24 Ağustos 2016 Çarşamba

Veda Makamı*

N'olur Ayrılalım 5. Bölüm Yorumu - final-

Bana cıvıl cıvıl şarkılar söyleten bir hikâye(ydi) N'olur Ayrılalım. Sonları severim ben, vedaları, ayrılıkları… Zamansız olanını da severim, apansız olanını da. Vuslat beklerken hasrete düşürenini daha çok severim hatta. Ama söylenecek daha çok şey varken veda etmeyi ben bile sevmiyorum… Cıvıltılı şarkılar veda makamına döndü şimdi, ansızın.

Dizilerin kısa sürenlerini de severim aslında, bazı yollar, bazı hikâyeler kısadır, kısacık. Ve gücünü de o kısalıktan alır. Ama sözünü söyleyecek zaman ve yer bulamayınca bir hikâye, ardından bakakalmak düşüyor bize sadece. Oysa yanıtlanmamış tonla sorumuz vardı ve şimdi yenileri var. 'Neden en azından bir final şansı verilmedi?' diye soruyoruz mesela. Ve evet, biliyoruz bir yanıtının olmadığını. Daha İnadına Aşk'ın acısı geçmemişken aynı yerden yediğimiz ikinci gol bu.

Jenerik şarkısındaki gibi, "ezik büzük, ufacık, sığıntı [gibi]" kaldık buralarda şimdi… Ve "Şarkıların canı cennete gitti…"*


Cuma akşamları eve dönerken böyle umutlu ve neşeliydim ben de...

Oysa benim bile henüz söylemediğim cümlelerim vardı N'olur Ayrılalım için. Mesela kocaman bir alkış gönderecektim saçma sapan kıskançlık krizlerine girmeyip sevdiği kadını istemeye gelenlerle beraber oturan, "benim için değil, kendin için 'hayır' de abine; bir erkeğin seni kurtarmasını bekleme" diyen bir adam yazan senaristler Ayşe Ferda Eryılmaz ve Nehir Erdem'e… Öyleyse teşekkür seansına geçeyim buradan: henüz hikâyesine vakıf olamadığımız ama her sahnesinde güldürmeyi başaran 'Reji 1' Serdar Kötük'e, iticileşmeyen karakterler yarattıkları için Duygu Karaca, Meriç Başaran, Bahtiyar Engin ve Hilal Uysun'a, omuzundaki kocaman kameranın yükü yetmezmiş gibi Azize'nin vicdan yükünü de paylaşmaya çalışan Efe'ye kattığı ruh için Hüseyin Gülhuy'a, Yusuf gibi bir kütüğü ince ince oynayıp canımızı sıkmadığı için Osman Karakoç'a, dizinin en keyifli karakteri Temmuz'a belli ki keyfini çıkara çıkara can verip kankamız olan Nilperi Şahinkaya'ya, dünyanın en gıcık adamlarından biri olan Turgay Atalay'ı bile sevdirmeyi başaran Gürgen Öz'e, güzel sesi ve etkileyici bakışlarını esirgemeyerek bize uzun zaman hatırlayacağımız bir Ulaş Vardar bırakan Aras Aydın'a, hem "yazık star" hem de "yüzyılın zamparasını dize getiren kadın" olabilen Azize'yi falsosuz oynayan Nilay Duru'ya, beş haftadır zihnimde ara ara soru işaretleri oluşturan ama bu haftaki sahil sahnesinden sonra "acaba dram çekse nasıl olur" diye düşündüren yönetmen Yusuf Ömer Sınav'a ve içimdeki kıpırtıyı körükleyen müzikler için Yıldıray Gürgen ve ekibine… Ve ismini saymamın mümkün olmadığı bütün set ve post-prodüksiyon ekibine sonsuz teşekkürler…

Ranini.tv diliyle, hepinize ferah feza yeni işler dilerim, her birinizin takipçisiyim bundan sonra…

*Gökhan Tepe - Veda Makamı

(Bu yazı ilk olarak 13 Ağustos 2016 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

N'olur Ayrılmayalım

N'olur Ayrılalım 4. Bölüm Yorumu

Kafamız çok karışık bu hafta, adı "N'olur Ayrılalım" olan dizide 'ayrılmayalım' diye sosyal medya etiketi açışımızdan belli… Ulaş, Azize, Turgay, Temmuz, Yusuf, hatta Irmak, Saadet ve Çiğdem… Ve ekran karşısında bizler… Açıkçası ben, buralara bu kadar hızlı geleceğimizi düşünmüyordum, laylaylom ilerleriz biraz daha sanıyordum ama ilk duvara tosladık bile, hem de ne duvar!

