1 Ağustos 2020 Cumartesi

Gitmeseydin

Aylar geçti, tüm duygularım ve düşüncelerim tek bir kelimeye kilitli: Gitmeseydin.

 

Sorular sormadan duramıyorum. Biliyorum, cevabı yok, cevap bulmanın, ikna olmanın bir yolu yok, ama anılar sorularla birlikte üşüşüyor zihnime.

 

Koca bir boşluk kaldı geriye avuç içi kadar bir varlıktan. İnanılmaz olduğu kadar sahici.


 

Altı koca ay geçti, inanılmaz neler neler yaşandı dünyada. Ben hep seni özledim, hep yanımda olmanı diledim. Gitmeseydin eğer, hayatımızın en keyifli günleri olacaktı belki de bu uzun karantina süreci. Benim evden hiç uzaklaşmadığım, senin kafese mahkum olmadığın, seni kafese kapatıp çıktığım her an duyduğum vicdan azabının uçup gittiği, özlemin hiç konu edilmediği günlerimiz, aylarımız olacaktı. Daha uzun uzun yıllarımız olacaktı belki. Benim hiç hazır olmadığım çok erken bir ayrılık oldu bu.

 

O kadar benimlesin ki hâlâ, senin artık burada olmadığının bilgisi rüyalarıma tam anlamıyla sirayet edemedi mesela. Seni görüyor, seni okşayıp seviyor, hayatın olağan akışında sana rastlıyorum rüyalarımda. Mutlu uyanıyorum bazı günler. Çünkü uyanıkken çok zor, uyanıkken yoksun. Evet alışıyorum yavaş yavaş, yoksun çünkü, sevincim, heyecanım hep yarım. Eve girmek için anahtarı kilide taktığımda içeride heyecanlanan biri yok, yediğim her şeyin tadına bakmak isteyen, klavyemin üzerinde gezinip monitörümün üzerinde uyuyan biri yok, dışarı çıktığımda bir an önce eve dönebilmek için bir motivasyonum yok. Ama baktığım her yerde, her hareketimde, her düşüncemde izlerin var.

 

Doğum günümde mumları üflerken bir dilek tutamamıştım, çünkü seni geri getiremeyen bir hayattan isteyecek bir şey bulamamıştım. En umutsuz anlarımın kilit cümlesi bu oldu artık.

 

Özlemek duygusu bende pek yoktur, telefonla ya da yazılı mesajla ulaşabildiğim, aylar yıllar sonra bile olsa sarılabileceğim birini özlemek mantıklı da gelmez. Şimdi şimdi anlıyorum, özlemek, kavuşamayacağın birini özlemekmiş, ancak dönüşü olmayan yollara gidenler özlenirmiş. Gidişinle bile bir şeyler öğretmeye devam ediyorsun bana.

 

İlk günler hesapsızca ağladım, yokluğunun boşluğunda yankısı dinmedi hıçkırıklarımın. Geceleri uykumdan uyanıp ağladım. Uyudum, ateş basmalarıyla uyandım. Zaten zor olan uykuya dalma işi iyice çıkmaza girdi. Hâlâ da toparlamış değilim. Şimdi yine, ara ara bir ağlamak geliyor geceleri, sanki seni unutmuşum da, sonra aniden hatırlamanın verdiği utançla ağlıyormuşum gibi. Unutmadım. Dilimden de düşürmedim hiç seni. Özlem giderek büyüyor, alışıyorum da belki ama unutmuyorum, öyle bir şey değil bu.

 

Gitmeseydin eğer, birlikte altıncı yılımızı kutlayacaktık bugün. Daha uzun yıllarımız olsun diyecektik, çünkü gerçekten, çok erkendi. Gidişinden bir süre sonra, yakın zamanda senin gibi bir dostunu kaybeden bir arkadaşım, "Onun için mutlu olmaya çalışıyorum, acıları dindi ve şimdi ekosistemin bir parçası oldu, başka varlıklara can olacak," demişti. Seni düşünüp canım yandığında, gözyaşlarımı durduramadığımda kendime bunu hatırlatmaya çalışıyorum. Yine de gitmeseydin diye düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi, beni bağışla.

 

Benimle gelmeyi seçtiğin için ömür boyu minnettar kalacağım sana küçüğüm. İsmini ben koydum, sen bir Mecnun hayatı yaşadın hep, kuralsız, sınırsız, anormal ve neşeli. Bense senden sonra Mecnun olacakmışım meğer…

19 Mart 2020 Perşembe

Thoreau'ya Mektuplar 8: "Sonunda Delirdik!"


