10 Şubat 2019 Pazar

Thoreau'ya Mektuplar 6: "Söylese o, ben söyleyemem"


Sevgili Henry,

Sana yazmaya uzun bir ara verdim ama bu konuyu gündeme getirecek halin yok senin de, zira hâlâ gelmiyorsun rüyalarıma. Ben bu konuyu ilk kez sözcüklere dökeli beş yıldan çok olmuş, el insaf!

Oysa yalnız tezimde değil, başka amaçla okuduğum kitaplarda, dost sohbetlerinde, izlediğim filmin bir sahnesinde, bir oyunun en sevdiğim yönünü anlatırken, hatta bazen amaçsızca gezinirken internet sitelerinde, sen çıkıveriyorsun karşıma ansızın. Rüyalarım hariç.

Geçenlerde, Arşimet gibi banyodayken ben de, ansızın zihnimdeki tüm taşlar oturdu yerine, "Evreka!" diye bağırdım sessizce. Malum ya evde yalnızım ve mevsim kış. Bağırarak banyodan fırlamamın bir anlamı yoktu yani. Fakat yıllardır ilk kez, yıllardır hep söylediğim, yazmaya çabaladığım şeyler bir bütün halinde aktı zihnimde, tüm parçalar birleşti ve ben olanca berraklığıyla gördüm anlatmak istediğim hikâyeyi, anlatmak istediğim seni.

Ve tabii yine günlerdir başındayım klavyenin -ya da defterimin- ve yine cümleler, zihnimde aktığı gibi gürül gürül akmıyor, içimdeki coşku ekrana -ya da kağıda- dökülemiyor. Tam da şarkının, "Dilde mühür," dediği, "yollara sürülür ah içimdeki söz, söylese o, ben söyleyemem… sevdiğimi…"

Çünkü, ne yazık ki bu, bir dostumu karşıma alıp susmamacasına konuşmalarıma, oradan buradan anekdotlar getirip derdimi anlatmalarıma, hikâyenin bir başından bir sonundan girip heyecanımı sözlere karmalarıma hiç benzemiyor. Seni bu coşkuyla değil, soğuk, mesafeli bir dille, sevgimi, tutkumu, hayranlığımı bir kenara bırakıp yazdıklarına ve satır aralarına odaklanarak sunmam, senden romantik değil katı ve rasyonel bir bilge çıkarmam, yani senin içindeki cıvıltıyı susturmam, renklerini kısmam, neşeni söndürüp ciddiyetini öne çıkarmam bekleniyor. Eh, böylesi ikimize de yakışmıyor.

Ne yapmam gerektiğini bilsem de onu nasıl yapmam gerektiğine dair sorularımın tükenmeyişi hep bundan: "Ben yanarım, küllerini savurur içimdeki köz; sönse de gün, ay, ben sönemem."

Sevgimle…