Ulaş'ın kafası karışık; masum olduğunu düşündüğü Azize'nin de kısmet açma efsanesinin peşinde olduğunu anladı. Yine de Azize konuşmaya geldiğinde 'benim seninle konuşacak bir şeyim yok' diye kestirip atmamasını sevdim, karşısına alıp doğru düzgün konuştu Azize ile. Azize'nin açıklaması da bence mantıklıydı ama Azize o kadar kötü oynadı ki, kadınların her halini, tavrını çözmüş olan 'yüzyılın zamparası' Ulaş bunları yemedi. Fakat yine de kafası karışık, çünkü hem masumiyetine çok inanmıştı Azize'nin ve şimdi onun bu hallerinin gerçek olmadığını düşünmek canını acıtıyor, hem de hiç inanmadığı kısmet açma efsanesinden Azize'nin de faydalanmasından, gidip kısmetini bulmasından korkuyor. Ve vardığı nokta: "Bu kızı terk edeni var ya… eşşekler tepsin!" (Evet, bu eşek, en az iki tane ş ile yazılmalı burada.) Ulaş için ilişkiler hep bir oyun gibi gelmiş geçmiş zaten, gidip kısmetini bulmasını istemediği biriyle biraz daha oynarlar, ne var sanki? Mis gibi intikam!

Azize, Ulaş'ın ruhsuz bir zamparadan ibaret olmadığını iyi biliyor ve Turgay ne derse desin vicdan yapmaya da devam ediyor. Bu nedenle Ulaş'ın kendisine gerçekten gıcık olmasını ve terk ettikten sonra unutup gitmesini istiyor. Ya da 'istediğini zannediyor' diyelim, çünkü Ulaş ona yaklaştıkça ona kapılmamak için nasıl mücadele ettiğini görüyoruz. Ve Ulaş da bu mücadeleyi 'tılsımdan faydalanmak için benim yanımda duruyor' diye yorumluyor üstelik. Oysaki yıldırma taktikleri, kameraya kılıf örmesi, trip mesajı atmaya çalışması falan oyun ama, Azize'nin Gaye'ye verdiği tepkinin tamamının oyun olduğunu hiç sanmıyorum ben. Doğru kadını ararken yanlış yollara saptığını, ama artık doğru olanı yapmak istediğini söyleyen bir Ulaş'ın (bu arada bu beylik laflardan nefret ettiğimi söylemeden geçmeyeyim), Azize'nin gözü önünde bir kadınla bu şekilde flört etmesine tepki vermesi için Ulaş'tan hoşlanması bile gerekmez ama "ben yönetmenimi kimseye yalvartmam" derken oyun oynamadığını keşke Ulaş da anlayabilseydi ya da futbol oynarlarken Azize'nin kendisini nasıl bir tebessümle izlediğini görebilseydi… Güya Turgay'a âşık olan Azize'nin Çiğdem'e hiç gıcık olmadığını da buraya not ediyorum, ileride daha çok lazım olacak.

Öte yandan, Turgay Azize'nin Ulaş'a geri dönüş fikrini beğenip "ben bile sana evlenme teklif edebilirim" dediğinde de yine birkaç saniyeliğine aklını kaybetti Azize. Ama alışkanlıktan sanki bunlar, iki yıldır hep bunun hayalini kurduğundan. Bir gün Ulaş'tan ayrıldığında içinde büyük bir boşluk bulacak Azize. Turgay'a koşmayı umarken ve tılsımdan dolayı Turgay'ın da kendisine koşmasını beklerken -Turgay gerçekten ona koşacak olsa bile- içindeki boşluğun huzursuzluğunu yaşayacak Azize. Ama tabii daha oralara çok var, ondan önce çözmemiz gereken onlarca kafa karışıklığı var.

