24 Temmuz 2012 Salı

Anladım

Yanlış anladığımı anladım, ki bu en zor olanıydı...

Buradan itibaren kolaylaşacak her şey.

Hayır, dökülmeyecek gülümsememin incileri, buradayım ve gülüyorum.

Anlamak güzel, ağlamak kadar...

19 Temmuz 2012 Perşembe

Gülümsemenin İncileri

Gözlerimin gülümsemesi nasıl bir şeydi, unutmuşum.
Yeniden hatırlamanın vakti geldi sanırım.

Heyecanım sözlere nasıl dökülür bilemiyorum.
Yine bir ağlamak var aklımda, gözyaşlarım hazırda bekliyor kavuşmak için yanaklarıma... Ve bu belki de dünyanın en güzel şeyi. Hem sıkıntının, hem de mutluluğun cisimleşip ortaya dökülmesi...

Hakkında düşünmeyi bıraksam ve sadece hissedebilsem bütün bu olan biteni... Sözcüklere, düşünce kalıplarına, anlama yetisinin sınırlarına hapsolmasa kalbimden geçenler... Belki de o zaman gerçekten yaşanacak gözlerin parıltısı...

Bir ağlamak gerek artık bu yaşama, dökülmeli kalbin aracısı inciler...

14 Temmuz 2012 Cumartesi

Papatya Falı

Dün ileri, bugün geri, yarın ileri, sonraki gün geri.
Bir ileri, bir geri.
Papatya falına dönebilir bu hal, ileri-geri, ileri-geri...

Yine de ilerliyormuşum gibi hissediyorum, ama belki de yerimde sayıyorum.

Söyleyemiyorum, biriktiriyorum, susuyorum...

Gözlerimden taşacak sanıyorum, yüzümü saklamak istiyorum gözlerden; dilimden kayıverecekmiş gibi cümleler, kilit vurmalıyım dudaklarıma. Nefes bile almadan, günlerce, aylarca yazmak istiyorum. Ama aynı cümleler etrafında dönüyorum hep. Ya da hep aynı cümleler dolaşıyor benim etrafımda, ben ulaşamıyorum başkaca satırlara.

Öyle bir hal işte, anlamsız, sinir bozucu, keyifli de biraz: Bir bulutlardayım, bir de sürünüyorum.

Papatyanın sapını oyuna dahil edip etmeme tercihi, tam da papatyanın bulmaya çalıştığı yanıt aslında!

5 Temmuz 2012 Perşembe

Nur Topu gibi...

Nur topu gibi bir hayal kırıklığım daha oldu, müjde!

Bir iyi haberim var bununla ilgili, sürpriz değil, bir de kötü haber var:

İyi haber: bu kez karakteri değildi beni uzaklaştıran, hâlâ yanlış bulduğum hiçbir şey yok kişiliğinde, sohbetinde...

Kötü haber: hayal kırıklığı onun gözlerinde! (Bir an, "bu en kötüsü aslında" diye düşündüm, ama öyle değil. En kötüler listesine girebilecek kadar kötü bile değil hatta. Neyse ki!)

Biraz daha mı büyüdüm şimdi ben?

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Adım adım...

Vakit ayırmak,
Dinlemek,
Paylaşmak,
Gözlerinin içine bakmak, söylemediklerini de anlamak,
Yanında olmak, yanında istemek,
Fırsatı değerlendirmek bazen,
Bazen yaratmak o fırsatı,
Eşlik etmek,
Konuşmak,
Dokunmak,
Karar vermek,
Umursamak,
İlgi göstermek,
Tereddüt etmemek,
Tutarlı olmak,
Anlamak,
Anlamak,
Anlamak...

Ya da paylaşmamak, anlamamak, hissetmemek, önem vermemek, uzaklaştırmak...

Bir salınım halinde bırakmak, kızdırmak, kırmak, bıktırmak
ve bir gün herhangi biri olmak...
Belki sonra düşünmek, düşünmek, düşünmek
ama içinden çıkamamak...

Nefes almak ve sadece nefes almak...

