16 Şubat 2018 Cuma

Sevmenin değiştirdikleri ve değiştiremedikleri...

Siyah Beyaz Aşk 13. bölüm yorumu

Sevmenin değiştirdikleri ve değiştiremedikleri... 

"O değişmedi, sen değiştin Aslı. Sen katiline âşık oldun. Bak, çok acıttığını biliyorum, haklısın da, ama Ferhat bir katil." On üç bölümdür Ebru'dan duyduğumuz en doğru cümlelerdi bunlar. Üslubu yine biraz sorunluydu, bir dost gibi konuşmuyordu çünkü, ama yerden göğe kadar haklıydı. Haklıydı, çünkü Aslı değişti, hem de çok. Ferhat'ı içeri attıracak bir şeyleri mutlaka bulacağına inanan kadın gitti, neler yaptığına tanık olduğu adamı körü körüne savunan bir kadın geldi.

İnsan kimi seveceğini seçemez, sevdiği kişiyi artık sevmemeyi beceremez, hem de bu kadar başındayken işin, bu kadar yakınına girmişken. Ama insan, aklını kullanmaktan, vicdanını dinlemekten de vazgeçmemelidir böyle. Üstelik Ferhat da öyle sıradan bir katil değil. Her bölüm onlarca kurşun sıkan, sayısız insanın canını alan, bunu bir yaşam biçimi olarak sürdüren biri. Çok acıttığını biliyorum, ama Aslı bunları görmezden gelemez, gelmemeli.

Geçen hafta mutsuz olmamın bir sebebi de buydu işte, hiçbir şekilde değişmeyen, değişmek için çabalamayan, yaptıkları için pişman olmayan bir Ferhat var fakat Aslı'nın gözünde her şey bir anda temize çekildi, ne güzel dünya! Ben bir yandan Cüneyt'in yaptıklarının sürekli cezasız kalmasına kızıyorken diğer yanda Aslı'yı nasıl anlayayım?

Öte yandan, Yılmaz Ferhat'ın ismini verince kendi kafasında bütün parçaları birleştirip onun suçlu olduğuna ikna olan Cem'e değil de Ferhat'a inanan bir Aslı görmekten şikayetçi değilim. Bıktık artık yanlış anlamalardan, güvensizliklerden, kapı arasından lafın yarısını dinleyip tavır değiştirenlerden. Bu hususta Ferhat'a güvenmesini anlıyor ve destekliyorum, ama gözünün kör olmasını anlamıyor ve desteklemiyorum. Aşkın gözü kör falan değildir, aşk insana öyle bir enerji verir ki daha önce göremediklerinizi de görmeye başlarsınız. Aslı'nın da kafa zehir günlerine dönmesi lazım en acilinden.

Cem'in de hâlâ cevval komiser havalarında dolaşması komik. Beni de kandırdın ya, helal olsun, dedi Ferhat'a. Sanki bana Külyutmaz! Sen daha burnunun ucundaki kadının yalanlarını anlayamadın, sevgisinin sahteliğini göremedin, neyin havasını atıyorsun acaba?

Ferhat'ın Aslı'yı Yiğit'e emanet etmesi oldukça manidardı. Cem'e güvenmedi, haklıydı da. Dilsiz'e güvenebilirdi, ama Dilsiz de sorunun kaynağıyla aynı evde yaşıyor, o da olmaz. Ama kendisine öfkeli olsa da Yiğit'in Aslı'yı koruyacağını adı gibi biliyordu ve yanılmadı. Yiğit'in bu kıymetli emaneti korumak için eline silah almasını beklemiyordum gerçi, ama bunun Ferhat'la Yiğit'i yaklaştırabileceğini düşününce kızamadım bu duruma.

Aslı o ilk bölümlerdeki kafası zehir hatun olsa zaten böyle bir korumaya da ihtiyacı olmayacaktı, o da ayrı hikâye. Yiğit'le de Suna'yla da bir problemi yokken orada kalmak istememesi, bunun yerine kendisini anlamayan ve destek de olmayan Ebru'nun yanına gitmeyi seçmesi saçma. Gittikten sonra olanlarsa daha saçma.

Ebru baştan beri anlaşılmaz bir karakterdi, anlaşılmazlığı ayyuka çıktığında da ondan kurtulduk çok şükür. Gizli işler çeviren biri neden gittiği oteldeki kibriti alıp getirir eve? (Ve neden sabun, şampuan değil de kibrit? Kaçımız kendi ateşini yakamayan bir ocak kullanıyoruz ve kaçımız onu çakmakla değil kibritle yakıyoruz?) Neden saklamaz yüzünü gizleyen şapkayı? Neden sırlarla dolu odasında yatırır hiçbir zaman yakınlık duymadığını söylediği birini?

Aslı'nın salaklığı da Ebru'ya gitmekle sınırlı kalmadı ne yazık ki. Ebru'nun sırrını çözünce Yiğit'i aradı, cevap alamadı. Mesaj yolladı, karşılık alamadı. Peki neden pılını pırtını toplayıp uzaklaşmadı oradan hemen? Ve Ebru neden o saatte Aslı'nın kapısındaydı?


Varlığımla bir işe yaramadım ama gidişim yine de şık oldu, evet.

Saçma da olsa nihayetinde Ebru'dan kurtulduğumuz için de bu sorularla pek işimiz kalmadı artık. Ama Ebru'nun ölüm şeklinden ve janjanlı ceset torbasından söz etmemek olmaz. Ayak ayak üstünde, kollar zarifçe iki yana açılmış halde can verdi Ebru. Şık bir kötü değildi, şık bir ölüm de olmadı ama giderken pozunu da kesmiş oldu. Toprağı bol olsun.

Aslı ve Ferhat'ın Ebru'yu eşzamanlı olarak öğrenmeleri ve Ferhat'ın koğuş kapısını tokatlaması güzeldi yine de. O gece arayamadı ama sonra bir şekilde aradı karısını, numarayı da ezbere biliyormuş, Ferhat'a da bak.^^

Bu hafta, öncekilere göre daha az birlikte sahnesi vardı Aslı ve Ferhat'ın. Yayın esnasında bundan şikayetçi olanların mesajlarını gördüm, ama onların şikayetlerine katılamadım. Bir araya geldikleri her anda, geçen hafta söylediklerimde haklı çıkıyor olmanın acısını duydum içimde. Değişmesini beklediğimiz, değişebileceğine inandığımız Ferhat ilk bölümdeki haline geri dönmüştü adeta. Her sözü acı, sessizliği hançer, bakışları yabancı…

Aslı'nın Ebru'da bulamadığı teselliyi, arkadaşlığı Suna'da bulması kaçınılmazdı, güzel de oldu. Daha önce de söylemiştim, Suna insanın içini açan biri, Aslı'ya da çok iyi geliyor, gelecek. Aslında izin verseler herkese iyi gelecek, ama ne Aslı ne de Yiğit ona kendini açabildi şimdiye kadar. Umarım daha fazla direnmezler, hem anlayışlı hem de sağduyulu bir sese herkesin ihtiyacı var.

İddia ediyorum, hayattaki en büyük acı, "en yakın arkadaşım" tabirinin ardına "sandığım" sözcüğünü eklemektir. Sadece karşımızdakine değil, kendimize dair çok uzun ve derin bir sorgulama getirir beraberinde, varoluşumuzu sorgulatır bize. Çünkü arkadaş, anne baba gibi, kardeş gibi, hatta aşk gibi girmez hayatımıza. Onunla olmayı biz isteriz, biz seçeriz. Bu arkadaşlık uzun zamana yayıldıkça sınavlardan geçeriz, düşer kalkarız ve bunları atlatabildikçe daha da yakınlaşır, daha sıkı tutunuruz birbirimize. Ebru ile Aslı muhtemelen bu sınavlardan hiç geçmediler, o nedenle de birbirlerini tanıyıp gerçekten sevemediler. Ve bunda tek suçlu Ebru olamaz. Ebru'nun Aslı'ya baştan beri neden yalan söylediğinin bir açıklaması yok ama Aslı'nın bunu fark edememiş olmasının, hiçbir şey paylaşamadığı bir insana en yakın arkadaş etiketini yapıştırmasının da bir açıklaması yok.

Azad ve Ayhan hakkında çok az şey gördük ama bu kadarı bile onları sevmeme yetti. Şahin, Safiye ve Ebru gitmişken boşalan kötü kadroları için güzel adaylar. Kötü karakterlere bayılırım, kötülüklerinin sağlam bir gerekçesi varsa onları anlarım da, ama en önemlisi kötü karakterin zeki olmasıdır. Aradığım o zeka emarelerini Azad'da da, Ayhan'da da gördüm çok şükür. Gönderin gelsin!

Ayhan'ın Aslı'yla Ferhat'ın arasına gireceğini sanmam. Zaten birbirini gerçekten seven insanların arasına birinin girebileceğine inanmam ben. Abisine inanmayan Aslı Ferhat'a böyle güvenmeye devam ettikçe, Ferhat başını kaldırıp da kimsenin yüzüne bakmadıkça kimse onların aralarına giremez. Girmeye çalışan olursa da aşklarının ufak tefek sınavları olmaktan öteye geçemeyecektir. Ha, eli silahlı Ayhan Ferhat'a daha çok yakışacaktır belki, mümkündür. Ama ateş bacayı saralı uzun zaman oluyor, küllenmeden olmaz. Küllenebilse Aslı'nın hayrına olurdu ama drama tanrısı zaten buna müsaade etmez. Aşk üçgeninden korkanlar varsa içini ferah tutsun, sıkıntı yok.

Ferhat hapishaneye girerken Ayhan'ın çıktığını görmüştük birkaç saniye için. Hatırlarsanız Ebru'nun yolladığı "yeni geleni hallet" mesajı da Ferhat'tan önce gelmişti. Ferhat'ın o hapishaneye ve o koğuşa gelmesiyle Ayhan'ın bir bağlantısı olabilir. Ve bu da Azad ve Ayhan'ın Ebru ve Şahin'le bir bağlantısı olduğu anlamına gelebilir. Ve bu bağlantı beni mutlu bile edebilir!

Eve geri dönen Aslı Gülsüm'le konuşurken, Ferhat'ın duyguları var mı, diye sordu. Bu sorgulamayı yapmakta biraz geç kaldı ama, yapabiliyor olması yine de güzel. Gülsüm abisinin seven ama belli etmeyen bir karakter olduğunu biliyor, bu da güzel. Ama Aslı'nın bunu bilmesi, buna güvenmesi yetmez, görmesi, hissetmesi de gerekir. Ama Aslı'dan değil güzel bir söz, bir iki kibar cümleyi bile esirgeyen Ferhat, ancak nezarethane parmaklıklarını okşamaktadır Aslı'yı özledikçe. Bunlar hep tribüne oynama hareketleri Ferhat Aslan, o üstünden çıkarmadığın delikanlılığını da al, çık Aslı'nın karşısına da boyunu görelim!

Ferhat'la bütün diyalog girişimleri başarısızlıkla sonuçlanan Aslı sonunda pişman oldu yaşananlara. Bölüm başında malum sebeple Ferhat'a sonsuz güvenen Aslı, bölüm sonunda bir daha bana sakın dokunma, diyecek noktaya geldi. Ben, ben demiştim demekten hoşlanmayanlardan değilim. Büyük bir keyifle söylerim ben demiştim diye. Ama kendin ettin kendin buldun Aslı, çek bakalım şimdi.

Birilerinin Gülsüm ve Abidin arasındaki tuhaf iletişimi fark etmesi gerekiyordu, o da Handan oldu. Gerçi masum bir sarılmayı görüp olmayan bir şeylerden işkillenmeye de müsait bir karakter Handan, bütün zamanını evde kasım kasım kasılarak oturup kafasında hikâyeler kurmakla geçiriyor neticede, bir şeyler olacağından Vildan şüphelenecek değildi ya. Ve Handan yine yanlış bir yol seçti müdahale etmek için. Hem Abidin'i bir kenara çekip kendince ayar verdi, hem de Yeter'i Gülsüm'ün üstüne saldı. Böyle durumlarda birine "uzak dur" demenin "koş, sarıl" demekten bir farkı yoktur. Karşı tarafla ilgili ne söylerseniz söyleyin, ilgi duymaya başlayan kişinin merakını perçinlemekten başka bir işe yaramaz. Belki de Handan'a teşekkür etmeliyiz bunun için. Yeter'in çemkirmelerine dayanamayan Gülsüm de patladı sonunda, bunun için de teşekkür edebiliriz Handan'a. Ama Abidin'in kırılan gururu ve dolan gözleri için hesap da soracağız çok yakında!

Ayrıca Dilsiz'in sesini keşfedip ufak bir gülümsemeye hapseden, sırrı kendisine saklayıp arkadaşını utandırmayan Abidin'i bir kez daha sevdim. Dizinin en güzel seven, en güzel kollayan adamı kesinlikle Abidin.

(Bu yazı ilk olarak 15 Ocak 2018 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

İçime sinmiyor bu olanlar…

Siyah Beyaz Aşk 12. bölüm yorumu

İçime sinmiyor bu olanlar… 

Bölüm boyunca duygudan duyguya sürüklendim, yükselip alçaldım ve nihayet koca bir kafa karışıklığıyla yumdum gözlerimi geceye. Sabah uyandığımda daha sakindim fakat canımı sıkan bir şeyler vardı, memnun değildim olup bitenlerden. Neler düşündüğümü yazmaya başladım fakat aceleci davranmak ve geçtiğimiz haftalara haksızlık etmek istemedim, bekledim. Bölümü, sahneleri tekrar tekrar izledim, soğuk sular içtim, yanıtlar aradım sorularıma. Yazık ki bulamadım. Kısaca şöyle diyebilirim, içime sinmiyor bu olanlar. Ferhat gibi ben de susma hakkımı kullanayım, bu hafta yazmayayım diye düşündüm bir ara, ama bu sefer de içimde kalacaktı söylemek istediklerim.

Haftalardır Aslı'yla Ferhat'ı tanımaya, anlamaya, davranışlarını çözümlemeye çalışıyorum. Başarılı oluyor muyum bilmiyorum ama zihnimde her şey yerli yerine oturuyordu. Siyahı beyazdan, acıyı tatlıdan, yarayı devadan ayırt ederken birbirlerine karışacakları zamanın hevesini de içimde taşıyordum.

Fakat şu an geldiğimiz noktada, şimdiye kadar düşündüklerimin, yazdıklarımın çoğunlukla boş şeyler olduklarını görüyor ve üzülüyorum. Bu kadın benim tanıdığım Aslı değil, benim çözmeye çalıştığım Ferhat bu değil sanki.

Ferhat'ın kurtarmaya geldiğini anlayınca kendisine silah çeken çocuğu gönderen, kendisine öpücükle yanıt veren Ferhat'a karşılık vermek istese de onu durdurup sorularını soran, Ferhat'ın yarasını okşayan Aslı'yı ne kadar iyi tanıyorsam, yanıt alamadığı, hesap soramadığı halde Ferhat'la sevişen Aslı'ya da o kadar yabancıyım ben. Aslı'nın Ebru'nun yanında olduğunu öğrenince hemen koşup yanına giden, kurtulunca koşup kendisine sarılan Aslı'ya sarılmakta bile tereddüt eden, öperken Aslı itekleyip durdurduğunda gözlerini bir an olsun açmayan Ferhat'ı ne kadar iyi tanıyorsam, Aslı'nın sorularını öpücükle yanıtlayan Ferhat'ı da o kadar yadırgadım.

Öyle çok istedim ki o sevişme sahnesinin hayal olmasını. Fragmanda öpüşmeyi gördüğümden beri bunu diliyordum zaten. Üst üste hayaller izliyor olmamıza kızmayacaktım, hatta bölümler boyunca hayaller izlesek gıkım çıkmazdı, yeter ki gökten zembille inen bir sevişme izlemeseydik…

Şu durumda Ferhat'ın bütün yaptıkları, zorlamaları, çekiştirmeleri, müdahaleleri, kıskançlığı, kabalığı, düşüncesizliği, acımasızlığı ve daha kötüsü uyguladığı şiddet ödüllendirilmiş oldu, bizzat Aslı tarafından. Ben yüzleşmeler, hesaplaşmalar, pişmanlıklar ve telafiler görmeyi umuyordum halbuki. Söyledikleri için, yaptıkları için, umursamazlığı için özür dileyen ve affedilmedikçe için için ezilen bir Ferhat göreceğimden neredeyse emindim.

