Görünen o ki bugün, gökyüzü ufacık bir göz kırpışı bile
esirgeyecek bu şehirden.
Pencereme hızla vuran yağmur damlaları eşliğinde uyuyup gök gürültüleriyle
uyandım ben.
Saatlerce çıkamadım yataktan. Zaten korkarım gök gürültüsünden,
şimşeklerden; gündüzleri daha çok korkuyormuşum meğer. Sanki göklerin mavisini
bir daha hiç göremeyecekmişiz gibi, her gecenin ardından gün doğmak zorunda
değilmiş ve Hume’un haklı çıkacağı gün bugünmüş gibi…
Yine de bir şekilde ikna edip attım kendimi sokağa. Çok da
zor olmadan vardım okula. Okul sessiz, kimsesiz ve ıslak… Koridorlar boş, kantinde
birkaç kişi var sadece, o da mecburiyetten… Bir elimde şemsiye, bir elimde
çanta, bir biçimde ofise ulaşmaya çabalarken bir anda bir tebessüm beliriyor
yüzümde!
Hiç beklemediğim bir anda, 15 yıl kadar geriye gidiyorum, güneşin
ayrılık, uzaklık; yağmurun, karın bir aradalık demek olduğu o günlere, Beytepe’ye!
Şimdi kim korkacakmış gök gürültüsünden acaba?