8 Ağustos 2010 Pazar

Seni Bekliyorum

Ne zaman döneceğini bilmesem de senin için beklemek güzel... Geri sayımın nereden başladığını bilmediğim için şafak sayamıyorum ama döneceğinden şüphe etmemek güzel...

Dünyanın ve zamanın neresinde olduğunun hiçbir önemi olmaksızın benim olduğunu, hep orada olduğunu bilmek güzel...

Canım yanarken en faydalı ilacım olduğunu bilmek, senin sesine sığınmak, senin sözlerinle uyumak ve rüyaya daldığımda orada beni beklediğini görmek güzel...

Yıllar oldu benim istediğim gibi karşıma çıkmayalı... Üstelik daha önce bu kadar uzun süre ayrı kaldığımızda bunun tekrarlanmayacağının sözünü de vermiştin. Uzun ayrılıklar bize göre değildi, anlamıştık. Ben yine de kızmıyorum sana, sadece bekliyorum. Uzun süren sessizliğini beni tamamen sana bürüyerek, içimdeki yerini derinleştirerek, büyünü büyüterek bozacağını çok iyi biliyorum.

Seni beklemek hep güzeldi, bekleyişlerimin sonu da bir o kadar güzel oldu. Hayalkırıklığını tatmadım hiç senin gelişlerinde... Sen hep yepyeni ama hep aynıydın. Hep benimdin, hep öyle kaldın. Hep hayalimdin, hep hayatımdaydın. İlk sevdiğim, ilk bildiğim, ilk beklediğim, ilk büyüttüğüm büyüydün; yerini kimselere vermedim, hakkında kimseleri konuşturmadım, kimseyle değişmedim hayalini bile ve kimseyi dinlemiyorum yine, seni bekliyorum...

Belki yarın, belki bir ay sonra, belki dört yıl daha bekleterek beni, belki de üç vakte kadar... Geleceğini, gelmek için can attığını, benim kadar heyecanlı olduğunu biliyorum ya, yaşarım bunun umuduyla da...

Aşka geldim yine düşündükçe seni; sensiz büyütmek mümkün mü zaten düşleri?

Bazen diyorum ki, gerçeği kucaklamaktansa seni düşlemek daha iyi, nasıl olsa sadece benim elimde heyecanın hiç bitmeyeceğinin garantisi...

Aynı kelimeler etrafında dönsem de saatlerce hiç susmayabilirim, yazmayı hiç bırakmayabilirim; biliyorsun, söz konusu sen olduğunda bildiğim tüm dillerde kullanabildiğim tüm sözcükleri tüketsem de seni anlatmanın sonunu getiremem. Sana hissettiklerimin ise bir sonu zaten yok... Bu yüzden burada duruyorum ve devam ediyorum beklemeye seni...


FUNDA SARICI
08.08.2010
01:25

3 Haziran 2010 Perşembe

"Lütfen Yaz Gelsin"

Çocukluğumdan hatırladığım bir ses, 90’ların bence en güzel şarkılarından birini söylerdi… "Olsun varsın, çekinme, sen yine yalanlar söyle, yürek paramparça zaten…" derdi, yazın en hareketli şarkılarından birinde…

İtiraf edeyim, o zamanlar bir sempatim yoktu kendisine, sadece şarkıya eşlik ederdim coşkuyla. Hatta sonraki yıllarda benim hoşlanmadığım insanlarla birlikte çalıştığı için bilinçli olarak uzak durdum onun işlerinden, şarkılarından… Bu nedenle "Hata bende, dertsiz başıma dert aradım; içimse kıpır kıpır, çünkü şimdi sen aradın" diyen o enfes şarkıdan da yıllar sonra haberdar olabildim…