25 Haziran 2012 Pazartesi

Uzak Sevişmek


Sevmeyi bilmiyorumdur belki de ben. Hem böyle çok isteyip delice sevmeyi hem benim gibi kaçana başka ne denir ki?

Ben sakin sakin sevmek istiyorum, yalnız kendimleymişim gibi, fazla gelmeden hiçbir şey, ben onunla tamammışım gibi... İçimde fırtınalar kopar, taşar coşar paylaşırım da hatta, ama hayatımız dingin olsun istiyorum. An gelsin, bir göz göze gelişle karar verelim doludizgin koşmaya; an gelsin, gezegenin ayrı uçlarında özlemi tadalım güvenip sevdamıza...

Huzurlu bir hayat aramıyorum ki zaten, “huzurlu” denilen ortamlarda canım sıkılır benim. Ben sevgisinden emin olduğum ve benim sevgimi sorgulamayacak insanlar istiyorum çevremde. Sevmek olsun bizi bir arada tutan şey dostumuzla, eşimizle...

Pekiyi... Sevgiyi göstermek mi gerek yoksa söylemek mi?

Ben hep göstermeyi, gözlerinde kendimi görebilmeyi isterim. İletişimin başlaması için belki söylemek daha önemlidir ilk başlarda, ama tavırlarında, bana bakışında, gündelik detaylarda beni düşündüğünü, benim özel olduğumu hissettirmeyen bir iletişim neye yarar ki?

Uyandığımda aklıma gelmeyen, sözlerini düşünürken ineceğim durağı unutmadığım biri hayatın detaylarına nasıl sızabilir ki?

“Hoşça kal” deyişinden, gülümsemesinden, neye kızacağımı bilmesinden aldığım mesajları hangi cümleye sığdırabilir ki?

Yine de sevdiğini söylemekten imtina eden biri nasıl olabilir hayatın anlamı? Sevdiğimi söyleyemediğim birinin hayatı nasıl olabilirim?

27 Mayıs 2012 Pazar

"Öpme... Al, yeter!"


Biliyorum, ‘O’ gün artık çok yakın...

Sen ilk günden beri imkansızdın benim için. Ama benim umrumda bile değildi bu, ben sadece seviyordum... Ben seni hiç tereddüt etmeden, hiç vazgeçmeden, her dakika daha çok büyüterek içimde, senin büyünde büyüyerek, gelişerek ama hiç değişmeyerek, hiç kimseyi sevmediğim gibi sevdim. Bir nefes kadar yakınımda olanlar bile yanıltırken beni, bir ömür uzağımda da olsan sen, bana hiç yaşatmadın kötü sürprizleri.

Ben sadece sevdim, vuslatı, bir gün benim olmanı hayal bile etmedim; öyle kusursuz ve öyle uzaktın ki, yaklaşıp kendime katarak seni eksiltmeye cesaret edemezdim... Hep böyle kal, evrende bana en uzak adam sen ol ama ben seni hep seveyim, yeter, dedim. Bana bu kadar benzemen, aldığım nefes kadar iyi tanımak seni, yetti bunca sene. 

Yaşım kadar büyüttüm hislerimi; bir öte dünya inanışına sahip olmasam da aşkın ölmeyeceğini bildiğim için biliyorum, ben olmasam da yaşayacak bu sevgi...

Şimdi, senelerdir ilk kez gözlerinin böyle parladığını görüyorum bir kadın için... Aradığını bulduğunu biliyorum, hissediyorum, gülümseyişinde görebiliyorum. 

Başkasına ait olduğunda bile biliyorum, çok iyi tanıyorum seni... Bir kadının yanında böyle mutlu, huzurlu, kendinden ve yanındakinden emin duruşunu, kendi duruşunla yanındakini dengeleyen tavrını, romantizmin üzerine atılan çirkin ve samimiyetsiz klişelerden uzak, âşık ve gerçekçi halini görmekten mutlu bile oluyorum.

Biliyorum, ‘O’ gün artık çok yakın...

İçim cız etmiyor değil... “Evet” dediğin an geldiğinde belki birkaç damla bile düşecek gözlerimden... Ama yapma diyemem, mutlusun ve bunu sürdüreceksin, biliyorum...