Oysa ben dördüncü bölüm sonunda Ferhat'la yakınlaştığında gözlerini kapatan Aslı'yı bile anlamıştım, kalp kırıklığına, aldatılmışlığına deva aradığını görebilmiştim. Çok çabuk kendine gelip Ferhat'ı itmişti Aslı, ama itmese bile anlayabilirdim, çünkü tutunacak dalı kalmamıştı, umutsuzdu, boşverebilirdi. Ama şimdi, tam da yaklaşmışken yanıtlarını almaya, hak ettiklerini duymaya, bütün yaşananların üzerini çizdi Aslı.

Üzgünüm, ben buna aşka yenilmek değil Ferhat'a teslim olmak diyebiliyorum ancak. Buradan bir eşitlik doğmayacağına inanıyorum, çünkü Ferhat, Aslı'dan üstüne basa basa teşekkür bekleyen Ferhat, Aslı'ya şimdiye kadar herhangi bir şey için teşekkür etmedi, yaptıkları için bir kez olsun özür dilemedi. Ve bütün bunlara gözlerini kapattı Aslı. Cevabını veremediği sorulardan kaçıp öpücüğe sığınan Ferhat'ı konuşturmak için bir şansı vardı Aslı'nın, kullanamadı. Son olarak, ne istiyorsun benden, diye sormuştu Ferhat'a. Aldığı yanıt, susmanı ve benim istediğimi yapmanı istiyorum, gibi bir şey oldu, her zamankinden yani. Ve bundan sonra yanıtlamak istemediği sorulardan nasıl kaçacağını da göstermiş oldu Ferhat'a. Ne âlâ!

Ferhat'ın kafası rahattı, zaten onun için hiçbir zaman sıkıntı yok, ama hem Cem'in gelip anlattıkları, hem de Aslı'dan gelen mesajın silinmesi Aslı konusundaki şüphelerini dağıttı Ferhat'ın. Belki de büyüyü bozdu biraz ve doğru yolda olduğunu düşündürdü Ferhat'a. Peki ama Aslı'ya ne oldu?

Eğer Ferhat Ebru'nun evine geldiğinde yaşansaydı bunlar, onu kaybettiğini sanırken karşısında bulsaydı Aslı, yine kızardım ama anlamaya çalışırken daha sağlam gerekçelerim olurdu. Böylesi sadece bunca haftanın, kurduğum onca cümlenin hatırına tek başıma çabalıyormuşum gibi hissettiriyor, rahatsız oluyorum.

Öyle büyük bir hayalkırıklığı yaşadım, canım öyle sıkılıyor ki gelecek Pazartesi ekran karşısında olmayacağım için üzülemiyorum. Hatta fragmanları da izlememeye karar verdim. Biraz uzak kalırsam içim soğur belki.


Dokunduğun yerler yanıyor^^

Son 10 dakikaya kadar böyle bir derdim yoktu, Cem'in salaklığına, Ebru'nun sahteliğine, Yeter'in dört bir yanda savaş vermesine, Handan'ın anlaşılamaz hamlelerine, İdil'in gizli ajandasına yoruyordum aklımı, her zamanki şeyler yani. Şimdi yine onlardan konuşmak istiyorum. Hem geride bıraktığımız haftaların hatırını kırmamak, hem de geleceğe dair umutlarımı korumaya devam edebilmek için.

Bölümde bana en çok dokunan şey, Aslı'nın havaalanından çıkıp Ebru'ya gitmesi fakat Ebru'da aradığını bulamaması oldu. Ebru'yu baştan beri sevmiyorum ama bunun gerçek sebebini bu hafta en berrak haliyle gördüm. Ebru beceriksiz ve salak. Ama en kötüsü sahte olması, gerçekten dost olamaması Aslı'ya. Bunun sebebinin Şahin olamayacağı açık, belli ki Ebru'nun çok uzun zamandır babasının varlığından haberi vardı fakat Aslı'nın bu hikâyeye dâhil olması çok yeni. Dolayısıyla Aslı'ya bu sebeple yaklaşmış olamaz. Peki ama Ebru Aslı'yı neden sevmiyor?

En yakın arkadaşım dediğiniz insan ağlayarak size geliyor, yapacağınız şey onu yargılamak mı olur? Dostluk öyledir ki, en kötü şeyi yaptığını da bilseniz yine de sararsınız kollarınızı ona. Yaptığı şeyi onaylamak zorunda değilsiniz, ama onu anlamaya çalışmak, onunla birlikte dertlenmek zorundasınız. Üstelik bunu hiç düşünmeden yaparsınız. Arkadaşlık bunu gerektiriyor diye değil, içinizden başka türlüsü gelmediği için.

Ebru söylediklerinde, yargılarında haksız değil. Aslı gün be gün daha çok içine düşüyor bir karanlığın ve kurtulması hayrına olur. Ama Ebru bunu öyle bir zamanda ve öyle bir üslupla söylüyor ki, dost değil de düşman olduğunu ilan ediyor her bir sözcüğüyle.

Bu sahteliğiyle, anlayışsızlığı ve sevgisizliğiyle Aslı'yı kandırmayı nasıl becerdiğini ise sorgulamamıza bile gerek yok: Aslı dünyayı iyi bir yer, karşısındakini de kendisi gibi içten ve temiz sanıyordu Ferhat'la tanışana dek. Ebru da Aslı'nın görmeyi bilmediği gerçeklerdendi işte.

En çok hoşuma giden şeyin Dilsiz-Hülya diyalogları olduğunu söyleyeceğim şimdi, onların diyalogları mı var ki diye sormayın sakın. Aslı ile Ferhat'ı konuşurken ne güzel anlattılar kendi dertlerini. Seven konuşmaz diyen Dilsiz'e, hiç mi konuşmaz, diye soran Hülya; Hülya, aramızda kalsın, deyince, aramızda bir şey olsun da, diyen Dilsiz öyle çok şey söylediler ki, Hülya'nın Dilsiz'e hâlâ abi diyor olmasını da, Dilsiz'in adını şimdiye kadar kimsenin sormamış olmasını da sorgulayacak halim kalmadı. Çok güzeller gerçekten.

Hoşuma gidenlerden söz ederken sıranın Cem'e geleceğini hiç düşünmezdim ama oluyormuş. Yılmaz'ı sorgularken öyle laflar etti ki, sıradan bir günde, herhangi bir haber bültenini izleyip göreceğimiz 'adi' suçları ve onların ardından duyduklarımızı bir kalemde sıraladı, içini döktü. Söylediklerini buraya yazıyorum, gelip gidip okumalıyız bence, sorumluluk almaya ve yapılanların sorumluluğunun alınmasına hepimizin ihtiyacı var:
Taciz edersiniz: tahrik etti. Tecavüz edersiniz: şeytana uydum. Hırsızlık yaparsınız: ihtiyacım vardı. Adam vurursunuz: namusumu temizledim. Birinin canına kast edersiniz: kendimi tutamadım. Biriniz de çıkın, delikanlı gibi, deyin ki ben yaptım.
Yeter'in yenilgiyi hiç kabullenmeyişi, benim için en inanılmaz şeylerden biri olmayı sürdürüyor. Namık'ın evlilik kararına bozulmasına rağmen İdil'i kışkırtmaya ve onun da aklını karıştırmaya çalışıyor hâlâ. Başarılı da oluyor. Haberin gazeteye o halde çıkmasında parmağı var mı bilmem ama söylediklerinde haklıydı ve meyvesini toplamaya da başladı.

İdil de bunlara fena halde bozuldu ama bunun sebebinin aşk olmadığı açık. İdil, bir sebepten Namık'a zarar vermek istiyor ve Yeter'in söylediklerinde haklılık payı olması canını sıktı çünkü Namık eğer İdil'i sevmiyorsa, İdil'in yapacakları da Namık'ı İdil'in istediği kadar acıtmayacaktır. Sebebini bilmesem de İdil'in hedefine ulaşmasını istiyorum. Namık'tan ne koparsak, canını nasıl yaksak kârdır bence.

Handan'ın Namık'ın İdil'le evlenecek olmasına neden bu kadar sevindiğini anlayan biri varsa rica ediyorum beni de aydınlatsın. Bu konuda ben de tıpkı Yeter gibi düşünüyorum ve onunla aynı şeyi düşünüyor olmak da beni ürkütüyor. Handan Safiye'nin gidişine ve ölümüne üzülmedi, tamam, Aslı'nın gidişine sevindi, ona da tamam, Abidin'in masaya yumruğu vurmamasına kızıyor, hangi masaya hangi yumruğu vurması gerekiyor anlamıyorum ama, ona da tamam. Fakat İdil konusunda neden yüz seksen derece döndüğünü hiç anlayamıyorum.

Benzer şekilde, Vildan'a bir gün destek olup ertesi gün laf sokmasını, bir gün Cüneyt'i kenara çekip Vildan konusunda uyarmasını, bir gün Vildan'ı yok saymasını da anlamıyorum Handan'ın. Açıkçası sahnelerinden de sıkılıyorum hâlâ ama, Handan'ı biraz daha tanımamızın zamanı gelmedi mi?

Son olarak gözüme, aklıma takılanları buraya not edeyim ve vedalaşalım bu haftalık:
  • Aslı Ferhat'a Whatsapp üzerinden bir mesaj attı. Ferhat mesajı okurken telefonunun şarjı bitti, kapanan telefonu şarja takıp duşa girdi. Yeter geldi ve gayet rahat bir şekilde kurcaladı telefonu. Ferhat'ın telefon şifresi yok muymuş yoksa muhatap almadığı annesiyle şifresini mi paylaşmış Ferhat?

  • Whatsapp'ta 'okundu' mesajının bu şekilde yazılı olmadığını, bunu bir çift 'mavi tik'ten anlamamız gerektiğini hepimiz biliyoruz. Üstelik Ferhat da tam son görülme özelliğini kapatacak türde bir karakter ama hikâyenin ilerleyişine bir katkısı olmadığı için burayı es geçiyorum. Takıldığım yer şu: sohbet içinden bir mesaj silindiğinde mesajı kimin sildiği net olarak görünür. Yeter mesajı sildiğinde Ferhat'ın ekranında "Bu mesajı sildiniz" yazmalıydı. Dolayısıyla Ferhat mesajı Aslı'nın silmediğini biliyor olmalıydı, olamadı.

  • Ebru'nun evinin alarm şifresi 1708, yani hayatını değiştiren depremin tarihi, 17 Ağustos. Ferhat'ın kulağına bu sayı çalındı bir şekilde. İleride bir gün Ferhat'ın bunu anımsayıp Şahin ile Ebru arasındaki bağlantıyı kurmasını bekliyorum. Açık ki bunu bulan kişi Cem olmayacak.

  • Ferhat Aslı'yı havaalanında bırakıp gittiğinden beri üşüyor Aslı. Ebru'ya gider gitmez bir hırka istedi ve her fırsatta sarıldı o hırkaya. Kapıya gelen Ferhat'ı geri gönderdiğinde mesela. Ama biz Aslı'nın hırkaya sarılışını azıcık ucundan görebildik nedense. Benzer şekilde, ormandan çıkıp arabaya doğru giderken de ayağı takılmış gibi yapıp sendeledi Aslı, sırf Ferhat elinden, kolundan tutsun diye. Ve biz Ferhat'ın Aslı'yı tutuşunu da azıcık ucundan gördük yine. Yakın çekimlerde bu ısrar neden?

  • Abidin ve Gülsüm arasında kıvılcımlar çakmak üzere. Şimdilik sadece birbirlerine minnetle ve şefkatle bakıyor ve bir sırrı paylaşıyorlar. Ben ikisinin başka ve yeni hikâyeleri olsun isterdim ama belli ki yolları birleşecek. Rica ediyorum onlarınki bari yavaş ilerlesin, benim artık başım dönüyor. Bu havada durup durup kafamı suya sokamam ki!

  • Aslı'nın Yılmaz'ın babasını 5 yıl önce ameliyat ettiği söylenmişti geçen hafta. Bu hafta 3 yıla düştü süre. Neler oluyor, Aslı'nın 5 yıl önce uzman cerrah olmadığını mı fark ettiniz?

  • Ve bu Cüneyt hiç tökezlemeyecek mi? Her şey yanına mı kalacak böyle?

(Bu yazı ilk olarak 8 Ocak 2018 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

İçimde hiç bilmediğim yerler acıyor*

Siyah Beyaz Aşk 11. bölüm yorumu

İçimde hiç bilmediğim yerler acıyor* 

Aynı ateşe düştüler ama bununla mücadele yöntemleri bile farklı Aslı ile Ferhat'ın. Aslı, Ferhat'ı daha yakından tanımaya, onu anlamaya, onu dünyasına dâhil ederek içindeki renkleri keşfetmeye çalışıyor. Onun bataklığın kendisi değil de kurbanı olduğunu fark ettiğinde kendini sorgulamayı bırakıp bu yolu seçmişti.

Ferhat'ın yolu, hissettiklerini reddetmek, kilit altında tutmak ve yokmuş gibi davranmaktı. Ama defalarca denemesine rağmen Namık'ın karşısında Aslı'yı da kendi pozisyonunu da savunamayınca yüzleşmek zorunda kaldı kendisiyle, hem de ayna karşısında! Ve yüzleşmenin sonunda bulduğu çözüm kaçmak oldu, çünkü Ferhat korkuyor. Hem de çok...

Aslı'ya bir şey olmasından korktuğu kadar korkuyor onunla olmaktan da. Ferhat, sevdiği insanları nasıl bir pisliğe bulaştırabileceğinin farkında. Ailesine mesafe almasının sebebi bile budur belki. Ve bir hayat arkadaşını, bir yoldaşı hayal bile etmemişti muhtemelen. Tek tabanca bir hayattı onunki. Şimdi, Aslı'yla birlikte bambaşka birine dönüşmekten korkuyor, kaçıyor gücü yettiğince, çünkü gün geçtikçe kontrol edilmez bir hal alıyor her şey.

Bütün bölümü bu türden bir sorgulamayla geçirdi Ferhat. Başlangıçta çok güzeldi her şey. Aslı'yı mezarlığa götürdü, onun babasına içini dökmesine tanık oldu. Muhtemelen o da babasını kaybettikten sonra yaşadıklarını ve içinden bir parçayı bir mezarlıkta bıraktığını anımsadı. Sonra Aslı'nın doğduğu eve gittiler, Aslı'nın anılarını dinledi, ilgisiz kalmaya çalışan bir tavırla. Mahalleyi dolaştılar, tatlı dağıttılar, bekar gençler kataloğuyla dolaşan Makbule Teyze'ye rastladılar, iyi ki de rastladılar, Aslı'nın kendini gerçekten evli olduğuna ikna ettiğini de görmüş olduk. Aile büyüklerini, komşuları dolaşıp hayır dualarını almak isteyen yeni evliler gibiydiler. Ferhat'ın sert ve uzak tavırlarına rağmen.

Sert ve uzak hallerine laf ediyorum ama, Ferhat'ın en iyi hali onlarmış meğer. Öfkesinin ve tahammülsüzlüğünün dozu arttıkça bizler yine oturduğumuz yerde gerilmeye başladık, zira ilk bölümlerdeki o hatırlamak bile istemediğimiz Ferhat geri dönmüş gibiydi, evlerden ırak!