Metin Arolat ile barışma zamanım ise çok çok yeni… Önce bir sanal platformda onun insan yanını keşfettim; sonra da anlamaya başladım onu… Yeni albüm hazırlığında olduğunu anlatıyor, aşamaları bizlerle paylaşıyordu adım adım… Derken heyecanını daha fazla gizleyemedi ve albümden önce bir şarkıyı paylaştı dinleyici ile: "Lütfen Yaz Gelsin!"
Sonbahar kokan ve yazı çağıran bir şarkı bu. Ama "Sıkıldım kış kıyamet, yeter, lütfen yaz gelsin…" deyişinde yaza özlemin ötesinde bir şeyler var; sanki yazla birlikte, huzuru, aşkı, umudu çağıran bir yanı var…

Benim ödevlere boğulmuş, eve kapanmış bugünlerimde en keyifli yol arkadaşlarımdan biri oldu bu şarkı… Önce dinlemekte olduğum şarkıların arasına koydum, sonra yalnızca bu şarkıyı dinler oldum ara vermeksizin… Metin Arolat’ın sesi Dert Değil’den sonra uzuuuun ve keyifli bir yol kat etmiş, özel bir ses olmuş… Şarkıysa akıp gidiyor, hiç sıkmıyor, saatlerce dinletiyor kendini… Belki en çok sıktığı noktada "Ehhh yeter! Yaz gelsin artık…" dedirtebilir ama zaten şarkının amacı da bu…

Bu şarkının için için hüzün taşımasını, ama en sonunda "Umudum var" demesini seviyorum en çok. Çünkü benim de umudum var; bu yoğun ve sıkıntılı dönem bitecek, yaz gelecek, hatta belki aşkı da getirecek… Çaresiz bir çare beklenmekte, zira bizim isteğimizle geçmiyor zaman; o, kurallarını değiştirmiyor bizler için… Ama umut var…

"Bir çaresiz çare bekliyorum, geçse zaman… Geçer elbet, umudum var…"

8 Mart 2010 Pazartesi

Yanlış Anlaşılma Pahasına

Karnımı ağrıtan durumlar vardır; heyecandan, telaştan, meraktan ya da çaresizlikten olur, kilitlenirim. Bir şeyler söylemek isterim, ama susarım. Cümlelerim bende kaldıkça anlamlıdır; düşünceler söze dökülünce anlaşılmamaktan korkarım, susarım daha iyi. “Tepkisiz, sessiz” desinler, “ketum” desinler hatta ama yanlış anlamasınlar; beni bari yanlış anlamasınlar, dünya zaten yanlış anlaşılmalar mekânı…

8 Mart da bir yanlış anlaşılmalar günü… Şimdi kampanyalar var her yerde, markalar promosyon peşinde (belki de en son kötülenecek şey budur, neticede kendi ilkelerince doğru olanı yapıyorlar, en azından kendi içinde tutarlı bir durum), “kadınlar” hatırlanmak ister, her yerde “kadınlık” tartışılır bir süre...

Yanlış anlaşılma pahasına bir düzeltme yapayım: 8 Mart, “Dünya Kadınlar Günü” değildir, “Dünya EMEKÇİ Kadınlar Günü”dür, dayatmalara karşı var olma mücadelesinin, kendi ayakları üzerinde durabilmek için çaba gösterme cesaretinin kutsandığı bir gündür; kadınlığa değil, emeğe duyulan saygının günüdür.

Görmek istemediğimizden mi, böylesi daha kolay ve “zararsız” olduğundan mı, telaffuz etmek tehlikeli bulunduğundan mı bilmem, “emek” sözcüğünü kullanan pek fazla insana rastlamayız bugünlerde… Karnım ağrır!

En çok canımı yakan ise, kentin popüler caddelerinde, alışveriş merkezlerinin giriş kapılarında, orada burada burnumuza dayanan sahte kırmızı güller… “Kadınlar günü” nedeniyle “kadınlara” bir “jest” yapma gayesindeki insan topluluklarının temsilcileri… Anlıyorum ki gülleri sahte yapan toprakta yetişmemeleri değil, güllerin inorganik maddelerden yapay olarak üretilmeleri de değil, aslında hiçbir duygunun sözcüsü olmayışları, “dostlar alışverişte görsün” zihniyetinin ifadesi olarak burnumuza dayatılmaları… Yanlış anlaşıldığımızın daha belirgin bir kanıtı var mı?