Sevgili Henry,

Sana yazmayalı çok oluyor. Geçen zamanda çok şey değişti. Hatta, demeli ki, artık hiçbir şey eskisi gibi değil. Senin bana, benim rüyalarıma gelmeyişin hariç.

Ben küçüğümü, can yoldaşımı kaybettim ve artık hiçbir şeye önceki gözlerimle bakamıyorum. Zamanda kaybolmuşluk hissi bazen hissizliğe, bazen derin bir acıya, bazen doldurulamaz bir boşluğa, bazen üzerimdekileri yırtıp atma isteği yaratan bir sıcaklığa, çoğu zaman uykusuzluğa, zaman zaman da nefessiz kalıp uyanmalara yol açıyor. Can acısının sonu yok, bilirsin, ama beni asıl delirten, en yakın dostun mu yoksa en büyük sınavın mı olduğunu bilemediğim Waldo'yu üzen, ama beni delirten, "acının bana hiçbir şey öğretememesi, beni doğaya doğru bir adım ileri götürememesi."

Acıdan dersler çıkardığımız yalan, acı hep orada, olduğu yerde duruyor. Azalmıyor, eskimiyor, gücünü kaybetmiyor. Onun durduğu yere olan mesafemiz değiştikçe önünü ardını görmeye, düşünmeye başlıyoruz; yanı sıra sorular, sorgular, pişmanlıklar beliriyor. İşte, öğreneceğimiz varsa, onlardandır. Benim de var. Öğrenir miyim bilemiyorum ama madem ki eski tadı yok hiçbir şeyin, yeni günlerin bir farkı, başka bir rengi olmalı diye düşünüyorum sadece.

Hayatın devam etme zorunluluğu bir yana, gezegenimiz de öyle günlerden geçiyor ki, bu sorularla baş başa kalmak ya imkânsız oluyor ya da manasız. Aylardır bir virüsün hem peşinde hem pençesindeyiz. Bütün dünya eve kapandık, ekranlara kilitlendik, umut verici haberler bekliyoruz. Herkesin beklentisi başkaca olsa da.

Benim durduğum yerden ise başka bir şeyler daha görünüyor: Virüsten ve onun başıma getirebileceklerinden korkmuyorum. Bu nedenle dışarı çıkmama gerekliliği beni biraz zorluyor. Fakat dışarıda da özlemini duyduğum çok az şey var: Tiyatro, sinema, konser vb. etkinlikler yok -umuyorum ki yakında diziler de olmayacak. Arkadaşlarla buluşmak, sarılmak, gülüşmek yok. Okul yok. İş yok. Maçlar yok. Sanki bütün dünya kafa kafaya vermiş, Funda'nın dikkatini dağıtabilecek ne varsa ortadan kaldıralım, bütün zamanını ve enerjisini tez yazmaya versin, demiş. Öyle bir boşalması takvimimin ve masaüstümün.

Yalan söyleyemem, bütün bunların hoşuma giden bir yanı var. Dünyaya, yaşamaya, sevdiğim insanlara ve sevdiğim şeylere başka bir gözle, yeni sorularla bakmamı sağladı bu durum. Haber takip etmekten vakit buldukça tabii. Her ne kadar kendim için korkmasam ve aylardır dönüp duran haberlerden sıkılsam da gündemin uzağında kalmak ve bütünüyle soyutlanıp kendi işime bakmak mümkün değil. Haberler, saçmalıklar, yorumlar, espriler durmaz bir akış içinde. Çok okuyor, çok görüyor, çok gülüyor, çok sinirleniyor ve tüm bunları çok sayıda insanla paylaşıyoruz. Bütün bunlardan süzülüp gelen bir şeyler de olmuyor günün sonunda. Pek çok şeyi düşünmekten, farklı olasılıkları hesaplayıp hazırlıklar yapmaktan, gülmekten, korkmaktan, yanlışların arasında görünmez olan doğruları bulup çıkartmaya çalışmaktan yorulduk, sıkıldık ve sonunda delirdik hepimiz. Bu bir film olsa türü absürt komedi olurdu ve sonunda her şey ama her şey o kadar fazla gelirdi ki tüm insanlığa, herkes kendini kapadığı delikten dışarı başını uzatıp avaz avaz bağırırdı bu çözümsüzlüğe, o çığlıkların rüzgarıyla ancak def edilebilirdi virüs. Öylesine delirdik!

Ve dediğim gibi, değişmeyen bir tek sen kaldın, sen ve benim rüyalarıma girmeyişin. Bak, ne kadar çok acı, ne kadar çok korku ve ne kadar çok soru var: artık sen de değişsen?

Sevgimle…