Namık kötü bir baba, kötü bir dayı, kötü bir sevgili fakat çok iyi bir manipülatör. Ne yaptı etti, Ferhat'ın ayarlarını bozdu. Âşıksın dedi, olmadı, aileni unuttun dedi, olmadı, sen benim veliahdımsın dedi, olmadı, ama en sonunda sen değiştin, o kız seni değiştirdi deyince Ferhat'ta şimşekler çaktı. Lafta itiraz etti Namık'ın tüm söylediklerine, ama değişmediğini söyleyemedi kendine bile. Çünkü değişti, hem de pek güzel değişti ama sorun şu ki onun gibi adamların sabit hayatları olur, değişim onları bozar!

Bir de şu var, Ferhat değişti ve bu değişimin herkes farkında, ama belli ki Ferhat'ın başka beklentileri de varmış. Eski Ferhat'ın beklentileri yoktu, sendelediğinde birinin onu tutmasını beklemezdi mesela. Düşerse düşerdi, sıkıntı yok, kalkardı yine sonra, belki de kalkamazdı, yine sıkıntı yok. Ama şimdi onu tutmaya çabalayan biri var, onu düşünen, onu önemseyen biri var ve buna ihtiyaç duymasa bile bunu bekleme ya da bu hallere alışma ihtimali ürkütüyor onu.

Ne yapıyorsan yapma, beni anlama, kimse beni anlamasın, ayarlarımı bozma, beni ben olmaktan çıkarma diye birbiri ardına sıralarken lafları, aslında tam tersini kastettiği okunuyordu gözlerinden. Ama sana kötü bir haberim var Ferhat Aslan, hiç kimse senin söyleyemediklerini gözlerinden anlamak zorunda değil, hiç kimse seni anlamaya çalışmak zorunda değil, Aslı bile. Ben seyirciyim, günlerce düşünüp, sahneleri yeniden yeniden izleyip yorumlayabilirim senin aklından geçenleri, ama Aslı bunu yapamaz. Sevmek ve sevilmeye ihtiyaç duymak pasif bir iş değildir. Senin aktif olup sevdiğini, sevilmek ve anlaşılmak istediğini göstermen gerekir. Göstermiyorsan, göstermeyi denemiyorsan isyan etmeye hakkın da yok. Gösterilmeyen, ifade edilmeyen sevgi, yok hükmündedir.

Sonra sen git dersin, o gider, sen ancak hayalini kurarsın gidemeyişinin... Ve ancak hayalinde koklayabilirsin onun saçlarını... Varlığından bile haberdar olmadığın yerlerin acır...

Aslı kendisiyle mücadele etmeyi bıraktı, Ferhat'ı sevdiğinin farkında ve bunun için kendine kızmıyor, Ferhat'ı keşfetmeye, onu renklerine bulamaya çalışıyor. Fakat Aslı, bir yandan da büyük bir dert aldı başına, Ferhat'la ilgili sırrı öğrenerek. Öncelikle doğru olanı yaptı bence, öğrendiklerini Ferhat'a yetiştirmek yerine sırrın sahiplerine attı topu. Önce Namık'ı, sonra Yeter'i konuşturmaya çalıştı, olmadı. Üstelik, bunu öğrenmenin Ferhat'ta açabileceği yaraların da farkında. Ve onun işi yara sarmak, yeni yaralar açmak değil...

Babasına gitti Aslı, uzun uzun konuştu onunla. Babasını özlediğini, ona ihtiyacı olduğunu, onu yanından hiç ayırmadığını anlattı, bizim de ciğerimizi dağladı. Ferhat'ı bile ağlattı, biz nasıl sakin kalalım? Yeter'le konuştuktan sonra, sırrı öğrenmenin Ferhat'a kaybettireceklerine ikna olunca babasına gitmek istemesi manidardı Aslı'nın. Dilinden dökülmediler ama, bildiklerimi söylemeli miyim sorusuna yanıt arıyordu Aslı.

Çocukluğumuzun benzediğini göstermek istedim, dedi Ferhat'a. Anlaşılmaya çabalayan Ferhat, bunun ne anlama geldiğini düşünemedi ama. Ferhat'ın sessizlikle karşıladığı çok isabetli soruları var Aslı'nın. Niye geldik buraya sorusuna karşılık, dün gece neden gittik bağ evine, diye sordu mesela. Ve Ferhat hâlâ anlaşılamamaktan bahsedebiliyor.

Aslı, Suna'ya gitti, hikâyenin Yiğit'le ilgili olan kısmını kurcaladı bu kez de. Yiğit'in alacağı yarayı düşündü, Yiğit'le Ferhat arasındaki gittikçe büyüyen mesafeyi düşündü, amcasını hiç tanımayan Özgür'ü düşündü belki... Suna da çok iyi karşıladı Aslı'yı. Suna zaten insanın içini açan biri, Aslı aklındakileri onunla konuşamadı ama, yine de Suna ile konuşmak ona iyi geldi.

Ve dikkatinizi çekmek isterim, Aslı kafasında bunca soruyla abisine ya da en yakın arkadaşım dediği Ebru'ya gitmedi. Onlarla, Suna'yla konuştuğu kadar bile konuşamayacağının farkında çünkü. Sorunun ne olduğunu söylemese bile yalnızca yargılayacaklarını, ama anlamaya çalışmayacaklarını biliyor. Aslı, her şeyin göründüğü gibi olmayabileceğini anladı, ama bunu paylaşabileceği kimsesi yok etrafında.

Ferhat, Aslı'ya git dedi, kabusun bitti, özgürsün dedi. Bunları daha önce de söylemişti Ferhat ve gitmemişti Aslı. Gerçek sebebi biz biliyoruz ama Ferhat bilmiyor, anlamaya da niyeti yok. Şimdi, sular durulmuşken, kimsenin hayatı tehlikede değilken (bu hikâyede böyle bir şey mümkünmüş gibi) gidebileceğini düşünüyor Aslı'nın. Güzel kızın Çirkin'e âşık olabileceğini anlayamadı ki.

Aslı'yı göndermeyi kafasına koydu ama yine de zihni bununla o kadar meşgul ki, yol boyu peşlerinde olan motoru fark edemedi Ferhat. Bölümün Aslı'nın yaralanmasıyla bitmeyişine çok sevindim. Fiziksel olarak değil ama ruhen yaralanmış bir Aslı bıraktık arkamızda, ama Ferhat'ın vazgeçip geri dönmesine dair bir umudu da bıraktım ben Aslı'nın yanına. Zaten Ferhat, bir kadını kapıda bırakıp arkasına bakmadan basıp gidecek bir adam da değil, en azından Aslı'nın içeri girmesini bekleyebilirdi. Hatta ben, Aslı'nın gerçekten gidip gitmediğinden emin olana kadar bekleyeceğini de düşünmüştüm, ama Ferhat bunlara dayanamayıp atladı arabasına.

Aslı da Ferhat'ın kendisini neden göndermek istediğini, okların kendisine çevrildiğini şıp diye anladı ve itiraz etmedi Ferhat'a. Ama yine de sorgulamaktan geri durmadı tabii ki. Biliyorsunuz, çene kalıtsal... Belki de Ferhat başka bir şey söylesin istedi, git demekle yetinmesin, kendine iyi bak falan desin en azından...

Abidin'i tanımaya yeni başladık ama hemencecik sevdik onu. O da zembereğinden boşanmışçasına döküyor içindekileri. Bu hafta da gerek rakı masasında (bardaktaki sek rakıları bile mozaikleyenlere selam olsun) söyledikleriyle, gerek Gülsüm'e yaptıklarıyla, gerekse annesine haddini bildirmesiyle yine kazandı kalbimizi. Abidin'deki insanlığı dizidekilere pay edersek ancak iflah oluruz gibi geliyor bana. İnşallah diyelim.

Abidin rakı masasında içini dökerken Ferhat'ın sürekli Aslı'yı hatırlaması güzel hisler doldurmuştu kalbime ama Abidin'in sarhoşluğu ne kadar sevilesiyse Ferhat'ınki de o kadar uzak durulasıymış. Gerçi Ferhat içtikleri yüzünden değil, aklından geçenler yüzünden sarhoş oldu, rakı kafası değildi Aslı'nın gördüğü; ama yine de Ferhat'ı, onu ilk tanıdığımız haline döndürdü bu sarhoşluk ve kanattı içimizi.

İçini döken bir Abidin değildi, Dilsiz'in de dili çözülmeye başladı çok şükür. Konu sevda olunca çözülen dil değil, dedi bir de. Kalbimden dökülüyorlar dedi yani. Kim, nasıl üfledi de söndürdü acaba Dilsiz'in kalbini? Bu konuya tekrar geleceğimizi umuyorum.

Ayrıca, Abidin'in çocuk büyüdüğünde ona annesiyle ilgili ne söyleyeceğiz sorusuna hiç düşünmeden gerçeği söyleyeceksin cevabını veren Ferhat için özel bir alkış istiyorum. Söylenmeyecek gerçekler vardır yanıtıyla bile ilgilenmedi Ferhat, gerçeğin söylenmesi gerektiği konusunda ısrarcı oldu. Kendisiyle ilgili gerçekler ortaya döküldüğünde bunu bilip de susanlara karşı nasıl bir tavır takınacağını buradan çıkarabiliriz.

Cem de sevdiğini gösteremeyenlerden, ama en azından göstermeye çalışıyor, hevesi var. Ama yine de sevimli olamıyor. Evine nasıl gideceğini bilmediğini söyleyen Ebru'ya temiz bir otel bulmayı teklif etmesi, bu işlerden hiç anlamadığının ve bu işi pek de kotaramayacağının göstergesiydi. Başka bir yerde böyle bir sahne izlesem muhtemelen gülerdim ama Ebru ve Cem o kadar itici insanlar ki, bir araya gelince iyice çekilmez oluyorlar benim için. Ebru'nun intikam planına Cem'in nasıl dâhil olabileceğini de anlamış değilim zaten, Namık ve Ferhat'la Cem ne alaka?

Ebru ile ilgili olarak merak ettiğim tek şey, Şahin'in bildiklerini bilip bilmediği. Yani Aslı'nın öğrendiği sırrı Ebru da biliyor mu? Bilmemesine imkan yok gibi geliyor bana. Ama biliyorsa da neyi bekliyor? Öyle çetrefilli bir intikam planına bile ihtiyacı yok, gerçeği Ferhat'a söylesin ve köşesine çekilip olacakları izlesin kahvesini yudumlarken...

Son olarak, Namık'ın Aslı hakkındaki planları için bir şeyler söylemeliyim. Kasasına olabilecek en kolay şifreyi koyan (123456) Namık Emirhan kasadan dosyayı çıkarınca Aslı'nın geçmişinde ne olabilir ki diye düşündüm öncelikle. Sonra Namık'ın Şahin için hazırladığı planları hatırlayıp rahatladım çok geçmeden. Dosyanın içinde ne olduğunu öğrendiğimde ise kahkaha attım. 5 yıl öncesi, Aslı'nın henüz asistan olduğu zamanlar. Yani uzmanlığını tamamlamış bir cerrahın nezareti olmadan, tek başına bir ameliyat yapamaz. Yapmış olsa bile ameliyat raporunu imzalayamaz, çünkü imzasının bir geçerliliği yoktur. Uzman olmayan doktorun yazdığı basit bir ilacı bile eczaneden alırken sıkıntı yaşarsınız. Ailenin ergen oğlunu kışkırtmayı başardılar ama bence o dosyadan Namık'a ekmek çıkmaz. Aslı yaralanırsa Ferhat'la daha fazla yakınlaşacaktır, Namık da söylenmeye devam eder en fazla.

*Tolga Futacı - Aşk Olsun, Söz-Müzik: Tolga Futacı

(Bu yazı ilk olarak 25 Aralık 2017tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

Yine doldu yaşla gözlerim*

Siyah Beyaz Aşk 10. bölüm yorumu

Yine doldu yaşla gözlerim* 

Bir insanı tanımak bulmaca çözmek gibidir. Kimi karşınıza boş kareler ve sorularla çıkan, her yeni sözcükle işinizi kolaylaştıran ve sözcükleri bir araya getirdikçe bir şifreye, bir sırra ulaştığınız bir çengel bulmacadır, soldan sağa, yukarıdan aşağıya doldurursunuz boşlukları; kimi karmaşıktır, onlarca harf içinden doğru sözcükleri sizin avlayıp çıkarmanız gerekir; kimi sudoku gibidir, her bulduğunuz yanıt bir sınır koyar önünüze, kolaylaştı sanırken zorlaşır işiniz; kimi de kutusu olmayan bir puzzle gibidir, ortaya çıkacak resmi bilmediğiniz için parçaların nasıl yan yana geleceğini de deneye yanıla bulursunuz ve her bulduğunuz parçada başka bir hikâyeyi ortaya çıkarırsınız.

Aslı, ilk günden beri Ferhat'ı tanımaya çalışıyor. Ona sorular soruyor, fikrini söylüyor, onunla uğraşıyor, didişiyor, hikâyesini kurcalıyor ve sonunda tanımlar yapıyor kendince. Çünkü Ferhat bir puzzle ve Aslı parçaların peşinde koşuyor, bulduklarını uygun bir şekilde bir araya getirmeye çabalıyor.

Yeter'le Namık'ın konuşmasına tanık olduğu zaman puzzle yeni bir hikâyeye doğru genişledi ve Aslı bunu diğer parçalarla birlikte düşünüp daha büyük bir resim görmeye çabalıyor şimdi. Berber Necdet gibi iyi, sevgi dolu, kimseyi incitmemiş bir adamın neden öldürülmüş olabileceğini sorgulamaya başladı Aslı, bu sorgulamayı Ferhat da yapsın istiyor şimdi. Çünkü Ferhat'ın bir bataklık olmadığını, kendisinin nedense göremediği bir bataklığın kurbanı olduğunu anladı.

Ve insanları yaralarından tanıyan ve hayatını, yaraları iyileştirmeye adayan Aslı'nın artık kaçacak yeri yok, bu hikâyeye saplandı o da. Ve hissetmeye başladıkları onu artık rahatsız etmiyor. Sadece Ferhat'ın içindeki beyaz ihtimalini gördüğü için değil, iyileştiren el, seven elden daha güçlü daha baskın olduğu için. Yardımseverlik, iyilikseverlik kolaylıkla önüne geçer bastırılmaya çalışılan bir aşkın.

Bu kez sevdiği ve kaybetmekten korktuğu Ferhat'ın değil, daha fazla kirlenmesine izin vermek istemediği Ferhat'ın peşine düştü Aslı, panikle. Hatunun kafa zehir, yanında gidemeyeceğini bildiği Ferhat'ı izlemenin bir yolunu düşünmüş. Fakat telefonu Ferhat'ın arabasına koymak ne kadar iyi bir fikirse, telefonu koymak için torpido gözünü seçmek de o kadar kötü bir fikirmiş. Ferhat'ın da kafa zehir, durumu anlayıp Aslı'yı izlemiş. Ama izlemeseydi bile, herhangi bir şey için torpido gözünü açtığında bulabilirdi telefonu.

Ya telefonu arabadan çıkarıp bir kenara bırakmak yerine Aslı'ya sürpriz kahvaltı hazırlamayı düşünen, bir de mutfağa girip biberleri, domatesleri öldüre öldüre menemen yapan Ferhat'a ne demeli? Ya masadan kalkarken Ferhat'ın notunu cebine atan Aslı'ya? Yalnızca şeytan değil, aşk da ayrıntıda gizlidir. Ferhat'ın Aslı'nın ateşini kontrol edişinde, ısrarla üşümediğini söyleyen Ferhat soğukta kalmasın diye Aslı'nın şömineye odun attırmasında...

Aslı ve Ferhat nereye gidiyordu da benzin bitince yolda kaldılar anlayamadım. Yürüyerek ulaştıkları taş eve gidiyorlardı diye düşünüyorum, ama evden uzakta olmak demek illâ ki tenhaya çekilmek demek değildir, neden başka bir yer değil de taş ev? Ferhat Aslan Aslı'yı taş eve götürerek ne yapmaya, nereye varmaya çalışmaktadır?

Benzin bitince yağmurda yürümek zorunda kalan çiftimizi yağmur altında da görmek isterdim ben. Yanan evin içinde odadan odaya bile el ele giden Aslı ve Ferhat o yolları da el ele geçmiş olmalı. Ya Aslı çamura falan saplanırsa karanlıkta, değil mi ama?