Turgay'ın da kafası karışık. Hatta en çok onunki karışık. Öylesine karışık ki, kulaklığı yokken işi batırma noktasına gelen Azize'yi bir daha kulaklığı olmadan Ulaş'ın yanına göndermemesini beklerken ben, o karavanda bile değildi Azize Ulaş'ı ikna etmeye çalışırken. Üstelik o sırada henüz Tru-Guy Show'un yayından kaldırıldığı haberini bile almamıştı henüz. Kontrolü bu kadar çabuk bırakması bana hiç sahici gelmedi. Bunun başına açtıklarını da düşününce, Turgay'da kafa karışıklığından daha beter etkileri olacak diyorum. Fakat bu arada karavandaki 'Reji 1'in Turgaycılık oynaması çok eğlenceliydi.

Azize konusunda da kafası ufak ufak karışıyor Turgay'ın, hiç düşünmeden, hesaplamadan hareket etmeye başladı, Azize'yi alnından öpmesi gibi. Azize'ye önceki yaklaşmaları hep Azize'nin kafasını karıştırmak içindi, roldü. Bunu da abartılı oyunculuğundan anlayabiliyorduk. Oysa çıkış noktasını arayan Turgay'a değerli bilgilerle gelen Azize'ye yaptığı hareket çok gerçekti.

Bazı konularda kafası karışan ve daha da karışacak olan Turgay'ın aklı bazı konulara, mesela katakulli çevirmeye gayet iyi çalışıyor hâlâ. Ulaş'ın karşısına çıkmak yerine Temmuz'a gidip anlaşma teklif etmesi harika bir fikirdi. Bu arada hangara gitse Ulaş'a denk geleceğini bildiğinden Temmuz'la konuşmak için şirkete gidip Yusuf'a denk gelmesi ve Turgay'la konuşmak istemeyen Temmuz'un da Yusuf'un odunluğuna inat Turgay'la konuşmayı kabul etmesi hoş oldu. Ve böylece Turgay, Temmuz ve Yusuf arasındaki elektriği de fark etmiş oldu, eminim ileride buraya da oynayacaktır.

Azize'ye "o kız konusunda sorun çıkart" derken başına gelebilecekleri hesap edememesini ise hiç anlayamadım. Neticede, "kıvır" dendiğinde "göbek at" komutu almış gibi davranacak saflıkta bir Azize'den söz ediyoruz. Böyle biri, "sorun çıkart" diye ortaya atılıp başıboş bırakılır mı hiç? Ulaş karakterinde biri, ortada Ateş'le ilgili bir sorun olmasa ve hatta Azize'ye karşı bir intikam oyunu oynamıyor olsaydı bile, parmağını sallaya sallaya kendisine neyi yapıp neyi yapmayacağını söylemeye çalışan birini terslerdi zaten. Azize'nin bu kadar hatalı ve anlayışsız davranmasının altında da Gaye'yi gerçekten kıskanması yatıyor bence…

Ve gelinen noktada bir değil birkaç sorunumuz var artık. Ufak bir liste yapacak olursam:
  • N'olur Ayrılalım oyunu çıkmaz bir yola girdi ve bunun sonucu olarak:
    • ortada kanala satılacak bir iş kalmadı,
    • Azize'nin tılsımdan faydalanıp Turgay'la evlenme hayalleri yerle bir oldu;
  • Azize en çok korktuğu yerden vurmuş oldu Ulaş'ı ve bu nedenle de
    • vicdan azabı çekiyor,
    • Ulaş'ın kendisini çok yanlış tanımış olmasına üzülüyor, çünkü Ulaş'tan hoşlanıyor.
Yusuf'un Azize'yi hangarda görmesinden bahsetmedim bile daha. Çoook dertliyiz çooook!

Yusuf'un kafa karışıklığı Temmuz'dan ibaret. İlgisini saklamaksızın her gün biraz daha 'yürüyen' ama Ulaş'la birlikte yaşayan, her şeyiyle 'değişik' bir kadın var karşısında ve bütün bunlar Yusuf'un algılarının çok çok ötesinde. O da hoşlanmıyor değil ama, hem nasıl yaklaşacağını bilmiyor Temmuz'a, hem de yaklaşsa olacaklardan çekiniyor. Onun zihninde kendisi, böyle bir 'değişik'le aynı kareye bir türlü oturmuyor çünkü.