Vazgeçmedim senden ama bir şarkı geçer içimden, senin de sevdiğin, bir tek onu söyleyebilirim:
“Sessizce, kimsesizce gönderdim dudaklarımı... Öpme, al yeter...”

28 Nisan 2012 Cumartesi

Neyin peşinde?

"Ya hepimiz zaten sahip olduğumuz bir şeyin peşindeysek?"

Guillaume Musso, Seni Bulmaya Geldim


Peki neden hep cevabına ulaşamayacağımız soruların peşinden koşuyoruz?

Kendime Not

Davranışlarında aklı referans almayan insanları anlamaya çalışma. Yapamazsın. Yıpranırsın sadece. Anlatmaya çalış. Göstermeyi dene. Belki bulunur bir müşterek. Ama sabret. Ama bekle. Bir anda olmaz bu işler. Bir an gelir değişir her şey ama tek bir an yetmez. Her anın, önceki anların getirisi olduğunu tut aklında. Olacak, evet. Olmalı. Çünkü bu dünya yaşamak için var. Yaşamamız için. Hepimiz için.

14 Şubat 2012 Salı

Anlatmalı mı?


Söyleyemediklerin var, dün de vardı, bugün de var...
Ne zaman içinde kalsa cümleler, bu şarkı çalıyor kafanın içinde; hep bu şarkı dilinin ucunda; hep bir biriktirme hali sende... “Sana birikiyorum” diyemesen de birilerine, birikebiliyorsun yine de...
“Bir rüya değil sanki, gülüyordun gözlerime...”
Birkaç sözcükle binlerce düş kırıklığını anlatabilmenin en naif yollarından biri bu -belki de o kadar çok dokunuyor ki, kusursuzmuş gibi geliyor... Zaten insana dokunmayacaksa neden yazılıyor şiirler, dokunan bir şey yoksa neden yazsın şairler, neden haykırsın şarkılar?
“O günlerden bir rüzgar eser, ümitlerin seni terk eder,
senden o bakışları gizler kapkaranlık bir keder...”
Şifa veren bir rüzgar olur hatıralar kimi zaman, umutlara sarılma zamanı gelir. Oysa karanlık tek gerçeğidir yaşamın bazen, gizler tüm umutları, yalnız acılar belirir karanlığın içinden.
"Hayatta paylaşmaya değer bildiğin bir sır varsa eğer,
haykırıp dağlara taşlara anlatmalıymış meğer..."
Neler hissettiğini anlatabilmenin tek yolu bu notalar, bu şarkı... Ruhunun en ücra köşelerini resmeden bir sözler yumağı bu dizeler, o yüzden bu kadar çekinikler. Çığlık çığlığa bir aleniyetin kenar boşluklarında duruyor söylemek istediklerin. Yalnızca boşlukları hissedebilenler çözebiliyor “meğer” neler gizlediğini... “Anlatmalıymış” rüzgar hikayeni, oysa anlatılamadığı için bir hikaye olabiliyor eksik kalanlar...
“Anlatmalıymış meğer”in üzerini örttüğü o zamansızlık, uzun zamanlar içinde dokunulmaz kalan o sınırsız sınırlanmışlık hali -zamanın asla yetmeyeceği düşünüldüğü için asla başlanamayan, bu nedenle zamanın aslında yeterli olduğunun asla anlaşılamaması hali- bütün bu trajedinin sebebi. Her zaman uygundur karar verildiyse, oysa karar vermek için uygun zamanı beklemektir düşleri çürüten...
En sonunda yalnızca bir birikme hali kalır geriye... İstiklâl sokakları ya da ince belli bardakta bir demli çay çare olamaz tabii. “Gelme artık gecelerime” demişsin bir kere, söylemek istediğin tam aksiyken hem de. Şimdi anlatacaksın da ne olacak kalbini? O kırmış seni ya da sen kırmışsın kendini. Sonuç kırılmak oldukça suçlu hep sensin zaten, hep sensin yenilen, hep sensin kendi kalesine hücum eden...
Şimdi döne döne düşün bakalım, anlatmalı mıydın bildiğin sırrı? Yoksa herkes bu sırrı kendisi mi bulmalı?