Ferhat'ın eve girer girmez "Çıkart üstündekileri hemen" demesine uzun uzun güldüm. Neyi kastettiğini ve neyi kastetmediğini hepimiz biliyoruz ama bir yakınlaşma sahnesi olsa ve Ferhat bu sözcüklerle konuşsa eminim hiçbirimiz yadırgamayız. Aslı'nın kulağına romantik cümleler fısıldamasını bekleyecek değiliz ya! Soyunmaya ikna olan Aslı'nın "Hadi sen de çıkart o zaman üstünü" demesi peki? Sevgilerini saklamaktan vazgeçene kadar böyle sahnelerle eğleneceğiz anlaşılan.

Fakat Ferhat'ın, "Hayatımızda ilk defa soyunan kadın görmeyeceğiz" demesi hiç hoş olmadı. Sen benim için herhangi birisin, sen olmazsan başkası olur anlamına geliyordu çünkü. Nitekim Aslı da lafı buradan anlayıp ertesi sabah, "Senin etrafında yok mu IQ'su telefonundan küçük kadınlar, onlara bak" diyerek verdi yanıtını.

Oysa Aslı daha kendisi ısınamamışken Ferhat için de bir battaniye olup olmadığını sormuştu. Aç mısın, yemek yedin mi, üşümüyor musun gibi sorularla onunla ilgilendiğini, onu önemsediğini defalarca göstermişti.

Ferhat'ın ilgi gösterme biçimi tabii çok farklı ve anlaması da pek kolay değil. Saat 9'da Aslı'yı almaya gelecek olması bunun örneği. Ufak bir flashback ile izlemeye doyamadığımız masal sahnesini hatırlatmasalardı eğer, Aslı'nın yanıtsız kalan soruları listesine eklerdim bu soruyu da. Evet bu bağlantıyı biz de kurabilirdik ama emin olamazdık. Fakat madem o sahneyi hatırladık, şu da olabilir: Özgür uyuduktan sonra evden çıkan Ferhat, hemen internette Güzel ve Çirkin masalını buluyor, okuyor ve hikâyedeki benzerliğe şaşırıyor. Hatta bizim, "Ben miyim Çirkin, şimdi bir de canavar mı oldum" diye okuduğumuz bakışlarıyla Aslı'ya haksızlık yaptığını anlıyor. Masaldaki Çirkin'in olduğu gibi kendisinin de bir şansı olabileceğine inanıyor ve Aslı'yı kendisine alıştırmaya çalışıyor.

"Burada kalsaydım daha büyük hır çıkacaktı" dedi Ferhat, ailenle ilgilenmek yerine gece kaçamağı yapıyorsun diyen Namık'a. Şahin'in söyledikleri yüzünden hır çıkacaktı herhalde, evden uzak olması için başka bir gerekçe bulamadım. Aslı'yı evde bırakmama sebebi de onu Namık'tan korumak istemesi olmalı.

Namık'ın rahatlığı artık genişlik sınırlarını bile aştı, artık ya harekete geçmeli ya da biz bu rahatlığın sebebini öğrenmeliyiz. Şahin ortaya çıktıktan sonra Ebru'yu göz hapsinde tutması gerekirdi, yapmadı. Şahin öldü, yine yapmadı. Bütün yaptığı telefonla konuşmak ve önüne gelene ayar vermek. Bölüm sonunda Aslı'nın söyledikleri onu biraz olsun kışkırtır umarım.

Ayrıca borçlu olmak konusunda Namık'a söylediklerine de alkış tuttum gücüm yettiğince. Namık biraz olsun farkına varmalı artık Ferhat'ın onun emir kulu olmadığının. Yanında duruyor, lafını dinliyorsa, ona ödenmemiş bir borcu olduğunu hissettiği için değil, babasının kanını yerde koymamasına vesile olduğu için. Zaten Namık da en büyük golü buradan yiyecek ileride.

Ferhat'ın da Namık konusunda bazı adımlar atmasını bekliyordum ben, ama Ferhat cevabımı verdi Namık'la konuşurken. Babasının katilini ona getirdiği için minnet ediyormuş Namık'a bunca senedir. Peki ama Şahin'in kızı konusunun üzerine neden gitmiyor Ferhat?

Ebru, Şahin'in intikamını alacak ve kanını yerde bırakmayacakmış. Gülerim demiştim geçen hafta, gülüyorum istemsiz. Babası vurulduğunda girdiği delikten çıkmaya cesaret edemeyip SMS yoluyla adam çağırmaya çalışan, onu bile beceremediğinden bütün evi telef eden Ebru mu alacak intikamı? Kusura bakmayın da ben yemedim. Ne intikam yeminine inandım ne de çektiği acıya. Şahin'in bir başka yakını falan çıksa bari ortaya.

Babasını toprağa verdikten sonra acısını çekmek yerine koşa koşa hastaneye gelmesi de acısına inanmama engel olan noktalardan biri. Aslında Aslı'yla kurduğu arkadaşlıktan da şüpheliyim, ama hastanede Aslı'ya bu durumun böyle devam edip etmeyeceğini sorduğu zaman, Aslı'yı korumak ya da en azından bu olayların dışında tutmak isteyebileceğini gösterdi. Yani Aslı kurtulmak istiyorsa Ebru ona el verebilirdi.

Ama Aslı kurtulmak istiyorum demedi, diyemedi. "Yani... Şimdilik... Öyle görünüyor... Mecburen..." Kendisi de şaşırıyor ama Aslı artık "kurtulmak" istemiyor ve istemediğini de söyleyemiyor yüksek sesle. Buna mecbur olduğunu söylüyor onun yerine. Bıçak çeken adamdan korkmadığı gibi, Ferhat'tan ve onun yanındayken yaşayabileceklerinden de korkmuyor artık Aslı.

Meğer Abidin'i tanımıyormuşuz hiçbirimiz. O pasif, sessiz, uyumlu adamın Cüneyt'e ayar vermesine bile şaşırmıştık geçen hafta. Ama o 'yarım akıllı' Abidin'in içinden yüreği kocaman bir insan çıktı, çok şükür. Böyle silahlarla, şiddetle dolu bir ortamda yaşayan, üstelik de güçlü tarafta olan Abidin, hiç yüz vermedi şiddete, en insan yanıyla kurtuldu sorunlarından. Cüneyt'e bir ayar daha verdi ve şimdilik serbest bıraktı onu. Çünkü arada Özge var, Vildan var, Gülsüm var. Oysa Safiye ile arasında hiçbir bağ yok, bu nedenle Safiye ile yüzleşmeyi ve en uygun şekilde hayatından çıkarmayı seçti.

Meğer Abidin yarım akıllı değilmiş, çoğunluğun akıl sandığı kurnazlığa meyil vermezmiş yalnızca. Her şeyi görür ama üstünde durmamayı seçermiş. Söylenene inanır ve söylenmeyeni kurcalamazmış. Meğer Abidin, sessiz sakin, kimseye bulaşmadan kendi hayatını yaşamaya çalışan bir insanmış yalnızca. İnsanmış.

Duyduklarını uzun uzun düşündü Abidin, parçaları birleştirdi, hikâyeyi tamamladı ve hükmünü verdi. Bebeği anasına kavuşturup Gülsüm'ü mutlu etti, Cüneyt'i hizaya getirip Vildan'ı mutlu etti, para verip Safiye'yi mutlu etti. Kendisinin içi yanıyor, görmemek imkânsızdı. Bundan sonra bambaşka bir Abidin izleyeceğiz, o da belli. Ama bu krizi yönetme biçimi beni Abidin'e; bu değişimi, kozasından çıkan Abidin'i eksiksiz oynayışı da Timur Ölkebaş'a hayran bıraktı.


Abidin will never be 'Abuş' again!

Cüneyt meselesinin bununla kalmayacağı aşikâr. Abidin sussa da İdil bir noktada konuşacaktır. Ya da Cüneyt başka naneler yiyip topun ağzına gidecektir yine. Açıkçası bunun da çok geçmeden olmasını diliyorum. Hem Cüneyt'in hak ettiğini bulması için hem de Halil Gök'ün alanının genişlemesini görmek için, her hafta izliyorum ama gerçekten özledim onu izlemeyi.

Yedinci bölümde Gülsüm Safiye'yi boğduğunu sandığı zaman şöyle yazmıştım: "Öldüğünü sanmıyorum Safiye'nin, ölmesin de zaten. Kısa bir baygınlık sonunda ayılacak ve yine de ayağını denk almayacak, aksine daha da hırçınlaşacaktır. Böyle ilk adımlarında değil, hırsının, kibrinin yükselişiyle ölmeli, ölecekse. Trajik bir ölümü fazlasıyla hak eden bir karakter."

Tam da istediğim gibi oldu Safiye'nin sonu. Gülsüm'le Yeter'i sürekli taciz etmesi yetmemiş, bir de İdil'le müttefik olmaya kalkışmıştı onlara karşı. Foyası meydana çıktığında bile "kaçalım" diyerek Abidin'i kullanmaya çalıştı. Var gücüyle hırsını konuşturduktan hemen sonra, kendisine çok yakışan o sonu yaşadı Safiye. O kadar ağladıktan, hakarete uğradıktan ve kovulduktan sonra bile o paraları almaktan çekinmeyen Safiye, o paralar yüzünden öldürüldü. Daha ne olsun?

Bölümü izlerken keyfim son derece yerinde, hayat yolundaydı. Öncekilere göre daha sakin, daha duygusal olsa da bölüm, ağlamaya hiç niyetim yoktu. Ta ki Mehmet Erdem'in sesini duyana kadar. Hikâyeye bu şarkı üzerinden bakınca, şarkının Ferhat'a uygun olduğunu görmek hiç de zor değil. Uçsuz bucaksız dalan, isteyen ama kaçan, uykusuz geceleri art arda dizen, her şeyi gizlese de gözyaşlarını gizleyemeyen Ferhat'ın şarkısı olmaya en uygun şarkılardan biri bu. Ben de ağlamaya çekinen biri olmadım hiç. Yine oldu, yine doldu yaşla gözlerim...*

*Mehmet Erdem - Hepsi Benim Yüzümden, söz-müzik: Cihan Güçlü

(Bu yazı ilk olarak 18 Aralık 2017 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

15 Şubat 2018 Perşembe

Aşk imiş her ne var âlemde*

Siyah Beyaz Aşk 9. bölüm yorumu

 Aşk imiş her ne var âlemde*

İnsanın hamuruna iyiliğin de kötülüğün de mayası karılmıştır. İyiliğin ve kötülüğün tohumlarını bir arada taşır insan. Her ikisi de büyüyebilir insanın içinde, yerini yadırgamadan. Ve çoğunlukla, ikisini birden büyütürüz; bazen birini diğerinin ardına gizleyerek, bazen birinden kaçıp diğerine tutunarak, bazen ikisine birden sarılıp güç alarak. Tercihlerimiz önemlidir, çünkü o tercihlerdir alelade bir hikâyeyi bizim hikâyemiz yapan. Ve ille de başımıza gelenlerdir tercihlerin seyrini bozan, tasarılarımızı boşa çıkaran. Yani kesin bir doğrusu yok bu meselenin.

Ne siyahın ne beyazın, ne kötünün ne iyinin, ne Ferhat'ın ne Aslı'nın tarafındayım bu hikâyede. Çünkü bütün bunların bir hikâye olabilmesi için iki tarafın da varlığı zaruri. Ve iyilikle kötülüğün iç içeliği, birbirinin içinde büyüyüp küçülmesi, dolup boşalması gibi onların hali: birbirlerinin zıttı değiller, tahterevallinin karşı uçlarındalar, biri yükselirken alçalıyor diğeri. Hareketin kaynağı ise aşk. Şimdilik yalnızca ima edilebilen, gerçek anlamıyla söze dökmekten köşe bucak kaçılan aşk. Mesele aşk…

Şükür ki meselemiz aşk, başka türlü olsaydı, iyiliği ve kötülüğü, güzeli ve çirkini, tercihleri ve zorunlulukları konuşup tartışıyor olmazdık. Döner sırtımızı giderdik başka yönlere. Oysa aşk var, onlar aşkı kavramak ve yaşamak için kalıyorlar bu hikâyede, bizler de tanık olmak ve nasiplenmek için. Üstad Fuzulî boşuna söylememiş: Aşk imiş her ne var âlemde.*

Aslı haklı, insan tercihleriyle yaşar, iyi ya da kötü biri olmayı, yatakta ya da yerde yatmayı, gitmeyi ya da kalmayı seçebilir, seçimlerinin sonuçlarına da katlanır. Fakat Ferhat da haklı, hayat önümüze her zaman seçenekler sunmaz, bazen seçemez hale getirir bizi, bazen seçenekleri çekip alıverir önümüzden.

İyi olmak Ferhat'ın dediği kadar kolay değil, o yollar hep çetrefilli. Herkese baş eğmekle, ağzımızın tadı kaçmasın diye düşünmekle, sessiz kalıp etliye sütlüye karışmamakla iyi olunmuyor. İnsan hiçbir şey yapmazsa iyi olur, ama kötü olmak için illâ ki bir şeyler yapmış olması gerekir diye de düşünemeyiz. Zaten iyilik ve kötülük, böyle net çizgilerle ayrılamıyor birbirinden her zaman. Yüzlerce yıldır, çağın en önemli düşünürleri tarafından tartışılmış, yine de tüketilememiş bir konu bu. Belli ki Ferhat, bu konu üzerine Aslı'dan daha çok kafa yormuş, daha ince düşünmüş pek çok şeyi. Karşılaştığı kötülüklerle mücadelenin yolunu da karanlıkta bulmuş. O karanlığı hiç tanımayan Aslı'nın böylesine şaşırması, öfkelenmesi doğal. Ama o da bu hikâye ilerledikçe anlayacak iyi ile kötünün iç içe olduğunu.

Ferhat'ın yanıldığı bir yer daha var: Aslı'nın Ferhat'ı yaralı halde bırakıp gitmeyişinin nedeni, vicdanına hesap verecek olması değildi, kalbine hesap verecek olmasıydı. Evet, bunun ardında da bir bencilliğin yattığı doğru, ama iyi insan olmak için değil, kaybetmemek için kurtardı Ferhat'ı Aslı.

Masallara inananlar, masallara ihtiyacı olanlar ve masallarla bile iyileşemeyecek olanlar; insanlar çeşit çeşit. Aslında masallar da öyle, görmeyi bilene.

Özgür, amcasını babası zannetti ve beklenmedik bir kapı açtı hikâyemize. Yıllar boyu aynı sözcüklerle, aynı mesajı vermek için anlatılan masal, yepyeni anlamlar kazandı burada. Ferhat'tan bir masal dinleyeceğimiz aklımıza gelir miydi? Ya masal anlatamayışına vurulacağımız? Birinden böyle sufle alacağına inanır mıydık? Başka bir yerde rastlasaydı bu masala, yine de Çirkin'in yerine koyar mıydı kendini?

Aslı düşünebilir miydi bir gün bir çocuğa birlikte bir masal anlatacaklarını? Çirkin canavara âşık olan güzel kız olacağını?


Ben miyim Çirkin?

Alelade bir şey söylerken başka hikâyeler anlatan bu cümlelere bayılıyorum. Elbette bu ikinci anlamları o cümlelere biz yüklüyoruz; çünkü bir aşk ihtimali görüyor ve ona yoruyoruz her şeyi. Çünkü aşk, her şeyden önce bir ihtimaldir ve biz onu yaşamak ya da görmek istedikçe gerçek olur. Ama şunu da söylemek gerekir: aşk, biz onu görmek istediğimiz için orada değil. Daha ilk bölümden bu yana orada, gizleniyor cümlelerin arkasına.