İnterneti kurcalıyorum, “Neden kadınlar günü var da erkekler günü yok?” sorusuyla karşılaşıyorum, neye sinirleneceğimi şaşırıyorum… Hangisini düzeltmeli? Bunun yalnızca kadınlar günü olmadığını mı anlatmalı yoksa zaten tüm günlerin erkeklere ait olduğunu mu? Vazgeçmeli miyim bir şeyler söyleme isteğinden, böyle kalsın mı her şey? Karın ağrım bir tek beni ilgilendirir ne de olsa…

Önceki yıllarda bu kaygılarımı paylaştığım insanlar, “Önemli olan hatırlanmak, küçük de olsa bir farkındalık yaratmak, bırak adı nasıl biliniyorsa bilinsin” demişlerdi. Ben, o küçük farkındalığa bir küçücük sözcük daha eklemek istiyorum, kendisi küçük ama değeri büyük bir sözcük…

Karnım ağrıyor yine, susmayı denedim ama olmadı. Bir kez daha deneyelim bakalım işe yarayacak mı, bakalım anlayan birileri çıkacak mı? Diyorum ki 8 Mart Dünya EMEKÇİ Kadınlar Günüdür. Yani sadece kadın olmak değildir altı çizilen, hayata karşı, dayatmalara karşı var olma mücadelesi vermek, kendi ayakları üzerinde durabilmek için çaba göstermektir vurgulanan…

Kadınlığa değil, emeğe duyulan saygının günü kutlu olsun!

14 Şubat 2010 Pazar

Bir Şeyler Eksik

İçimde bir şeyler var söküp atamadığım. İçime ata ata karın ağrısı sahibi oldum durup dururken… Aslında durup dururken değildir belki, bir anda yaratmadım ya her şeyi, birike birike bu hale geldi içimdekiler… İnanılır gibi değil ama konuşamadım, ağlayamadım, atamadım içimden.

Şimdi başımı alıp gidesim var, gidecek yerim yok… Hoş zaten gitmek neyi çözer ki içimdekileri bir yerlere bırakamadıktan sonra… Her yer aynı, karın ağrısı geçmedikçe…

Güzel cümleler duyuyorum, telefonum çalıyor, iletiler eksilmiyor hiç, ama tatmin de etmiyor hiçbiri. Sanki bir şeyler eksik… Kordon’da bir bira, sahilde yürüyüş, hep beraber maç izlemek, film izlerken uyuyakalmak, ekrana yapışık yaşamlar… Hepsi yıllarca uzakta sanki…

Neler neler geçiyor akıllardan, hepimizde bir tür hayat gailesi, ‘ben’lerimizi toplayıp da ‘biz’ yapmaya yeter düşlerimiz var, ama yorgunuz her birimiz, herkes başkasından bekliyor adımları…

“Değer mi” diye sorarız kimi zaman, ben sık sık sorar oldum. Oysa korkardım eskiden, acırdı canım, soramazdım. Şimdiyse yanıtın “Asla değmez” olduğunu bile bile soruyorum, kendi kendimi kanatıyorum.

Gözlerimi kapattığımda zihnimde uçuşuveren hayaller de yok artık; beceremiyorum düşlemeyi… Kâbuslarım var artık benim, kan ter içinde uyanmak var en kısa uykudan bile…

Ne istediğimi, ne beklediğimi, neyi aradığımı bilmiyorum. Bir yağmur yağsa dağılır sanıyorum bu sis, ama yağmuru bekleyecek tahammülüm de yok. Arabeske eğilimli ruh halim, can yakan şarkılar mırıldanışım, gözlerimi sukutuhayale açışım nedendir sorgulamıyorum artık…

Bir şeyler eksik ama nasıl tamamlanır düşünemiyorum…

Biraz mola almak mümkün müdür acaba zamandan?

Funda SARICI
14.02.2010 // 16:39