Temmuz'un piercingini çekmeceden alma hikâyesi biraz fazla uzamıştı, Temmuz da İskender'in kılıcı keskinliğinde bir çözüm bulmuştu geçen hafta: kilidi açılmayan kesonu pencereden aşağı atmak! Ve bu hafta da Yusuf'a bir açıklama yapması gerekiyordu haliyle. Cinnet getirme fikri güzeldi, ardından istifa etme hamlesi de güzeldi ve neyse ki bu ataklar Yusuf tarafından çizgiden döndürüldü. Yusuf da senle çalışmaya meraklı değil ama bıraktığın hasarı ödemeden gidemezsin Temmuzcuğum! Biz seyirciler buna, "alan razı satan razı" da diyebiliriz.

Tabii bunda, Yusuf'un Temmuz'la Ulaş'ın sevgili olmadığını öğrenmesinin payı büyük. Temmuz hiçbir şeyi başı sonu belli bir hikâye olarak anlatmayı beceremediğinden Yusuf'un kafasındaki 'deli sorular', ancak Ulaş'ı tanıdıkça silinebilir gibi görünüyor. Gürsuyu Mahallesi'nde olup bitenler, bu nedenle de çok değerli. Dediğim gibi, Yusuf'un aklı bu duruma tam olarak ermedi ama "kan bağı tırt çıktı, biz de can bağı dedik" cümlesi epeyce etkili oldu. Babasının intikamını alma yolunda kardeşini kurban etmeye çalışan Yusuf'un bunu anlaması pek kolay değil ama zamanla anlayacaktır Yusuf. Ya da Temmuz'dan uzak durmayı beceremeyip anlamak zorunda kalacak…

Gürsuyu'na yapılacak çocuk merkezi için malzemeleri Yusuf'un verecek olması, Yusuf'un ayağının Gürsuyu'ndan çekilmeyeceği anlamına da geliyor. Bu da Ulaş ve Yusuf'un birbirlerini daha iyi tanımalarına neden olacak ve hem Azize-Ulaş ve Temmuz-Yusuf yakınlaşmalarına katkıda bulunacak hem de Ulaş ve Yusuf'un Nadir'le olan mücadelelerinde onları güç birliği yapmaya hazır hale getirecek diye düşünüyorum.

Jenerikte kendisinden "kötü adam" diye bahsedilen Nadir Erciyesli'nin neden ve ne türden bir kötü adam olduğunu bu bölümde görmeye başladık. Ulaş'ın yarasının kaynağına da indik biraz biraz. Ateş'in geçen hafta biraz çıtlatılan derdi, babasının onu okumak için İngiltere'ye gönderme planıymış meğer.

Nadir Bey zamanında Ulaş'ı da yollamış İngiltere'ye Ulaş'ın -ve muhtemelen annesinin de- rızası olmadan ve benim anladığım kadarıyla Ulaş oradayken annesi vefat etmiş ve Ulaş son günlerinde annesinin yanında olamamış. Hatta belki de daha kötüsü, Ulaş'ın gönderilmesine tepki gösterdiği için Nadir Bey bir şey yapmış annesine…

Ulaş'ın Ateş'i yollamamak için her şeyi yapabileceğini anladık, bu noktada da Yusuf'la tanışıklığı bir ortaklığa dönüşebilir belki. Ama elleri kirletmeden. Gerçi Ulaş'ın Nadir'in oğlu olduğunu öğrendiğinde Yusuf derhal geri basacaktır ama herhalde o uzaklık fazla sürmez. Gürsuyu Mahallesi bütün bu ilişkilerin güçlenmesini sağlayacak.

Tabii bu arada Yusuf'un Nadir'le derdi ne ve bu çekişmede kim haklı, onu öğrenemedik henüz. Buralar dizinin trajik tarafları ve ne kadar az görsek o kadar iyi diye düşünüyorum ama hikâyenin bu kısmını bilmeye de ihtiyacımız var. Şirketlerarası çekişme mafyatik hesaplaşmalara dönüşmedikçe ve silahlar konuşmaya başlamadıkça sıkıntı yok bence.