İkinci bölümde, neden benimle evlenmek istedin sorusuna şöyle bir yanıt vermişti Ferhat: "Çok güzelsin, kaçırmak istemedim seni." İronik bir yanıttı bu, Aslı'ya bunun tam tersini düşündürmüştü. Oysa gerçekti. Aslı'yı kontrol edebilmek için "gözlerini gözlerimden ayırma bir daha" deyişindeki gibi. Geçen hafta da, Aslı'yı kucaklayıp yanına yatırdığını itiraf etmişti, "uykun ağırmış" diyen Aslı'ya "senin kadar değil" diyerek. Duymayı bilmek lazım tabii.


Yok canım, ne aşkı?!

Bu hafta, Aslı'nın ağzından kaçtı bazı sözcükler. Suna'ya "sizi bize götüreyim" dedi mesela. Şimdiye kadar hep 'cehennem' diye tanımladığı ev, 'bizim' oldu birdenbire. Evde de oda için 'bizim' dedi. Sonra fark edip düzeltti 'Ferhat'ın odası' diye ama, biz anlayacağımızı anladık.

Masal sahnesi çok güzeldi, Ferhat'ın masal anlatamayışı, sözcüklerin arasına giren işteler, yaniler, sonuçtalar, dönüp dönüp Aslı'ya bakışlar anlatılmaz yaşanır gerçekten. Çatır çatır masal anlatan bir Ferhat'tan böyle keyif alır mıydık bilemiyorum. Özgür'le daha çok bir araya gelmeliler.^^

Masal sahnesi güzeldi güzel olmasına, ama benim en sevdiğim sahne, Aslı'nın Ferhat'ı durdurup Özgür'ün yanına gitmesini söylediği sahne oldu. Onların intikama değil desteğe ihtiyaç duydukları, yalan da olsa ona umutlu cümleler söylenmesi gerektiği, Ferhat'ın ona amca olmayı öğrenmesi gerektiği son derece doğruydu. Nitekim Ferhat da gık diyemedi bu sözler karşısında, kuzu kuzu gitti Özgür'ün yanına.

"Seversen, bunu istediğin kadar saklamaya çalış, beceremezsin. Kimse beceremez." Şimdiye kadar Namık'ın ağzından çıkan tek doğru söz. Cem bile anladıysa, Aslı'nın halinin saklanamazlığını siz düşünün. Ferhat'ın hali ilk günden beri dikkatleri çekmekte zaten. Ferhat Aslı'yı vurmadan geri döndüğünde, "Abim bu kızı gözüne kestirdi, harcamaz, dedim mi demedim mi?" diye sormuştu Abidin, Dilsiz'e. Her şey ayan beyan ortada işte.

Yiğit'in Ferhat'ın kapısına dayanması ve Ferhat'ın, kendi yiyeceği dayağı kardeşine öğretmesi çok dokunaklı bir sahneydi. Yıllar önce kardeşine verdiği sözü tutamadığını fark edince, ilk dayağı yemeyi de hak etmiş oldu Ferhat. Yiğit iyi vurdu ama Ferhat, onun elinin acısına odaklandı yediği dayak yerine. Böyle bir adam kardeşlerinden böyle uzaklaşmayı nasıl başardı gerçekten bilmek istiyorum artık.

Yiğit giderek Ferhat'a benziyor. Öfkeli, tahammülsüz, sürekli bağıran, emir veren bir adama dönüştü. Suna'yı bezdirecek ve Özgür'ü ürkütecek diye korkmaya başladım. Bari Aslı ile Suna iletişimi sürdürse de kardeşler arasında köprü olsalar.

Hiçbir aksiyona girmiyor, elini taşın altına sokmuyorken Namık'ın sürekli bela ile uğraşıyormuş tavrı takınması çok sinir bozucu. Daha bölümün başında ortaya çıktı Şahin'e yönelik olarak yaptığı hamlenin bir işe yaramadığı. Ama Namık hiçbir şey yapmadığı gibi, kendisinden yardım isteyen Yeter'i susturdu, konuşmak isteyen İdil'i kovalayıp bilenmesine neden oldu. Zaten bir dayılığını da görmedik en baştan beri. Safiye bile bu kadar etkisiz değil.

Cüneyt de Namık'ın kötü bir taklidi gibi. Vildan ne zaman bir şey söyleyecek olsa, bin türlü bela ile uğraştığını söylüyor, ama uğraştığını hiç görmedik, sadece konuşuyor. Yeter'den yediği tokadı da, Abidin'den duyduğu lafları da hak etmişti, biraz içim soğudu. Ama şimdiye dek yaptıklarının yanıtını Ferhat'tan alma zamanı geldi de geçiyor. Şahin'e çalıştığını anlamalı ve biletini kesmeli artık Ferhat.

Ebru'yu baştan beri sevmediğim malum, ama sevmeme sebebim aptallığıydı yalnızca. Şimdi buna kalleşlik de eklendi. Tamam, babasından dolayı Namık'a ve bir ölçüde Ferhat'a kin besliyor olabilir, hak vermesem de anlayabilirim bunu. Ama Aslı'ya dost, Cem'e âşık rolü oynamasının hiçbir mazereti yok benim gözümde. Kırılan kalplerin hesabı sorulur Ebru Hanım!

Benim tanıdığım Ferhat, hem Cüneyt'e güvenip sırtını dönmez, hem de Şahin'in mekanında Ebru'nun kokusunu tanır ve bunlara göre karşı hamle geliştirir. Gelecek bölümde, bunlarla ilgili flashbackler görmeyi bekliyorum. Şahin'in vurulma anının da, tıpkı geçen bölümdeki tutuklanma anı gibi Ferhat'ın aklından geçenler olduğunu düşünüyorum. Ferhat, Şahin'i oracıkta ortadan kaldırabilecek bir karakter, ona sözüm yok. Ama yaşanan her şeyin bir oyun, bir tuzak olduğunu öğrenen Ferhat, bunun da bir tuzak olabileceğini düşünmez mi? Ayrıca, Şahin ölürse Ebru mu koşacak intikamının peşinde? Ay ben gülerim.

Aslı'nın öğrendiği sırrın ağırlığı da çok büyük, omuzlarındaki yük giderek artıyor ve paylaşacak kimsesi yok. Aslı pek bu işlerin insanı değil ama, umarım öğrendiği sırrı Ferhat için Namık'a karşı kullanır da, hem Ferhat biraz rahat eder, hem de Ferhat'aa yaklaşıp yükünü paylaşmasının yolu açılır.

Aklımızı başımızdan alan, hop oturtup hop kaldıran sezon finali tadındaki bu güzel bölümde emeği geçen herkese teşekkürler. Hep böyle olsun, hep böyle olalım…

(Bu yazı ilk olarak 11 Aralık 2017 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

Aşka düşen denk olur*

Siyah Beyaz Aşk 8. bölüm yorumu

Aşka düşen denk olur*

"Kafam allak bullak oldu, her şey birbirine karıştı." Ebru'ya söylediği bu cümle, Aslı'nın halinin özeti. Aslı ne yapacağını, ne düşüneceğini şaşırdı. Kendini kontrol de edemiyor, Ferhat'a öfkesini her fırsatta kusuyor ama onun için endişelendiğini de saklayamıyor. Bir taraftan senden nefret ediyorum diye bağırırken Ferhat'a, bir taraftan dikişlerinin patlamasından endişe ediyor. İlk bölümlerde duygularının kendisini hiç yanıltmadığını söyleyen Aslı, şimdi duygularının değil, kafasının karışıklığından söz ediyor.

Bakmayın nefret cümlelerine, Aslı'nın duygularından söz edecek hali yok, çünkü algıları kapalı. Biz haftalardır Ferhat'ın gözlerinde neler neler okurken o çıkıp "buzdolabı gibi gözlerinle bakıyorsun" diyebiliyor, çünkü görmek istemiyor. Ferhat'ı zihninde bir yere yerleştirdi ve hissetmeye başladıklarına rağmen hâlâ ilk günkü yargısıyla bakıyor ona. Aslı'ya hak vermiyor değilim, Ferhat'la rastlaştığı günden beri aklına bile getirmeyeceği şeyler yaşadı, kötülükler, haksızlıklar gördü, acılara tanık oldu. Aklı ve vicdanı ona bambaşka şeyler söylüyor, bu nedenle de kalbini susturmak zorunda hissediyor kendini. Dediğim gibi, hiç de haksız değil.

Yine de bizler, bu dizide hislerin direkt sözcüklere dökülmemesine, gözlerden, davranışlardan okunmasına ve detaylara gizlenmesine alışığız. Alev alev yanan evden kaçmaya çabalarken de, silahlı adamlardan kaçarken de öncelikle Ferhat'ın yarası için endişeleniyordu. Yiğit'le konuşup öğrendiklerinden sonra ne yapacağını, ne düşüneceğini bilemezken bile yanına gelen Ferhat'a ilk sorduğu soru "iyi misin" oldu. Bu aşamada ben zaten bundan fazlasını istemiyor ve beklemiyorum. Her hafta bir tango ile başlıyor hikâyemiz; her şey adım adım. Tango adımları hayata dair pek çok şey söyler bize, olması gerekenden daha hızlı adımlar atarak daha güzel tango yapılamaz mesela...

Ferhat'ın kafası karışık değil bence. Bunca yıl kendini saklamasına, kalbini kapatmasına rağmen başına gelenlerin farkında. Bununla mücadele etmiyor, buna direnmiyor. Tek yaptığı, içinde bulunduğu durumu yok saymak. Çünkü o da farkında Aslı gibi birinin kendisiyle işi olmayacağının; onlar siyahla beyaz kadar uzaklar birbirlerine. Bu yüzden Aslı'ya göre çok daha rahat davranıyor, yakınlaşıyor, başka anlamlara gelecek laflar ediyor, imkânsızlığın altını çiziyor her fırsatta ve susuyor. Aslı konuştukça, içini döktükçe daha çok susuyor Ferhat. Aslı sözcüklerin arkasına gizlerken kalbindekileri, Ferhat suskunluğa gizleniyor. Onlar siyahla beyaz kadar uzaklar griye, eşit uzaklıktalar aşka. Türkünün dediği gibi: Aşka düşen denk olur!* Eşitliği aşk lehine bozan kişinin de Ferhat olacağını düşünüyorum, gözyaşını karşısındakine ilk gösteren kişi olması gibi.

Aslı'nın arabayı alıp gitmesine -nereye gittiğini bile bile- izin vermesi şaşırtıcı gelebilirdi, Ferhat'ın halini anlamasaydım eğer. O aslında çoktan teslim oldu aşka, sadece dışa vurmuyor bunu, nasıl dışa vuracağını bilmediğinden belki de. Tıpkı kurşun yedikten sonra yerde yatarken Aslı'ya git demesi gibi bir durumdu Aslı'nın Yiğit'e gittiğini anlaması. Yapamaz diye düşündü Aslı'yı tanımaya başladığı için. Yapamaz, çünkü böylesine içine girdiği bir hikâyeyi yarım bırakıp gidemez Aslı. Yaparsa, boynu kıldan ince Ferhat'ın. Çantasını hazırlayıp beklemesi gösteriş değil, teslimiyetti. İhtiyar'ın evindelerken fonda çalan şarkıyı hatırlama vakti: Senden gelsin, ölüm başım üstüne.**

Ya şimdi ya hiç diyerek çıktı yola Aslı, o da tıpkı Ferhat gibi düşündüğünden. Ait olmadığı bu karanlığı ya aydınlatacaktı ya da bir daha dönmemek üzere çıkacaktı o karanlıktan. Henüz bir karar vermemişti aslında, ama yapması gerektiğini düşündüğü şeyi yaptı ve bindi o arabaya. Belki de durdurulmayı bekledi, böylece bir seçim yapması, zaten karışık olan aklını bir de bununla karıştırması gerekmeyecekti. Ferhat durdurmayınca bir seçim yapmak zorunda kaldı, kendisini tedirgin eden, fakat günbegün içine de çeken seçeneği enine boyuna öğrenmek istedi.

Yiğit, Aslı'nın hiç bilmediği, görmediği bir Ferhat anlattı ona. Aydınlıktan karanlığa, masumiyetten zalimliğe, beyazdan siyaha geçişin hikâyesini… Bu hikâyeyi bildiğinizde bile Ferhat'ı anlamak zor, empati kurmak daha zor. Ama insanda anlamaya çalışmak, yanında olmak ve elinden tutup aydınlığa çıkarmak arzusu uyandıran bir hikâye. Aslı, bundan sonra bu arzunun peşine düşecek gibi görünüyor. Şaşırtıcı değil, hayattaki amacı bu, iyileştirmek, sağaltmak onun işi. Ferhat'ı iyileştirecek ve renklendirecek gücü yettiğince, eli erdiğince… Sahildeki konuşmaları ve köfte ekmek sahneleri, Aslı'nın bu yolda başarılı olacağının kanıtı.

Yiğit'in de Ferhat'ı anlamaya çalıştığını, anladığını görmek beni mutlu etti. Buna rağmen Ferhat'a duyduğu öfkeyi ise terk edilmiş hissetmesine bağlıyorum. Sevgisini, şefkatini gösteren, koruyan, kollayan bir abiymiş Ferhat karanlığa çekilmeden önce. O günleri ve abisini özleyen, abisinin içindeki beyazı bildiği halde sürekli siyahla karşılaşan Yiğit'in öfkesini artık anlıyorum. Anlamadığım şey, Aslı'ya anlattığı Ferhat'ı Suna'ya anlatmaması, Suna'yı bu hikâyenin dışında tutması ve buna rağmen öfkesini hep ona göstermesi. Suna'yı korumak istiyor olabileceği aklıma geliyor, ama insan sevdiğinden yarasını saklamaz diye düşünüyorum.

Kardeşler birbirlerinden uzak düşmüşler ama kalplerindeki sevgiyi korumayı bilmişler. Yiğit'in Ferhat'ı anlatışı, Ferhat'ın Yiğit'e doğum günü mesajı ve anlamlı hediyesi, Gülsüm'ü kurtarmak için gücünün son zerresine kadar direnmesi, uyanıkken sarılamadığı kardeşini uyurken ziyareti, Gülsüm'ün abisine nasıl yaklaşacağını bilemediği için Aslı'yı onun yerine koyması hep bu sevginin, kardeşlik bağının yok olmadığının işaretleri. Fırsatını bulduğumuz her anda kardeşlerimize sımsıkı sarılmamız gerektiğinin anımsatıcıları.

Bu dizide en çok sevdiğim şeylerden biri, Aslı ve Ferhat arasındaki replik döngüleri. Dördüncü bölümde, "Var mı eksiğim?" sorusuyla başlamıştı, bu bölümde "sonra sonra" ve "uyumadığını biliyorum"la devam ediyor, dilerim devamı da gelir. Hem sevdiğimiz sahneleri hatırlıyor, hem de hikâyenin temellerine birer ilmek daha atıyoruz. Üstelik her yeni kullanımda anlam değiştiği için Aslı ve Ferhat arasındaki ilişkinin gelişimini bu replikler üzerinden de takip edebiliyoruz.

Çok sevdiğim bir diğer özellik de, karakterlerin mizahi yönleri. Aslı'nın, Ferhat'ın komutlarına ve yasaklarına verdiği tepkiler beni gülümsetmekten öteye geçti, kocaman kahkahalar attırıyor artık. Handan'ın Safiye'yi duyup Abidin'e Abuş demesi, İdil ve Yeter'in atışmaları, Gülsüm'ün Cüneyt'e inat sözleri, hatta Dilsiz'in yenge dememeyi becerememesi. Hem daha sahici kılıyor izlediğimiz şeyi, hem de nefes aldırıyor onca aksiyon arasında.

Geçen hafta, İdil'i makyajsız ve ağlamaklı bir suratla bir jinekologdan çıkarken görmüştük en son. Ne olup bittiği bize söylenmedi ama benim kürtaj yaptırdığından şüphem yok. İdil'in gözlerindeki umut ışıkları silindi, yerine intikamın çelikten parlaklığı geldi bile. Namık'tan intikam alacak bir İdil'e kapılarım sonuna kadar açık, ama bunun için Şahin'le işbirliği yapacak bir İdil ile mutlu olacağımı sanmıyorum. Hem Namık'ın birkaç cephede birden savaş verdiğini görmek isterim, hem de yalnız bir kadın olarak kendi yolunu kendisinin çizdiğini görmek isterim İdil'in, bugüne kadar izlediğim İdil'i koyduğum yer bu. Fakat Şahin'le tanıştıktan ve onun üstü kapalı teklifini reddettikten sonraki bakışı işkillendirdi beni.

