bütün dünyanın mutluluğuyla dolar? Bu nasıl bir yolculuktur?” Fevkalade bir güzelliğe sahip olmadığını, abartıldığını düşündüğüm Ceyda Ateş benim gözümde dünya güzeli oldu; Cemal, Süreyya’yı böyle sevince…

En sona kişisel favorim olan Kiralık Aşk’ı bıraktım. Yeni bir hikâye değil, onlarca başka örnek sayılabilir bu dizideki aşk oyununun benzeri. Ama klişelerden öyle güzel kaçınmış, öyle güzel detaylarla bezenmiş ki gözümü alamıyorum… Barış Arduç’a Bugünün Saraylısı’nda göz koymuştum zaten, nerede olsa izlerim demiyordum ama tek başına 4-5 bölümlük kredisi vardı gözümde. Salih Bademci de öyle. Bir 4-5 bölüm kredi de yapımcı Müge Turalı Pak ve eşi Haktan Pak’ın vardı. Hepsini toplasam zaten en azından bir sezon ederdi. Neyse ki hiç gerek kalmadı, dünyayı unutup diziye kilitlenmiştim daha ilk bölümün ortasında… Neredeyse tekrarlarını bile kaçırmadan, hatta ve hatta işyerinde angarya işlerle uğraşırken arka planda internetten açtığım bölümün sesini dinleyerek, şimdiye kadar yayınlanan 5 bölümü toplamda 25 kereden fazla izledim. Yetmedi, indirip arşivime de ekledim. Fragmanları bile heyecanla bekliyorum şimdi. Neriman’ın (Nergis Kumbasar) “sıkıldım ben, bir kötülük mötülük mü düşünsek” dobralığına, Defne’nin (Elçin Sangu) şapşallık derecesindeki saflığına, Ömer’in (Barış Arduç) kaba ama karakterli duruşuna, ne istediğini bilişine, Sinan’ın (Salih Bademci) dostluğuna, nezaketine, Yasemin’in (Sinem Öztürk) bilinçli kötülüğüne ayrı ayrı bayılıyorum.  (Bazı dizilerde yaşım 60’ı geçiyor demiştim ya, burada 18’e düşüyor, ama kendi 18’ime değil, keşke yaşamış olsaydım dediğim türden bir 18’e…) Dizinin başından beri İsmail karakterini canlandıran Kerem Fırtına’ya şaşırıyorum; ne güzel âşık oluyor, ne kadar iyi oynuyormuş meğer nasıl da saklamış kendini… 

Özetle, benim açımdan oldukça keyifli ve dolu dolu bir yaz sezonu geçiriyoruz. Dizilerimin yayından kaldırılması olasılığını düşünmek bile istemiyorum, en azından yaz sonuna kadar böyle devam ederiz umarım…