Son sahneyi fragmanda gördüğümde iki dileğim olmuştu, ilk olarak 'umarım hayal ya da rüya değildir' demiştim, değildi çok şükür. İkinci dileğim de bunun son sahne olmamasıydı. O konuda yanıldım maalesef. Geri dönüşü epeyce zor olan bir noktada kaldık ama fragmandan anladığım kadarıyla Ulaş yine de terk etmiş değil Azize'yi, eşşek tepsin diye boşa konuşmamış. Fakat yine de bu iki sahne arasında bolca açıklamaya ihtiyacımız var bizim, Ulaş'ın da koca bir özüre… Ulaş tepkisinde ve Azize'ye söylediklerinde o kadar haklı ki, "ayrılmayalım" dileğine katılamadım izlerken…

(Bu yazı ilk olarak 6 Ağustos 2016 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

"Hadi bana 'evet' de…"

N'olur Ayrılalım 3. Bölüm Yorumu

Turgay Atalay tam bir çakal. Kendisinin o romantik kareye istemsizce daldığını fark edip Azize'nin bunu Ulaş'a açıklayamayacağını düşünmesi sadece birkaç saniyesini aldı. Muhabbetin içine daldığı gibi hop diye dalıverdi sahnenin de içine. Güya kaybettiği asistanının peşindeymiş… Üstelik bu küçük yalan, hangarda yakalandığında da kurtuluş yolu olacaktı Turgay'ın.

Turgay rolünde Gürgen Öz'ün çok güzel iş çıkardığını söylemek malumu ilam etmek olur. Fakat Azize'yi kandırmak için oynadığı yerlerin daha bir güzel olduğunu söylemeden geçmek olmaz artık. Azize'nin kendisine ilgi duyduğunu öğrendiğinden beri ona abartılı davranmasını, sanki ona ilgisi varmış da saklamak istiyormuş gibi bir jestle oynamasını izlemek çok keyifli. Aynı şekilde, Ulaş'ın karşısında da Azize'den hoşlanıyormuş ama çaktırmamak için yalnızca asistanını geri istiyormuş gibi oynaması da şahane. Rol içinde rol yapabilen bir oyuncunun yeteneğini daha geniş alanlarda kullandığını görebilmek dileğiyle…

Hikâyenin aşırı hızlı akmaması adına böyle manevralar sıkça yapılır, esas oğlan esas kıza tam açılacakken biri dalıverir sahnenin içine ve seyirci bölümlerce daha kıvrandırılır… Turgay'ın o sahneye dalışı o kadar tutarlı bir akışla oldu ki, ziyan olan o yakınlaşma sahnesine üzülememiştim. Ve dediğim gibi, Ulaş-Azize yakınlaşmasının zamana yayılmasını beklediğimden, Turgay gelince konu kapandı sanmıştım. Ama hayır! Hayır! HAYIRRR!

Ulaş kaldığı yerden devam etti sahneye, sonuçta "devamlılık önemli"! (Ama ben de bunu yazdım bir kenara, ben de devamlılığın peşine düşerim bundan sonra; hele bir telefon çalsın müstakbel yakınlaşma anlarından birinde, hemen bu kozumu sürerim ortaya!^^)

Sahnenin kaldığı yerden devam etmesinin şahaneliği bir yana, Ulaş'ın aslında hiçbir şey sormadan kocaman bir soru yığınını Azize'nin yollarına sermesi çok hoşuma gitti: "Hadi bana 'evet' de…" Çünkü bazen o tek cümleye bile ihtiyaç yoktur, her şey apaçık ortadadır. Yine de esas kızın rızasını almak isteyen esas oğlanları pamuklara sarmalıyız, rıza önemli…

Ulaş ve Temmuz'un arkadaşlığı çok iyi yazılmış ve çok iyi işleniyor. "Sırtımda bir cesetle kapına dayansam n'aparsın?" diye soran Temmuz'a, "Mezar kazmaya başlarım herhalde" yanıtını veren Ulaş'ı da not ettim bir kenara. Gelecek bölümlerde bu arkadaşlık bağını çözmeye falan kalkışırsanız asla ve kat'â kabul etmem. Elbette arkadaşlar birbirine kızabilir, küsebilir, kırılabilir ve hatta uzak durmak isteyebilirler birbirlerinden. Ama böyle bir durumda birbirlerine zarar verecek bir şeyler yapmalarını kesinlikle kabul edemem. Şimdiden söylüyorum.

Saadet'in, önce Azize'nin partiye gidebilmesi için, ardından da partide Ulaş'la yalnız kalabilmesi için küçük çaplı entrikalar kurması ile Ulaş'ın Halim'e kadınlar konusunda verdiği dersler bir araya gelince tadından yenmiyormuş, teşekkür ederiz. "Kaçan balık büyük olur" mesajı vermek için devasa bir balığı kucaklayıp Azize'ye gelen Halim'in ne kadar iyi bir öğrenci olduğu da ortada!