Safiye'nin tehditlerinin içinin boş olduğunu birilerinin görmesi lazım artık. Safiye, Yeter ve Gülsüm'ün kendisine muhtaç olduğunu düşünüyor ama durum pek öyle değil. Bebeğin annesinin Safiye değil Gülsüm olduğu ortaya çıkarsa Gülsüm'ün bir miktar başı ağrır ama eninde sonunda sorun çözülür. Oysa gerçeğin ortaya çıkması durumunda Safiye'nin o evde kalması için bir sebep kalmayacak ortada, yani sırrı ortaya dökerse kendi ayağına sıkmış olacak Safiye. Bırakınız anlatsın, ne anlatacaksa…

Gülsüm aksiyon alamıyor ama çok güzel konuşuyor bir süredir. Cüneyt'e verdiği ayarlar buradan Fizan'a yol olur ama Cüneyt yüzsüz çıktı, buradan bize hikâye çıkmıyor. Fakat Gülsüm'ün günbegün aydınlanmasını görmeye paha biçilemez. Önce Cüneyt'in beş para etmez bir adam olduğunu fark etti, sonra güvenmesi gereken kişinin Aslı olduğunu gördü, şimdi de Vildan'ın halini herkesten daha iyi anlayan kişi oldu. Vildan değişmek, toparlanmak, yeni bir sayfa açmak istiyor, ama eşinden de annesinden de destek bulamıyor. Buna rağmen çabalaması, oldukça acıklı bir fotoğraf koyuyor önümüze. Bir yerlere tutunmaya çalıştıkça öteleniyor Vildan, şimdilik tırmalamaya devam ediyor ama sabrı elbette taşacaktır. O taşkında dilerim ilk boğulan Cüneyt olur.

Hikâyede Şahin'in kızı olmaya en müsait kişi Ebru idi, hem kimsesiz olduğu, hem de Namık'ın desteğiyle bugünlere gelmiş olduğu için. Fakat bize anlatılan hikâyede, 99 depreminde izi kaybedilen kızın 5-6 yaşlarında olduğu söylenmişti. Bu durumda Şahin'in kızı günümüzde 24-25 yaşlarında olmalıydı ve cerrah olan Ebru bu tarife uymuyordu. 6 yıl Tıp ve 5 yıl uzmanlık eğitimi alan biri, fakülteye 16 yaşında girmiş olsa bile günümüzde 27 yaşında olabilir en az. Yani o kız Ebru olamaz. Üstelik bu bölümde Şahin'in 95'te hapse girdiğini öğrendik, bu durumda 99 yılında kızıyla fotoğraf çektirmiş olma olasılığı da kalkıyor ortadan. Bu kısım için daha fazla açıklamaya ihtiyacımız var.

Sayıları bir kenara koyduğumda, Şahin'in Ebru'yu nasıl bulduğu sorusu ve Namık'ın yanında kalmasına müsaade edişi ilgimi çekmiyor, kızını intikamı için kullanması da. Aklımda tek bir soru var bu konuyla ilgili: Ebru neden sevgiyle değil de biat eder gibi öpüyor babasının elini? Ve Şahin, neden kızını sever gibi değil de, bir müridini kutsar gibi öpüyor Ebru'nun alnını? Neden sarılmıyorlar?

Tarihlerle ilgili bir başka sıkıntı da Yiğit Ferhat'ı anlatırken çıktı ortaya. 95 yılında babası öldürüldüğünde 12 yaşındaymış Ferhat, yani 83 doğumlu. 20 yaşında, yani 2003'te askere gitmiş. 2007 Dağlıca baskınında arkadaşlarını kaybetmiş. Yani Ferhat, 2003-2007 arası, 4 yıl askerlik yapmış, öyle mi?

Cem'in açığa alınması sorununu Ferhat'ın çözeceğini tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yoktu, Aslı'nın bir sorunu varsa elbette Ferhat çözecek. Çünkü evet, Aslı'nın kahramanı olmak ister Ferhat. Ve evet, düşmanın bile mert olanı lazım insana, Şahin gibi bel altı vuranı, Namık gibi yüze gülüp arkadan iş çevireni değil. Ve Ferhat bunu Aslı bilmesin ister, çünkü onun minnetini değil, kalbini kazanmak ister.

Ferhat aile yemeğinden söz ettiğinde Aslı, "o insanlar fırsatını bulsa bir kaşık suda birbirini boğacak" dedi. "Ama bak, Aslı fırsatı varken sizi ihbar etmedi" diye tamamladım ben o repliği. Söylediklerinden değil, söylemediklerinden anlıyoruz pek çok şeyi. Ferhat'ın 'ailesi' ile kendini net bir şekilde ayırdı Aslı, o kapıdan girip Ferhat'ın elini tutarak. Evet, bize net olarak göstermediler ama elini uzatan Aslı'ydı, bunu omuzların hareketinden de anlayabiliriz, Ferhat'ın hayırdır doktor der gibi bakışından da, Aslı'nın acaba ne tepki verecek diye Ferhat'a ürkek bakışından da.

* Urfa yöresinden Kınıfır isimli türkü, söz-beste: İbrahim Özkan 
** Cevdet Bağca, Al Ömrümü

(Bu yazı ilk olarak 4 Aralık 2017 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

Kâbusun bitti Doktor!

Siyah Beyaz Aşk 7. bölüm yorumu

Kâbusun bitti Doktor!

Şahane bir bölüm sonu izledik geçen hafta, duygusu, aksiyonu yüksekti. Çok iyi yazılmış, oynanmış ve çekilmişti. Bütün hafta başta son sahne olmak üzere bölümü konuştuk durduk, tekrar tekrar izledik sahneleri. Ve yüreğimiz ağzımızda bekledik Pazartesi akşamını. Ferhat'ın ölüp ölmediğini merak ettiğimizden değil elbette, Ferhat'ı vuran kurşunun onu Aslı'yla nasıl yakınlaştırdığını görmek için. Kalplerinin sesini duymak için.

Yakınlaşma oldu, üstelik tam da istediğim gibi oldu. Fiziksel değil duygusal yakınlık. Ferhat'tan nefret eden, her fırsatta kaçmayı deneyen, bütün bu yaşadıklarını bir kâbus olarak tanımlayan ve bir gün bütün bunları unutup kendine yepyeni, rengarenk bir hayat kurmayı planlayan Aslı gitti, yerine kendini sorgulayan, kalbini dinlemeye çalışan, aksiyona dâhil olan bambaşka bir Aslı geldi, üstelik içindeki gökkuşağından tek bir rengi bile feda etmeden.

Fakat bütün o sahneler, evdeki diğer karakterlere, en çok da konuyla hiç ilgisi olmayan Safiye'ye kurban edildi ya, üzüntümü nasıl anlatayım inanın bilemiyorum. Aslı Ferhat'ın vurulduğunu gördü, hop Şahin sahnesi, Aslı Ferhat'ın yanına koştu, hop Şahin sahnesi, Ferhat inleye inleye Aslı'ya laf soktu, hop Şahin sahnesi, Aslı yardım bulmaya gitti, hop Safiye sahnesi. En yakındaki adam İhtiyar, onun bile Ferhat'ın vurulduğunu öğrenmesi 20 dakika sürdü. Sanki sahneler iskambil destesi, kurgucu da krupiye, karmış da karmış sahneleri. Gerçekten başım döndü, olabilecek en kötü anlamda kullanıyorum bu baş dönmesi lafını da. Hiçbir sahneye konsantre olamadım, hiçbirinin duygusunu yakalayamadım bölümün ilk yarısında.

Ferhat yattığı yerden laf soktu Aslı'ya, git dedi, kâbusun bitti dedi, yara iyileştirmeyi biliyorsun ama yaradan anlamıyorsun dedi, beni bırak dedi. Suratı toprağa gömülü, başını kaldırmak için bile tüm gücünü kullanması gerekliydi, onu da Aslı'yı kovalayabilmek için kullandı. Hani bazen birine git dersiniz ağzınızla, ama içinizden kal diye bağırırsınız. Bir süredir Ferhat'ın bütün ters laflarını bu taraftan okuyorduk. Dilinin başka, kalbinin başka söylediğini biliyorduk. Sanırım ilk kez kalbinden geçeni söyledi Ferhat, Aslı'yı korumak için. Sadece o anın gerginliğinden korumak için de değil, nereden geldiğini bilmediği ateşlerin arasında kalmışken, daha fazla karanlığa bulaşmasını istemediği için Aslı'yı kendisinden tamamen uzaklaştırmak istedi. Kâbusun bitti, git ve kendini kurtar dedi.

Ve her fırsatta kaçıp gitmeye çalışan Aslı bu kez gitmedi, gidemedi. Evet, Aslı yaralı birini öylece bırakıp gidecek bir karakter değil, ama gidemeyişinin tek sebebi de bu değil. Ferhat'a söylediği sebep, yani Hipokrat yemini, durumu açıklamak için yeterli değil. Aslı bu kez farklı bir açıdan görüyor Ferhat'ı. İlk kez onu böyle çaresiz, yardıma muhtaç halde görüyor, ilk kez zalim değil mazlum Ferhat'ı görüyor.

Aslı o anda ya da en azından ameliyattan sonra çıkıp gitseydi kâbus biter miydi bilemiyoruz, ama yine de Ferhat'ın sözlerinde haklılık payı var. Aslı için kâbus bitti, çünkü Ferhat'la evli olmak artık kâbus değil. Fakat gidemiyor, çünkü artık Ferhat'ı kaybetmek bir kâbus.

Bir de İhtiyar'ın önceki gece söyledikleri var tabii. Gönül gözüyle görmesi gereken bir Ferhat var; kendini gizleyen, içinde iyi niyetli, kırılgan bir adam sakladığı söylenen Ferhat. Ve kalbinin sesini dinlemesi gereken bir Aslı. Stetoskopla değil ama.^^

Şaka bir yana, fragmanda gördüğüm anda bayılmıştım bu fikre. Ferhat gibi birine başka türlü nasıl bakabileceğini bilemeyen Aslı, bildiği yoldan çözmeye çalıştı problemi. Sözcüğün gerçek anlamıyla yaklaştı duruma, yerleştirdi stetoskopun diyaframını kalbine. Aldığı yanıtı kendi kendisine tekrar etmekten kaçındı, ama Ebru'nun içeri girişiyle nasıl sıçradığını gördük biz. İşte yanıt o sıçrayışta, Ferhat uyurken bile başından ayrılmayışında, dışarı çıkmayışında, Ferhat'la birlikte o arabaya atlayışında, neyle karşılaşacağını bilmediği o eve Ferhat'ın arkasından dalışında…

Şimdi iki tarafta da kendilerine dair soru işaretleri ve birbirlerine yönelik umutsuzluk var, yer gök belirsizlik! Benim tercihim bu belirsizlik durumunun haftalarca sürmesi olurdu; ama böyle olacağını sanmıyorum. Çok kırılgan bir seyirci kitlesi var, hiçbir şeyi, ama özellikle de aşkı zamana bırakmaya gelmiyor, hemen küsüp kaçıveriyor seyirci. Senaristin de seyircinin de beni şaşırtmasını isterim ama en az Aslı ve Ferhat kadar umutsuzum bu konuda. O yüzden en azından Ferhat'ın sürüm sürüm süründüğünü görmek istiyorum. O emir cümlelerini, kolundan tutup sağa sola çekmeleri, laf sokmaları, kıyafete karışmaları, eve hapsetmeleri bir bir yutsun istiyorum. Bunu bize çok görmeyin.

Sahne karmaşasından sıyrıldığım ilk yer, Yiğit'in odada tek başına, içli içli ağladığı sahne oldu. Aylardır görmediğim kardeşimi düşündürdü bana, içim cız etti. Aslında sahne, başından beri çok güzeldi. Uyanıp kahvaltı masasına gelen Yiğit, aile içi küçük şakalaşmalar, Özgür'ün tatlılığı çok sahiciydi. Üstelik sahnenin başından bu yana televizyonun sesi duyuluyordu, sadece Ferhat'ın vurulduğunu değil, başka haberleri de duyduk. Ansızın bir yerlerden vurulma haberi peyda olmadı, çoğu zaman olduğu gibi. Bir de duyduğumuz diğer haber, Kadına Yönelik Şiddete Hayır eyleminin haberiydi ve "İtaat yok, kadınlar var" mesajını gözümüze sokmadan, ince ince verdiler.

Ferhat ve Gülsüm arasında sebebini bilmediğimiz bir uzaklık var. Fakat Ferhat'ın ölüm haberi geldiğinde Gülsüm öyle ağladı ki, abisini ne kadar çok sevdiğini gördüm ve uzaklığın yalnızca fiziksel olduğuna ikna oldum. Ferhat'ın Gülsüm'ü sevdiğini de görürüz umarım, demiştim o sahnenin ardından. Beni hiç bekletmeden, hemen bölüm sonunda verdiler yanıtımı: Gülsüm'ün Şahin'in elinde olduğunu öğrenince hiç düşünmeden kardeşine koştu Ferhat.

Bir diğer dokunaklı sahne, Yeter'in Aslı ile konuştuğu sahneydi. Orada, evdeki iktidarın peşinde koşan ya da Namık'tan sevgi dilenen Yeter'i değil, anne olan Yeter'i gördüm ilk kez. Oğullarını kazanmaya çalışırken başkalarını yıkan, hayatlara müdahale eden kadını değil, çocuklarına deva olmaya çalışan anneyi gördüm. Karakter bağırmadığında, büyük oynamadığında, içinden geçeni paylaştığında, yani kalbinin sesiyle konuştuğunda çekilmez olmuyormuş meğerse. Hastanede Ferhat'ın yanına girmek istediğinde "sizi duymaz" diyen hemşireyi "olsun, ben alışkınım" diye yanıtladığı anda maskenin ardındaki gerçek Yeter'i görmeye başlamıştık. Aslı ile konuşması da bu yolun devamı oldu. Yeter'in yeni yeni gördüğümüz bu versiyonu güçlü biri değil, ama sakin, duygusal ve insani kaygıları olan biri. Güçlü görünmeye çalışan Yeter'e bin kere tercih edebileceğim biri.

Ve her zaman olduğu gibi, babasını gördüğümüz sahne çok güzeldi. Bu kez ölüm döşeğinde ışığa doğru yürüyüp karşılaştı babasıyla. Ferhat içmek için yanaştığında kesilen suların Necdet yanaşınca aktığını gördük. Ferhat bunu, babasının kendisini affetmemesine yordu, oradan girdi konuya. Ben, Ferhat ölmeyeceği için içemediğini düşündüm o suyu. Başka anlamlara da gelebilir elbette, ama güzel bir detaydı.

İçi boş sandıkları kendine yük etme dedi, omzuna aldığın, kalbini doldurduğun yük aslında yok. Olmayan bir yükü taşımayı bırak ve seni bekleyenlere git. Ferhat, arkasını dönüp Aslı'yı görmek istedi ve onu görmek istediği için de hayata döndü. Ve tekrar arkasını döndüğünde babası da yoktu. Çünkü hayat böyledir, aşk böyledir. Âşıksan yapayalnızsındır, ne sığınacak liman, ne de bir deniz feneri. Okyanusun ortasında bir başına kalır insan, ne yapacağını, hangi yöne gideceğini bilemez.

Hep çok güzel cümleler duyuyoruz Necdet'in ağzından, çok güzel hikâyeler dinliyoruz. Gökhan Soylu, oynadığı karaktere çok yakışan bir yüz ve ses. Konuk oyuncu olmasa, ana kadroda yer alsa ve daha fazla görsek onu çok mutlu olurum.

