Yaz dizisi kavramını bir ayrı
seviyorum ben. Düşünmek bile iyi geliyor. Kış döneminin hantallığı, baharın baş
döndürücü hızı yok; yazın mahmurluğu ve enerjisi var. İşler azalmış, bir nevi rölantide
giderken hayat, daha narin daha neşeli hikâyeler eşlik ediyor günüme geceme.
Amerika’yı yeniden keşfetmeye çalışmadan, her anımızı çirkin entrikalara
bulamadan da anlatılabilen hikâyeler sunuluyor genellikle. Zaten hayatın
anlamını ya da evrenin gizemini diziler yoluyla bulmaya da çalışmıyorum zaten –
ezkaza bulursam ne âlâ, ama aramıyorum!
Bu şekilde yaklaşınca, yazın
başlayan bütün dizilere kışa nispeten daha olumlu bakıyorum, hepsini takip
etmeye hazır halde giriyorum sezona. Bu sezon bu arzumu büyük ölçüde tatmin
ediyor diyebilirim. Tüm diziler hakkında kısa kısa bir şeyler söylemek
istiyorum.
Kanımca 2015 yaz sezonun en büyük
eksikliği, 16-18 yaşlarındaki karakterleri 25-30 yaşlarındaki oyuncuların
canlandırmasıdır. Bu eksikliği dikkat çekici biçimde barındıran diziler: Adı
Mutluluk, Kırgın Çiçekler, Yazın Öyküsü, Güneşin Kızları. Bu sebeple,
orijinalinde liseli olan karakterleri uyarlamada üniversiteli yaparak hem bu
handikapı aşan hem de hikâyenin inandırıcılığına katkıda bulunan Tatlı Küçük
Yalancılar’ı tebrik etmeli… Sezonun en büyük artısı ise hemen hemen bütün
dizilerin müziklerinin çok çok başarılı olması. Benim dikkatimi en çok
çekenler: Kiralık Aşk, İnadına Aşk, İlişki Durumu: Karışık, Fabrika Kızı, Tatlı
Küçük Yalancılar, Kalbim Ege’de Kaldı…
Bu yıl ilk bölümünü sonuna kadar
izlemeyi başaramadığım dört dizi oldu: Adı Mutluluk, Çilek Kokusu, Sen Benimsin
ve Günebakan.
Adı Mutluluk ve Çilek Kokusu’nda
gençlerin tanışma biçimi, erkeklerin o hep üstten bakan maço tavırları irrite
ediciydi, ısınamadım, anlatılan hikâyeye de inanmadım. Tam olarak Kiraz Mevsimi’nin ilk bölümünü izlerken
hissettiklerimi hatırlattı bana: “Ben bunu izleyemem ama eminim çok sevilecek
gençler tarafından.” (İçimde 45 yaş üstü
bir kadının yaşadığını söylemiş miydim daha önce? İşte böyle durumlarda yaş
60’ı geçiyor ekran karşısında.)
Sen Benimsin’in tanıtımlarını bile görmemiştim, küt diye ilk
bölümüyle karşılaştım ve üst üste şaşkınlıklar yaşadım. Kliplerinde bile
oyunculuğu (hatta bence duyguyu vererek bakmayı bile) beceremeyen Gökhan Keser
başrolde, ama dublajlı. Yetmezmiş gibi esas kadın da dublajlı; yani
inandırıcılık sıfırın altında. Düşünün şimdi, dizide Burak Sergen, Güven Hokna
ve Ruhi Sarı var; hepsini bin çeşit rolde izleyip her birine ayrı ayrı inanmışızdır.
Hepsini Gökhan Keser’le aynı sahnede düşünün şimdi. Oyunculuğun en üst ve alt
seviyeleri karşı karşıya desem yeridir. İzleyemedim tabii. Hikâye zaten klişe,
dolayısıyla başka bir numara yapmaları gerek izleyiciyi ikna etmek için, beni
edemediler…
Günebakan bir şive komedisi. Trakya şivesine pek hâkim olmadığımdan
o konuda yorum yapamayacağım, ama duyduğum kadarı kulağımı rahatsız etmedi
diyeyim. İlk bölümde olay akışını falan takip edemedim ben, alternatif
yokluğunda bakarım diye düşünüp çekildim kenara.
Tatlı Küçük Yalancılar’ı da ilk bölümün sonunda bıraktım, öyle
gerilimli işlere gelemem ben, orijinalini de ikinci bölümde bırakmıştım zaten,
uzaktan bir bakarım arada… Fakat jenerik müziği şahane! Hem orijinalinin şahane
bir uyarlaması olmuş hem de Sertab Erener’in sesine çok uygun bir şarkı çıkmış
ortaya. Hatta Pretty Little Liars’ın
şarkısını da Sertab söylemiş deseler inanırım, öyle bir benzerlik!