Azize partiye geldiğinde onu gören Ulaş'ın kurduğu cümleyi, Ulaş şarkısını bitirdiğinde hepimiz tek ses, tek yürek tekrarladık: "Nefes nereden alınıyordu lan?" Sahne sona erdiğinde telefonuma, gözlerinden kalp çıkan emojiler eşliğinde mesajlar yağdığını söyleyeyim ben, gerisini siz hesap edin.

Şarkı seçimi ve Aras Aydın'ın yorumuna tek lafım yok, ama keşke stüdyo kaydı olmasaydı diye düşünmeden edemedim yine de. Ritim falan olmadan, tek bir gitarla ve ortam sesleri de tamamen yok edilmeden çok daha doğal bir söyleyiş yakalanabilirdi bence. Öte yandan, sahne boyunca Ulaş ve Azize'den gayrı her şeyin karanlık ve renksiz olması, çiftimizin ise rengarenk kalışı çok güzeldi.

Şarkı bittiğinde tekrarladı sorusunu Ulaş ve bu kez kaptı 'evet'i. Veee 'N'olur Ayrılalım Operasyonu'nda ikinci perdeye gelmiş olduk böylece: Ayrılık! Turgay 'ayrılık' dediğinde Azize'nin de şirketteki seyircilerine katılıp 'hayır' deyişini de yazalım bir kenara, ileride lazım olacak.

Her ne kadar Ulaş'ın tılsımından faydalanıp Turgay'a kavuşma hayalleri kuruyor olsa da, zampara Ulaş'ın kalbini görmeye, gözlerindeki samimiyete inanmaya başladı Azize; bu nedenle de vicdan yapıyor. Daha doğrusu, sadece vicdan yaptığını, oyun bir an önce biterse içindeki anlamlandıramadığı, yanıtlayamadığı soruların da yok olacağını sanıyor. Ama ayrılık oyunu, aşk oyunu kadar kolay olmayacak...

Azize ve Ulaş'ın hikâyesi beklenmedik bir hızla akarken Temmuz-Yusuf çatışmasının yavaş yavaş ilerlemesi çok doğru bir karar bence. Her iki karakter de dik başlı, köşeli, zor insanlar oldukları için onların usul usul tutuşmaları gerekiyor. Temmuz'un daha ilk görüşte Yusuf'u beğendiğini biliyoruz, "betonun 50 tonu" deyişinden… Yusuf da "belki arayan kısmetimdir" lafından gereğinden fazla etkilenmişti Temmuz'un. Bu yolda ağır ağır ilerlemeleri güzel.

Temmuz ve Ulaş'ın yakın arkadaşlığını anlamlandıramayan Yusuf'un, Temmuz'un Ulaş'la birlikte yaşadığını öğrenince onların birlikte yaşamasına değil de Ulaş'a ayıp ettiğini düşünerek bozulması ilginç bir tavır oldu, fakat güzeldi. Sevgili olmadıklarını öğrendiğinde vereceği tepkiyi çok merak ediyorum.

Azize'nin içinde yetenekli bir oyuncu varmış da kendisi dâhil kimsenin haberi yokmuş meğer. Gerçek hayatta gözlemlediklerini hayata geçirip birdenbire dünyanın en sıkıcı, en terk edilesi kadını olmayı becerdi. Günde 37 kere aramalar, çocuk gibi konuşmalar, daha ilk günden 'evli, mutlu, çocuklu' hayaller kurmalar, jet hızıyla 'akşam gelip abimden iste' noktasına varmalar, neler neler…

Ama Azize'den önce "on milyon yüz bin" kadınla beraber olmuş olan Ulaş bunları yer mi? Tabii ki yemez. Buna bir sebep bulamasa da Azize'nin bir amaç uğruna böyle davrandığını -yani aslında böyle sıkıcı, itici bir tip olmadığını- şıp diye anladı. Abisiyle tanıştığında kekeleyecek kadar etkilendiği bir kadını bir kalemde terk etmeyecek kadar da akıllı bir adam o. Halim'e verdiği aklı, yani belki de insanlık tarihi kadar eski olan teoriyi uygulamaya geçirdi Ulaş: Kaçan kovalanır, kovalarsan kaçar!

Çocuğunuza isim mi düşünmüştün Azize? Al sana gelinlik! Hadi şimdi de 'evet' de!

(Bu yazı ilk olarak 29 Temmuz 2016 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)