Ne ekersen onu biçersin demişti babası, sevgi gösterirsen sevgi görürsün. Ferhat geri döndü, ama babasının dediğini yapmadı yine. Elinde, dizlerinde ölmek isterdi belki Aslı'nın, ama kendisini sevmeyen birine muhtaç olmayı kabullenemedi, tavrını değiştirmedi Aslı'ya karşı. Hastanede gözünü açtığı anda eve gitmek istedi, onun gözünde çaresiz olmayı yediremediğinden kendine.

Geçen hafta, silahlı adamlardan kaçmadan hemen önce, ona güven vermek için Aslı'nın parmaklarını usul usul okşamıştı Ferhat. Bu hafta, Ferhat'ı hastaneye yetiştirmeye çalışırken verdi karşılığını Aslı. Elini tuttu, saçını okşadı, ölmeyeceğine inanmasını ve kendini bırakmamasını istedi. Bir yandan bütün bunları neden yaptığını, neden böyle korktuğunu için için sorgularken.

Ferhat'ın başına gelenleri hiç kimsenin sorgulamaması ve bu işin önce Abidin'e, sonra Aslı'ya kalması, bölümün en şaşırtıcı yeriydi herhalde. Ferhat kendini biraz toparlayınca peşine düştü Şahin meselesinin, ama Şahin'in Bolu'da olduklarını nasıl öğrendiğini hiç kurcalamadı. Başına bunlar gelmemiş gibi Şahin çağırınca yine yanına adam almadan, koşa koşa gitti tuzağa. Bunlar Ferhat'ın yapacağı işler değil.

Aslı'yı gözden çıkarmıştı zaten Namık , ama kurşunlar Ferhat'ı hedef aldığında bile harekete geçmemesi akıl alır gibi değil. Haberi aldığı andaki yıkılışını, bağırıp çağırmadan, büyük büyük oynamadan, sakince acı çekişini görüp de etkilenmemek mümkün değildi. Hastanedeki sükunetini de yaşadığı şoka ve Ferhat'ın yaşamasını her şeye tercih etmesine bağlayabiliriz. Fakat Ferhat ayaklanıp eve geldikten sonra bile harekete geçmemek neden? Şahin böylesine doludizgin saldırırken bu rahatlık nereden geliyor? Nasıl oluyor da daha dün gece gözlerinin içine baktığı kadını, bebeğini taşıyan kadını yanından kovabiliyor? Ve bundan canı yanan İdil, nasıl oluyor da çok istediği bebeğini riske atıp kendini kaybedecek kadar içki içebiliyor?

Şahin'in Cem'i oyun dışı bırakma çabasını anlıyor ve destekliyorum. Bugüne kadar, aklına estikçe evi (ya da Namık'ın ofisini) basmak dışında bir şey yaptığını görmedik, madem öyle, yapabilecek bir konumda da durmasın. Çekilsin kenara ve Aslı'ya boş umut vermesin. Cem' in buna tepkisini ise anlayamıyorum. Şu an için elden bir şey gelmez bu kararı geri çevirmek için, ama Aslı'ya gerçeği söylemek yerine tatile çıkacağını söylemek ne demek? Aslı abisini gerçekten tanıyorsa bu yalana inanmayacak ve bu işi kurcalayacaktır. Fakat diyelim ki inandı, bu durumda da kendisi zor durumdayken abisi tatil yapmayı düşünüyor olacak. Her durumda Aslı'yı üzer bu fikir. İşte bu yüzden Cem' i sevmiyor ve ona güvenmiyorum.

Safiye, hakkında konuşmayı hiç istemediğim, ama belli ki konuşulması istenen bir karakter. Evdeki hali, hareme getirildiğinde mülayim ama sultanın gözdesi olunca ilk iş olarak kendisinden güçsüzler üzerinde hakimiyet kurmaya çalışan cariyelere benziyor. O derece kirli ve çirkin. Evdeki tüm kadınlarda gücünü deneme çabaları, özellikle de önemli sahneler arasına girdikçe, beni deli etti. Öldüğünü sanmıyorum Safiye'nin, ölmesin de zaten. Kısa bir baygınlık sonunda ayılacak ve yine de ayağını denk almayacak, aksine daha da hırçınlaşacaktır. Böyle ilk adımlarında değil, hırsının, kibrinin yükselişiyle ölmeli, ölecekse. Trajik bir ölümü fazlasıyla hak eden bir karakter.

Cüneyt için artık söyleyecek lafım yok, belasını bulmasını dilemek dışında.

Dilsiz, "Sesim" diye kaydetmiş Hülya'yı telefonuna. Adına dilsiz denecek kadar az konuşan bir adam için oldukça fazla anlam taşıyan bir hareket bu. Buradan çıkacak hikâyeyi çok merak ediyorum. Dilsiz konuşmaya başlarsa anlatacaklarını uzun uzun dinleyebileceğimi seziyorum.

Bölümde en çok takldığım konu, sırtından vurulan Ferhat'ı vurulup düştüğü yerde yerinden oynatmaya, sırt üstü çevirmeye çalışması oldu Aslı'nın. Kurşunun omuriliğe isabet etmiş olma ihtimali, dolayısıyla karga tulumba hareket ettirilmesinin uygun olmaması bir yana, basit bir mantıkla, sırtından yaralanan adamı sırt üstü döndürmeye çalışmak neden? Aynı şeyi hastanede de yaptılar. Sırtından ameliyat olan adamı ameliyathaneden hemen sonra sırt üstü yatırmak neden? Biz daha iyi görelim diye mi? Bilen, yaşayan birileri beni aydınlatırsa sevinirim.

Son olarak, bölümden sonra bana Twitter üzerinden sorulan bir soruyu buraya taşımak istiyorum: Namık'ın belediye başkanı olma hayalleri vardı ve bütün tantana da o yüzden kopmuştu zaten. N'oldu o iş?

(Bu yazı ilk olarak 27 Kasım 2017 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

13 Şubat 2018 Salı

Binbir gece hesapları

Siyah Beyaz Aşk 6. bölüm yorumu



"Âşık mısın?" sorusuna yanıt veremedi Ferhat, nasıl versin? Evet diyemez, daha kendine bile itiraf etmedi, bununla yüzleşmedi, bir karara varmadı. Hayır diyemez, böyle anlarda hayır demek, evet diye bağırmaktan daha etkilidir çünkü. Sorunun sorulduğu noktada bile duramadı Ferhat, uzaklaştı, sırtını döndü… Ve konuyu değiştirdi. Konu tekrar açıldığında da kapanmamış bir hesabı olduğunu söyledi. Sahi ya, gazetecilere söylediklerinin hesabını da soracaktı Aslı'ya. Doğum meselesini de kurcalayamadı. Ebru'nun odaya girmesinin hesabı da var. Binbir gece hesaplarına benzeyebilir bu durum. Ama bin birinci geceye kalmadan yanar kül olur belki de tüm hesaplar… Nitekim hesap sormaya fırsat kalmadan, Aslı ile el ele silahlardan kaçarken buldu kendini Ferhat. Aşk, hiç hissettirmeden insanın kanına böyle böyle giriverir. Yalnız aşk değil, güven duygusu da böyledir. Biraz önce "öldürsene beni" dediğin adam yanındayken "Allah'ım sen canımızı koru" diye dua eder hale gelirsin. Aklın başka, dilin başka söylerken, ellerini bırakıverirsin hiç sevmediğini, hiç güvenmediğini avaz avaz bağırdığın ellere... 

Evet, aşk için de, güven için de çok çok erken ve aşılması gereken dağlar, uçurumlar var arada. Ama böyle yoğun korku ve psikolojik baskı ortamlarında duygular alışılmadık biçimlerde ortaya çıkar. Anlaşılan bu hikâyede de böyle olacak. Onlar yavaş yavaş yaklaşırken birbirlerine, kendileri de anlam veremeyecek olan bitene. Biz de afallayıp kalacağız ekran başında ve birbirimizi ikna etmeye çalışacağız, ufak detaylarla.

Parmak izi konusunu ortaya atıp Aslı'nın oltaya gelmesi için geri çekilen Ferhat'ın Aslı'yı camı silerken yakaladığı anda attığım kahkahayı eminim komşular da duymuştur. Ardından gelen sahne, bölümün en iyi sahnelerinden biriydi yine. Ferhat'a karşı lafı hiç dolandırmadan konuşmasını çok seviyorum Aslı'nın. Evet, arkasından iş çeviriyor, çünkü başka türlü kurtulma şansı yok. Ama yeri gelince de ne yaptığını söylüyor, kaçak dövüşmüyor Aslı, lafını sakınmıyor.

Ferhat'ın da hoşuna gidiyor Aslı'nın bu dik duruşu. İyice kurcalıyor lafın sağını solunu, kendisine olan nefretini kusturuyor sürekli. Hoşlandığınız kişiye hislerinizi belli etmemek için onu sinir etmeye harcarsınız ya tüm enerjinizi, Ferhat'ın durumu da işte öyle. Aslı'nın ağzından kendisi için iyi bir söz çıkmayacağını bildiğinden kötüleri söylesin diye zorluyor. Ne kadar kötüsünü duyarsa o kadar iyi hissedecek kendini sanki. İçeri girmemi çok mu istiyorsun? Ziyaretime gelir misin? Ne olacak ben içeri girdikten sonra? Daha sonra? Ya daha sonra?

Aslı'nın sonra ne olacağına dair hayalleri vardı aslında, âşık olduğu adamla evlenecekti, mutlu olacaktı falan. Ama Sinan'ın gerçek yüzü ortaya çıkınca bu hayal rafa kalktı haliyle. Ben Ferhat'ın buna benzer bir hayali duymak istediğini düşündüm sonra, sonra diye ısrarla sordukça. Âşık olacağım, mutlu olacağım demesini istedi sanki Aslı'nın. Ağzından aşk lafı çıksın istedi. Ama Aslı, "seni unutacağım, her şeyi unutacağım, kendi hayatıma devam edeceğim" dedi. Ne acı. Oysa Ferhat, "hadi içeri gir" cümlesinin ardına "üşüyeceksin"i eklemeyi bile öğrenmişti.

"Gözlerim kapalı, çünkü yüzünü ne kadar az görsem o kadar iyi" cümlesini ilk bölümde duysaydı Ferhat, belki başka bir karşılık verirdi. Oysa şimdi, "O zaman kapat" diyebildi sadece. Kapat ki ben seni oradan kaldırıp yanıma getirmenin, konuşturmanın başka bir yolunu bulayım.

Namık, Şahin'in planını çözüp de "Aslı nerede şimdi" diye sorunca Ferhat'ın hiç düşünmeden Aslı'ya koştuğunu da gördük. Ferhat'tan yana hiç şüphemiz kalmadı artık, dut gibi âşık. Kendisi de itiraf etti hatta, "Alacak verecek davası, istediler vermedim" diyerek. Merak unsuru şu: Ferhat bu hislerle nasıl baş edecek?

Namık'ın sorusu bölüm boyunca Ferhat'ın zihninde yeniden yeniden uyanıp onu düşüncelere gark etti. Aslı'nın sözleriyse aklına gelip gelip öfkelendirdi, hırslandırdı onu. Ve Ferhat bu işin içinden çıkamadı. Bünye alışık değil tabii. Oysa ihtiyar, bir bakışta çözdü durumu, birkaç cümleyle de serdi ortaya. Böylece Aslı da ilk kez Ferhat'la ilgili başka türlü düşünmek zorunda hissetti kendini, 'acaba'lar oluştu zihninde. Bu durum, paslı kilidi çözüp hazineye erişmeyi denemesine yetmeyecektir diye düşünüyorum. Zaten uzun uzun düşünmeye de fırsatı olmayacak, bir gün bir bakacak ki içine düşmüş bile bir girdabın.

İhtiyar'ın yanında hayat ne kadar güzeldi. O küçük kulübenin dışındaki her şey çok uzaklarda kalmıştı ve içerde hiç sorun yoktu. Yeni evliler bir büyüğü ziyarete gitmişlerdi sanki. Sohbet ettiler, tombala oynadılar, kestane yediler. Öyle ki, Ferhat'ın gülümsediğini bile gördük haftalardır ilk kez.

Ve finale yaklaşırken son diyalog, Ferhat'ın arkana bakmadan koş demesi üzerine ısrarla sen diye sorması Aslı'nın ve arkandayım yanıtını alması. Bu diyalog başka türlü yazılamazdı zaten. Arkana bakma lafının tek karşılığı 'ya sen' sorusudur, onun da tek yanıtı 'arkandayım' olmalıdır. Ve nihayet biri yere düştüğünde, diğeri koşmayı değil, düşeni kaldırmayı, yaralının yarasını sarmayı seçmelidir.

Aksiyonu ve duygusu yüksek bir bölümle karşıladı bizi yeni senaristimiz. Bütün bölümü nefesimi tutarak izledim desem yeridir. Öyle ki, tekrar izlerken bile heyecanla tepki veriyordum önümdeki ekrana; bu yazı bu kadar geciktiyse biraz da bu güzel sahneleri izlemeye doyamamam yüzünden. Yavaşlıktan şikayet ediyordum biliyorsunuz, dolayısıyla hikâyenin hız kazanmasından, bu koşturmacadan, bu soluk soluğa kalmalardan son derece mutluyum.

Ferhat'ın aralık olan her kapıdan silahını uzatma, hareket eden her şeye ateş etme potansiyeli taşıması ciddi bir sorun. Bu sorundan zamanla kurtulacağız derken iş Aslı'yı da silahlandırmaya varacak diye korkuyorum. Gerçi daha silahla ilk temasında bu işlere uygun olmadığını gösterdi Aslı, ama can pazarında insanın içinden nasıl biri çıkar bilinmez. Aman diyeyim.

Ebru da bu işlerin insanı değil, o kadar ki, nasıl cerrah olduğundan şüphe etmeye başladım. Bir insan gizlice girdiği bir odanın kapısını kapatmaz mı? Gizli işler çevirecekken telefonunu tamamen sessize almaz mı? Yok, Ebru Hanım illâ yakalanacak, illâ bir açık verecek. Namık, yanına yanaşamazlar diye düşünüyor olmalı, Cüneyt kendi derdinde, yine bir tek Ferhat işkillendi, bir tek o çözdü durumu. Ebru'nun parfümü buram buram kokmasa, Aslı'nın saçında yaprak bulmasa da çözerdi.

Şahin'in düşmanlığından emin olunca onun ilk planını da çökertmeyi başardı zaten Ferhat. Tek bir şey aklıma yatmıyor bu kadar olay içinde. Ferhat Aslı'yı da alıp İhtiyar'ın yanına gitti ve telefon açıp bunu hiç güvenmediği Cüneyt'e anlattı ama has adamı Dilsiz'e anlatmadı mı? Bu nasıl olabilir?

Namık'ın Şahin'in önüne Aslı'yı atmak istemesi ilk bakışta mantıklı: hem tehlikeli bir tanıktan kurtulacak, hem bunu yaparken elini kirletmeyecek, hem de Aslı'ya bulaşıp Ferhat'ın hedefi olmayacak. Fakat bazı sorunlar var: Aslı'nın ortadan kalkmasıyla Şahin meselesi bitmeyecek. Ve ne olursa olsun düşmana karşı bir kayıp verilmiş olunacak. Ben bunları düşünürken Şahin durumu anladı ve hedefi değiştirdi neyse ki. Böylece Namık'ın kendince akıllı hamlesi elinde patlamış oldu. Aslı'yı önüne atmaktan çekinmediğin adam senin oğlunu hedef aldı, şimdi bir kere daha düşün bakalım Namık Emirhan!

Namık'ın endişelenip korumak istediği herkesi yakınına toplamak istemesi ve bu nedenle İdil'i eve getirmesi iyi fikir. O ev ne kadar karışırsa biz o kadar keyifleniriz diye düşünüyorum. Öte yandan, bu yakınlığa Yeter ve Handan'ın sevinmeleri için de bir sebep var. Siz bebekten kurtulmak istemiyor muydunuz, bir punduna getirip itiverin İdil'i merdivenden aşağı, siz sağ ben selamet. Gerisini Namık düşünsün.