Yaz’ın Öyküsü’nün tanıtımlarını pek sevmemiştim, Vildan Atasever’i
izleme meraklısı da değilim hiç. İlk bölüm beklediğimden iyiydi, alternatif
yokluğunda bakılacaklar listesine girdi dizi benim için. Uzaktan bakıyorum
öyle.
Kalbim Ege’de Kaldı tanıtımlarıyla çekmişti dikkatimi, ama takip
edip etmeme kararımı ilk bölüm sonunda veremedim yine de, kendi hikâyesini
birkaç bölümde tüketir gibi gelmişti. 4. Bölüm yayınlandı ve ben hâlâ aynı
fikirdeyim; hikaye her an tükenebilir. Alper Saldıran’ın birkaç bölümlük
kredisi vardı, oradan devam ettikçe kapıldım hikâyeye de. Her zaman çok sahici
gelmese de Ege şivesi duymak bile güzel oluyor. Özellikle de Güzel Köylü bitmiş ve Yeşil Deniz tatildeyken teselli oluyor…
Yine Ege’de çekilen ve her
nasılsa bir anda herkesin birbirine âşık olabildiği Aşk Zamanı bu boşluğu doldurabilecek gibi değil hiç. Her yerde çok
beğendiğim Bekir Aksoy faktörüne rağmen takip etme isteği oluşturamadı bende.
Denk geldikçe bakıyorum ona da.
Fabrika Kızı da temkinli yaklaştığım dizilerdendi. Fulya Zenginer’i
de İsmail Demirci’yi de başrol olarak düşünememiştim. Önceki dizilerindeki
rolleri de hiç çekici değildi, oyuncuların kendilerine değil ama rol
seçimlerine mesafeliydim yani. Fakat Fabrika Kızı’nın işçi sınıfı-küçük burjuva
çekişmesini ve tüm karakterlerini sevdim. Dizinin, 4. Bölümün ardından devam
etmeyeceği konuşuluyor, umarım doğru değildir.
Benim kafamdaki yaz dizisi
kavramına aykırı duran işlerden biri Kırgın
Çiçekler. Tanıtımları bana hiçbir şey vaat etmiyordu fakat içinde Özgür
Çevik’in olduğu bir diziye direnemezdim. Hikâye fazla acıklı ve klişelerle
dolu, genç oyuncular da –Gökçe Akyıldız hariç- inandırıcılıktan uzak ama dizi
bir şekilde aldı beni içine. Ekranda olduğu sürece izlemeyi sürdürebilirim, tek
gözümle bile olsa.
Her dizinin en azından ilk
bölümünü izlemek takıntısının yanında, Ne
Münasebet’i izlemek için tek motivasyonum İnan Ulaş Torun’du, zira Sarp
Levendoğlu ile Pelin Akil aynı derecede sevmediğim ve mümkün oldukça izlemek
istemediğim oyuncular. Fakat Ulaş Torun’un hatırına izliyorum diziyi. Hakkını
yemeyeyim, dizinin akışını, her bölüm başka bir olayın peşinden gidişini sevdim.
Seyirciyi yormadan ilerliyor. Vaat ettiği kadar eğlendirdiğini ise
söyleyemeyeceğim. Bir de, Mert Yavuzcan’ın artık farklı türden bir karaktere
girdiğini görmek istiyorum artık. Lütfen.
İnadına Aşk ve İlişki Durumu:
Karışık, tekrarlarını bile izlediğim, komedi ve romantizm damarımı şimdilik
doğru yerden yakalayan işler oldular. Onlarca bölüm devam ederlerse ben belki
bir yerde bırakırım izlemeyi ama şu an keyfim yerinde. İnadına Aşk’ta Cem
Belevi ‘popçu pozu’ kesmekten vazgeçse, Can Yaman da biraz daha derli toplu
giyinse sevinirim. Şu mini etek ve dekolte muhabbetini de uzatmasalar tadından
yenmez. İlişki Durumu: Karışık’ta da Seren Şirince’yi değil de Duygu Yetiş’i
izliyor gibi hissediyorum çoğu zaman, tam onun kalemi bir rolmüş. Şirince’yi
beğenmedim değil de gözüm alışamadı diyeyim bu yüzden. Ayrıca Berk Oktay’ın
oynayabildiğini de gördüm ya sonunda, artık daha iyimser bir gözle bakabilirim
dünyaya.