4 Şubat 2012 Cumartesi

Depresif Serpinti

Bu aralar pek agresifim.
Sanki her gün başka bir yönden kalkıyorum.
Kimseyi kırmayayım diye de içime atıyorum hep.
Daralıyorum sonra.
Sonra yine sinir.
Saçmasapan bir kısır döngü...

İzmir'e kar yağması iyi gelmişti, ferahlamıştım biraz.
Ama kar gitti, geri geldi gerginlik.

Geceleyin çığlıklar atmak, gündüz ofiste avaz avaz şarkı söylemek istiyorum.
Ama fazla güçlü bir süperegoya sahibim.
Susuyorum.
Kendimin bile alışık olmadığı bir suskunluk hali.
Memnun olmuyorum hiçbir şeyden, her şey batıyor.

Depresyon değil tam olarak ama depresif bir "serpinti" var sanki üzerimde.
Hoş değil...

1 Şubat 2012 Çarşamba

Sevda can yakmaz olunca...

Çok konuşulmaz sonlarda, sözler de tükenir bitişlerde. Eskiden kalma bir sessizliği bulup giyinirim üzerime, en çok o yakışır kimsesizliğime.

Bitişler eskiyip yalnızca yalnızlık kalınca geriye, susmanın anlamı boşalınca sessizliklere, neye kurulmalı saatler? Kime uyanmalı?

Sevdanın anısı can yakmaz olunca gözyaşlarına nasıl sebep bulmalı?

31 Ocak 2012 Salı

Pembe Yaseminler

Çevreci bir eylemde, eylemcilerin 'çevremiz güzel koksun' diye bir kazana doldurup kaynattığı pembe yaseminler gördüm rüyamda...

İnsan bazen hiç istemiyor uyanmayı.

13 Ocak 2012 Cuma

Zenne

“Bu bir masal olsaydı, şöyle başlardı: ‘Bir zamanlar bir araya gelmesi imkansız üç arkadaş vardı...”
Onlar birlikte yaşamayı, birbirlerini sevmeyi, birbirlerine güvenmeyi öğrendiler... Ya biz?

Her şeyden önce, böyle bir film yapılabildiği için gurur duydum bir insan olarak. Birinin ölümünden toplumun ikiyüzlülüğüne böyle derinden dokunan bir hikaye çıkabilmesi, bütün kösteklemelere rağmen bu ülkede bu filmin ortaya çıkarılması onur verici...

Ve siz, filmin ortasında salonu kaçarcasına terk edenler! Sizinle aynı havayı soluyor olduğum için utanıyorum!

Ey İzmir insanları! Büyük (!) şehrimizde yalnızca 2 salonda (Konak AFM Passtel ve Çiğli Cinecity Kipa) oynayan ve muhtemelen 1 haftadan uzun süre vizyonda kalamayacak olan bu filmi kaçırmayın!

Zenne Fragman

6 Ocak 2012 Cuma

Rüzgâra Karşı

Rüzgâra karşı yürümeye çalışmak, kabuslarda bir yere gitmek isteyip de gidememek, bir şeyden kaçmak isteyip de uzaklaşamamak gibiydi bu akşam...

Haber bültenleri "havalar bozdu" başlığını uygun gördükleri meteoroloji haberlerini, "Kötü havanın merkezi İzmir"den canlı bağlantı ile verdiler. Üstelik bu kadarla kalmayacakmış, Balkanlardan daha soğuk hava dalgaları gelecekmiş yine...


Rüzgâr, yağmuru vurdu yüzüme bugün.
Eskiden duygusal anlamlar çıkarırdım bu tür doğa olaylarından, şimdi başımı yukarı kaldırıp gülümsüyorum kara bulutlara...

"Ben aslında neyi istiyorum" sorusunu kendime sormayı unutmadığım, yani gerçek beklentilerimi, hedeflerimi bir kenara koyup anlık heyecanlara kapılmadığım zaman hiçbir doğa olayı moralimi etkileyemez. İş ki unutmayayım gerçek yolumu...

O yola girdiğimde hiçbir rüzgâr kesemeyecek ayaklarımı yerden!