Safiye de gerçek yüzünü göstermek için aile cüzdanını eline almayı bekleyenlerdenmiş meğer. İmzayı atar atmaz o saf kadın gitti, Yeter'e bile kök söktüreceğinin sinyallerini veren dişli bir kadın geldi. Evdeki Handan-Yeter atışmalarından o kadar sıkılıyorum ki, onları geri plana atacak ya da ortak düşmana karşı yan yana saf tutmalarını sağlayacak her şeyi buyur edebilirim o eve.

Cüneyt'in bir adım atmamaktaki ısrarı ve hatta bebeğin Abidin'in nüfusuna geçecek olmasından bile rahatsızlık duymayışı giderek daha ilginç geliyor bana. Doğumu ürkek gözlerle izlemesi, bebekle ilgilenmesi ve Vildan'a yüz vermemesi Gülsüm'e karşı boş olmadığına ikna edebilir beni, ama yine de bu hareketsizliğe anlam veremiyorum. Namık'la derdi her neyse bir an önce o konunun açılması lazım, yoksa Gülsüm'ün sürekli aynı şeyleri söyleyip ağladığı, Cüneyt'in de ortalıkta boş boş dolaştığı sahneleri izlemeye daha fazla devam edemeyiz.

Adı geçmişken söylemeden geçmeyeyim, Vildan'ın Sue Ellen halleri her geçen gün daha komik oluyor. Elinde kahve süsü verilmiş içki bardağı, hiç mola vermeksizin zıkkımlanırken ona buna laf sokmaya çalışması, gerginlik yaratması ve sonra da ilgisizlikten yakınması bir karakterden çok bir karikatüre benziyor. Umarım gerçekten başka biri olmayı dener de o mücadelenin zorluklarını ve başka biri olmanın yollarını gösterir bize.

Ebru ve Cem'in damdan düşer gibi yakınlaşmaya başlaması ilginç. Yine de, ikisini de sevmediğim ve hikâyedeki sorulara yanıt bulabilecek kapasitede olmadıklarını düşündüğüm için Aslı'yla değil birbirleriyle ilgilenmelerini tercih ederim. İkisinde de bu yakınlaşmayı daha ileri taşıyacak adımı atma potansiyeli görmüyorum aslında, ama Aslı'nın gazıyla falan olabilir bir şeyler. Denemeliler.

Yiğit'in bir noktada Suna ile arasının açılmasını bekliyordum, ailesi nedeniyle, ama bu kadar çabuk değil. Her ne kadar kendisini bu davanın bir tarafı olarak görse de Yiğit bu hikâyenin önemli bir parçası değil, olması gerekenden çok daha dışarıda duruyor henüz. Suna ile sorunlar şimdiden başlarsa o evlilik bunca acının içinden nasıl geçer bilemedim.

Diziye yeni bir kötü adam girmesi, hem aksiyon dozunun artması hem de ortak bir düşmana karşı Aslı ile Ferhat'ı yakınlaştırması açısından çok doğru bir adım. Ama Şahin'in her sahnesinin alt metninde "kötüyüm ben kötüyüm" şarkısı çaldı zihnimde, çok fazla vurgulanmış, çok karikatürize bir kötülük olmuş Şahin'inki. Bir de sürekli kendi kendine konuşup ne yapacağını söylemesi çok yapaydı. Neden kötü bir adam yapacağı kötülükleri durduk yere yüksek sesle tekrarlasın ki kendi kendine? Bu tür sahneler derdini çok kolay anlatır ama seyirciyi de aynı kolaylıkla sahnenin dışına iter. Anlatının selameti açısından çözülmesi oldukça zor bir sorundur bu ve bir an önce çözülmesi gerekir.

Dizinin sosuna bol aksiyon katılmış, tabağın dört köşesine de aşk serpilmiş yeni senaristle birlikte. Ebru ve Cem'in tuhaf yakınlaşması, Dilsiz'in Hülya ile diyaloga girmesi, İdil ve Namık'ın göz göze diz dize oturuşları kanımı kaynattı benim de. Bölüm 140 dakika civarındaymış, bir saat daha uzun olsa gıkım çıkmadan izlerdim. Evet, yerli dizi yersiz uzun, evet bunun anlamı insanüstü koşullarda çalışan onlarca insan ve hem kısa hem uzun vadede insan sağlığına ve sektöre ciddi zararları var bu durumun; ama ortaya öyle şeyler çıkıyor ki, insanın bu uzunluğa alkış tutası geliyor. Yetmiyor, hafta boyunca tekrar tekrar izlemek de fazla gelmiyor. Elinize sağlık, ne diyeyim.

(Bu yazı ilk olarak 20 Kasım 2017 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

12 Şubat 2018 Pazartesi

Cevapsız sorular

Siyah Beyaz Aşk 5. bölüm yorumu

Cevapsız sorular 

Ne kadar derli toplu, akıcı ve dolu dolu bir bölüm izledik, farkında mısınız? Bölüm bitince derin bir oh çektim, işte şimdi oldu anlamında. Şimdi beklediğim ve izlemek istediğim kıvama geldi hikâyemiz. Karakterleri tanıdık, nerede, nasıl davranacaklarını kestirebiliyoruz ve geleceklerinin nasıl olacağını merak ediyoruz. Ana hikâyeye katkısı olmayan gerginlikler de yok oldu bir anda ve daha civcivli, daha ilgi çekici hikâyeler geldi onların yerine.

Aslı'yı her bir adımda daha çok seviyorum. Fragmanda Ferhat'ı ittiğini görünce içim rahatlamıştı zaten. Ama izlediğimiz sahnede bundan çok daha fazlası vardı. Aslı'nın Ferhat'a söyledikleri çok ağırdı ama çok yerinde ve çok gerekliydi. Yanıt alamayacağını bile bile bir sürü cevapsız soru sıraladı Aslı. O konuştukça Ferhat'ın ezildikçe ezilmesi ve dönüp yüzüne bile bakamaması Aslı'nın, bir şekilde kendini toplayınca dolu dolu gözlerle bakıp kendine geçebilecek bir boşluk araması ama bulamaması çok güzeldi. Ardından banyoya gidip uzun uzun aynaya bakması da pek manidar oldu. Öyle ya, evinde ayna bulundurmayan, tıraş olurken bile aynaya bakmayan bir adam Ferhat. Kendini görmeye tahammülü yok belki de. Ama Aslı'nın hayatına girişi onu öylesine afallattı ki, en sonunda aynanın önünde buldu kendini. Onun da var cevapsız soruları.

Birce Akalay'ın oynadığı karaktere böyle teslim olduğunu ilk kez görüyorum ve ilk kez bu kadar beğeniyorum onu. Umarım bundan sonra da hep bu haftaki kadar keyif alırım onu izlemekten. Haftalardır söylüyorum, İbrahim Çelikkol en çok gözleriyle oynuyor Ferhat'ı. Gözlerinde yaşatıyor her duyguyu. Elini kolunu kullanmadan durmayı nasıl başarıyor, içi içine nasıl sığıyor bilemiyorum ama şaşkınlıkla izliyorum. Hayatını göz önünde yaşamayı tercih etmiyor, fakat takip edebildiğim kadarıyla şehrin kalabalığından, sorunlarından uzak, sakin ve sade bir yaşantısı var İbrahim Çelikkol'un. Doğaya, canlılara özen gösteren, kumsalda basit bir törenle evlenen, kendi halinde bir adam. Onun Ferhat oluşuna inanası gelmiyor insanın. Ama olabildiğini görünce daha bir keyifle izleniyor.

Fotoğraf olarak çok güzellerdi yan yana; ama yine de bu kadar uyumlu bir ikili olmalarını beklemiyordum Akalay ve Çelikkol'un, bu yüzden ekrandaki uyuma her gün daha fazla şaşırıyorum. Ve bu uyumda da anahtar kelimenin teslimiyet olduğunu düşünüyorum. Oynadıkları karaktere, hikâyeye bütünüyle teslim olmuş durumdalar her ikisi de. Aman nazar değmesin!

Aslı, Yaprak'ı soracak sanırken - sormayınca

Reddedilen öpücüğünden sonra babasını hatırlaması, ateşin bacayı sarmaya başladığına delalet. Ferhat hiç bilmediği, ama bildiğini sandığı sularda yüzmeye başladı. Bildiğini sanıyor, çünkü anladığımız kadarıyla kadınlarla ilişkisi hep duygusuz alışverişlerden ibaret olmuş şimdiye dek. Reddedildiği de olmamış muhtemelen. Aslı aradığında telefonu Yaprak'ın açmasının hesabı sorulacak diye bekliyordu umutla, Aslı'nın umurunda olmadığını öğrenince nasıl bozulduğunu eminim gördünüz. Eşitlerarası bir ilişkinin nasıl kurulacağını en başından öğrenmesi gerekecek Ferhat'ın.

Bu arada, Ferhat'ın "Neden benimle değil de onunla evlendin?" sorusuna verdiği cevap nedeniyle, Yaprak'ın hikâyesini çiftlikte olan bitenlerden daha fazla merak ettim. Umarım Yaprak'ı da tanırız zamanla, onu talihsiz yapan şey nedir, Ferhat'la yolları nasıl kesişmiştir ve Ferhat'ın kendinden kaçtığında sığındığı liman olmaktan başka nasıl bir hayatı vardır öğreniriz. Ferhat'ın parmağındaki alyansı görmeyip de telefondaki kadını soran birinden ne ummalıyım bilmesem de hikâyesini merak ettim.

Namık'ın bir açığını bulmak için Ebru'nun casusluk yapmasını beklemek hiç iyi bir fikir değildi. Nitekim daha ilk denemesinde Aslı'ya yakalandı Ebru. İyi ki de Aslı'ya yakalandı. Tabii burada, casus diye içeri yolladığı kişi içerideyken ona telefon açan Cem de bir o kadar hatalı, ama bu sayede Aslı'nın da kendine bir çıkış yolu bulmaya çalışması ve Yiğit'e gitmesi güzel oldu. Neyse ki Yiğit de Ebru'dan hayır gelmeyeceğini çabucak anladı ("O kız toka bile takamaz" lafına çok güldüm) da Aslı'yı devreye soktu.

Hem bu cendereden kurtulmak için Aslı'nın bir şeyler yapacak olması güzel, hem de Aslı, Ebru ve Cem'in olamayacağı kadar akıllı olduğu için bu mücadeleyi izlemek bizim için daha keyifli olacak. Bunun ipuçlarını, hastaneden kaçıp Yiğit'e gitmeyi ve bunu Dilsiz'le Ferhat'a çaktırmamayı başararak gösterdi.

Gülsüm'ün bebeğine bir gün içinde yeni bir hikâye yazıp hem bebeğin evde kalmasını sağlayan hem de sorumluluğu üzerinden atan Yeter beni gerçekten şaşırttı. Abidin'in salaklığından faydalanmak akıllıca, bebeği göz önünde tutmak akıllıca, ama bir anne olarak kızına bunu yapması zalimce ve Gülsüm'ün de buna boyun eğmesini beklemesi tuhaf. Cüneyt durumdan memnun görünüyor ve aksiyon alacağa benzemiyor. Neyse ki doğumdan sonra Gülsüm'ün beynine kan gitmeye başladı da Cüneyt'e diklenebildi. Aksiyon alan Gülsüm olur umarım.

Handan'ın bebeğin Abidin'den olduğundan şüphelenmemesi ve nikaha kolayca razı olması da şaşırtıcı. Ben bir DNA testi yapılmasını beklerdim, Namık bile Ferhat'a test yaptırmış, Abidin'e neden yapılmasın? Abidin de hiç şüphelenmedi Safiye'den. Bir tek Ferhat şüphelendi. Bebeği doğurtanın Aslı olduğunu anladığına göre doğuranın kim olduğunu da anladı demektir. Bununla ilgili olarak hiçbir şey yapmaması ise en şaşırtıcı olanı. Yapacaklarından da korkuyorum bir yandan ama bu sessizlik de hayra alamet değil.

Geçen bölümün sonunda, Adem'in cesedi Ferhat'ın klasik arabasının bagajında kalmıştı. Cesetten kurtulmuştur muhtemelen ama araba nerede? Ve arka koltuktaki böğürtlenli turtaya ne oldu?

Şimdilik sadece konu Yiğit olduğunda Ferhat'ın kendisinden başkasını düşündüğüne tanık olabiliyoruz. İdil'in de desteğiyle Yiğit'i Namık'ın radarından kurtardı. Ve evde yalnız kalınca kimseye göstermediği, kendinden bile sakladığı Ferhat'ı gördük yine. Fotoğraflara baktı, salonun baş köşesinde çocukken Yiğit'e kendi eliyle yaptığı oyuncak arabayı buldu, çıkışta da Suna ile konuştu ve sanırım bu konuda bir adım atması gerektiğini anladı artık.

Ferhat'a ayar verirken "gözünün kıyısında bir damla yaş görürsem öldürürüm seni" diyen Cem'e için için çok güldüm. Aslı gece gündüz ağlıyor, gözünden mutsuzluk akıyor ama sen bunu görmüyorsun ve başkalarına ayar vermeye çalışıyorsun süslü laflarla. Ben yemiyorum bunları Cem komiser. Ferhat da yemedi zaten ama suyuna gitti şimdilik. Zaten Aslı'ya bir şey olacak olsa Ferhat da kahrolacak, onu gördük biz, Cem'e gerek yok.

İlk âşık olanın erkek tarafı olmasına da ayrıca seviniyorum. Çok sıkılmıştık âşık olup aptala dönen, erkeği elde etmek için kendini yok eden kadınlar izlemekten. Ferhat uğraşsın, sürünsün, başka biri olmayı denesin. Yerde uyumasına kıyamayarak Aslı'yı kucaklayıp yatağa geçirmesi, ama ben yaptım diyememesi belki de ilk adımdı. Aslı'da şu an bir hissiyat yok. Ama iki haftadır dikkat ediyorum, sırtını Ferhat'a dönerek uyuyor Aslı. Güvenmediğiniz birine arkanızı dönüp uyumazsınız, bu, kendini koruma içgüdüsüyle ilgili bir şeydir. Aslı Ferhat'a sırtını dönebiliyorsa, derinde bir yerde ona yine de güvendiğini anlayabiliriz. Bunlar güzel adımlar.

Aslı uyuyana kadar uyumadan bekleyip Aslı'yı yatağa taşıdıktan sonra Ferhat çıkıp dolaştı mı, bütün gece Aslı'yı mı izledi yoksa o da bir kenarda uyudu mu, bunu görmek istiyorum. Umarım ileride lafı geçer de öğreniriz.

Bu hafta yönetmenimiz değişti. Yasin Uslu, görevini Emir Khalilzadeh'ye devrederek ayrıldı, yolu açık olsun. Benim yakın planlar ve karşı açılı çekimlerle ilgili sıkıntılarım kısmen devam ediyor, ama Khalilzadeh'nin reji dilini daha fazla beğendiğimi ve bu değişiklikten memnun olduğumu söylemek zorundayım.

Gelecek hafta da senaristler değişiyor, malum. Bu değişiklik benim bile içime sinmiyor, ama elimizden bir şey gelmez. Eylem Canpolat ve Sema Ergenekon'a güzel cümleleri ve hikâyeleri için teşekkürler. Kendilerini çok fazla özletmezler umarım. Erkan Birgören ve bize de iyi yolculuklar...

Reytinglerde bir sıçrama yok, ama adım adım yükseliyor, ikna ediyor seyircisini Siyah Beyaz Aşk. Fakat benim özellikle dikkatimi çeken şey, Kanal D'nin internet sitesinde, Siyah Beyaz Aşk'ın en çok izlenen dizi olması ve kanalın en çok reyting alan dizisini neredeyse üçe katlayacak izlenme sayısına ulaşması. Umarım kanal yönetimi de benim kadar dikkat ediyordur bunlara.

(Bu yazı ilk olarak 13 Kasım 2017 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)