15 Ağustos 2013 Perşembe

Biri...

Biri yanındadır, sarmaz seni, yaralar;
biri kilometrelerce uzaktadır, sözleriyle sarmalar seni, sağaltır.

FS/ 14.08.2013

9 Ağustos 2013 Cuma

Bayramları Hiç Sevmem

Bayramları hiç sevmem ben... Hatta daha doğrusu, bayramlardan nefret ederim, dayatmalardan ibaret bütün özel günlerden nefret ettiğim gibi. Bir de dini bir angajmanı olmayınca insanın, bayramlar iyice anlamsızlaşıyor. (Bazılarının "sana her gün bayram zaten" dediğini duyar gibiyim ama o bambaşka bir mevzu galiba.)

Herkesin kalabalıklara karıştığı bir günde, evde yalnız olmak çok tuhaf, yıllardır yalnızım, hâlâ tuhaf. Yine de evde olmak, akrabaları görmek falan istemezdim tabii, yalnızlık sultanlık be!

(Bunların ardından bir ama gelmeli tabii, geliyor da...)

Bayramları sevmem ama... Bir bayram sabahına, normalde -işi düşmedikçe- telefonu eline alıp da beni aramayan, dolayısıyla ben aramadıkça sesini duymanın mümkün olmadığı kardeşimin telefonuyla açmak gözümü, şahane bir şey!

Sonuçta bayram bahane, sevmek sevilmek şahane tabii! (Bu da bir bayram klasiği ve yine bir başka konu, evet.)Yine de bayram bahanesi olmadan sevdiğini sevdikleriyle paylaşmalı insan, malum, dar vakitlerde yaşıyoruz, yarına bırakmamalı sevdaları...

FS/ 09.08.2013



6 Ağustos 2013 Salı

Seni Söylüyorum Sana Söylemeden



Bazen derin derin soluyorum senin yanındayken. Nefes alamadığımı, nefes almayı unuttuğumu fark etme diye gizlice çekiyorum içime o derin nefesi. Bazen birkaç öksürük oluyor o nefesin sonu, “gıcık” deyip geçiyoruz.  

Dinlediğimiz o ucuz şarkıda ağladığımı fark etme diye rüzgâra veriyorum yüzümü. Farkında bile olmadan kalbime dokunan bir şey söylüyorsun, gülüp geçiyorum kalbimin acısını anlama diye; kalbime düşen o sözcüklerin orada bir ömür kalacağını bilmeden kurduğun cümleleri başka yüzlere saklıyorum sana göstere göstere. Gözlerim başkasındayken kalbimden adının geçtiğini bilmeyeceksin tabii. 

Durduk yere, bir dilek tutmak geliyor aklıma; şarabın ilk yudumunda, yeni aldığım kalemin ilk sözcüğünde, boş bir kağıda yazdığım ilk harfte, yeni çıkmış bir albümün ilk şarkısında mesela... Dilek deyince de ilk sen oluyorsun aklıma gelen, öylesine sıradan, olağan kelimelermiş gibi geçiyor içimden adının eklendiği bir cümle…

İçimdeki derinliğini fark ettikçe hırçınlaşıyorum sana karşı, sense hiç anlamıyorsun sebebini, yine de kazanmaya çalışıyorsun kalbimi. Ben telefonu yüzüne kapatıp ağlıyorum aptallığıma, susamayışıma; sen tekrar arıyorsun haklı olan benmişim gibi, bir “hak” bile yokken ortada…

Senin yakandaki çiçeğin aynısından bir tane de ben edindim, saklıyorum yastığımın altında, gözyaşlarımla hemhal olmaları seni daha çok içime çekmeme yarıyor, her nedense. Benim yanımda telefonun çalıyor, selamımı söylüyorsun karşıdakine, gülümsüyorum. Oysa içimden, neler neler söylüyorum seninle zamanımı çalan o münasebetsize…

Ben bir şarkı söylüyorum eskilerden, çocukluğumuza gidiyoruz ayrı ayrı… Ben sana ilk sevdamı anlatıyorum, sen bana oyunlarınızı… O ilk sevdayı nasıl tanıdıysam, nasıl büyüttüysem içimde, seni de öyle büyüttüğümü fark ediyorum. Bir gölge gibiyim, hep yanındayım, şüpheye yer bırakmayacak kadar varım, ama sessiz, derinliksiz ekleniyorum hayatına. Bazen kolaylaştırıyorum işleri senin için, bazen ayağının önünden alıveriyorum bir taşı, bazen bir basamak ben ekliyorum yoluna…

Beni senden kurtaran, ilk sevdadan aldığım ders oluyor, hatırlayınca. İnsan birini, ondan habersiz büyüttükçe içinde, gerçekle kalptekini ayıramaz oluyor. Oysa kalpteki ne kadar kusursuzsa o kadar kusurlu oluyor gerçeği… Kötü olduğu için, çirkin olduğu için, asla değmeyeceği, asla kıymet bilmeyeceği için değil. Tam tersine, tüm bunlara değer olduğu için, en iyisi olduğu için…

Sen de eski bir şarkı oluyorsun dilimde böylece, hiç susmadan seni söylüyorum, sana hiçbir şey söylemeden…

FS/06.08.2013