Güneşin Kızları, tanıtımlarını en çok beğendiğim diziydi. Güneşi
Beklerken ve Güllerin Savaşı’nda olduğu gibi yaz için değil, sezona da sarkması
için planlandığı belliydi daha tanıtımlardan. Emre Kınay zaten artılar
hanesinin en başında, Evrim Alasya ve Teoman Kumbaracıbaşı da ona keza. Ben
bunu izlerim diye atmıştım hafızaya, beyin bedava! Hikâyesiyle de yazın en
farklı işlerinden biri Güneşin Kızları. Herkesin hikâyesinin bir şekilde ona
bağlanacağını düşündüğümüz Haluk kişisinin altından nasıl bir manyak çıkacak
diye düşünüp teori kurmaktan bir hal olduk bile. Fakat ben, çoğunluğun aksine,
şaşkınlıkla izlemiyorum olan biteni. Emre Kınay’ı tiyatro sahnesinde izlemiş, Sondan Sonra’da tokat üstüne tokat yemiş
bir seyirci, Haluk kişisinin gülen yüzünün ardındaki gerçekten ürkmez,
dişlerini gıcırdatıp tırnaklarını bileyerek bekler sadece! Teoman
Kumbaracıbaşı’nın 5. Bölüme kadar görünmeyişi de affedilir gibi değil bu arada.
Allah vermeye dizi tutmayıp da 5. Bölümü göremese adamın yüzünü bile
göremeyecektik. Gerçi toplam 1,5 dakika kadar göründüğü kısımda da yüzünü
görebildik diyemem, o ne saç, sakal öyle?!!
Yalnızca 2015 yazının değil,
Türkiye dizi tarihinin en orijinal işlerinden biri Tutar mı Tutar. Karakterlerin bir sabah hiç tanımadıkları bir yerde
uyanmaları ve kendilerini bir dizinin içinde bulduklarını keşfetmeleri ve bu
dizinin içinden çıkma çabaları neresinden bakarsanız bakın çok iyi fikir ve bir
dizi içinde işlenmesi ve böylece dizi klişeleriyle de dalga geçilmesini çekçek
de izlemek kadar keyifli olmalı. Orijinallik sadece hikâyede de değil. Başrol
olarak seçilen dört kişiden üçünün (Paşhan Yılmazel, Halil Gök ve Su Kutlu)
daha çok yan karakterlerde gördüğümüz oyunculardan seçilmesi de şahane fikir.
Başrollerin isimlerini Ayhan Işık ve Cemal Süreya’dan almaları da şahane fikir.
Aynı zamanda bir mahalle dizisi de sayılabilecek bu işte mahallenin her bir
köşesinden enteresan karakterleri canlandıran tecrübeli oyuncuların çıkması da
ayrıca güzel. Yaz dizilerinin, “3-4 tane iyi ve ünlü oyuncu bulayım, gerisini
yenilerden ve az bilinenlerden seçeyim” ekolüne bir direniş adeta! Ve yazmadan
geçemeyeceğim, ilk bölümün sonundaki o yağmur sahnesi, yani Cemal’in (Paşhan
Yılmazel) okuduğu Sunay Akın şiiri, Süreyya’nın (Ceyda Ateş) onu duymayışı ve
Cemal’in çamura düşüşü… İzlediğim en güzel dizi sahnelerinden biriydi desem
yeridir, defalarca daha da izleyeceğim… Ayrıca şu Cemal’in ikinci bölümde
kurduğu şu cümle de unutulmayacaklardandır benim için: “Bir insanın ruhu, nasıl
olur da bir çift göz baktı diye bütün dünyanın mutluluğuyla dolar? Bu nasıl bir
yolculuktur?” Fevkalade bir güzelliğe sahip olmadığını, abartıldığını
düşündüğüm Ceyda Ateş benim gözümde dünya güzeli oldu; Cemal, Süreyya’yı böyle
sevince…
En sona kişisel favorim olan Kiralık Aşk’ı bıraktım. Yeni bir hikâye
değil, onlarca başka örnek sayılabilir bu dizideki aşk oyununun benzeri. Ama klişelerden
öyle güzel kaçınmış, öyle güzel detaylarla bezenmiş ki gözümü alamıyorum… Barış
Arduç’a Bugünün Saraylısı’nda göz koymuştum zaten, nerede olsa izlerim
demiyordum ama tek başına 4-5 bölümlük kredisi vardı gözümde. Salih Bademci de
öyle. Bir 4-5 bölüm kredi de yapımcı Müge Turalı Pak ve eşi Haktan Pak’ın vardı.
Hepsini toplasam zaten en azından bir sezon ederdi. Neyse ki hiç gerek kalmadı,
dünyayı unutup diziye kilitlenmiştim daha ilk bölümün ortasında… Neredeyse
tekrarlarını bile kaçırmadan, hatta ve hatta işyerinde angarya işlerle
uğraşırken arka planda internetten açtığım bölümün sesini dinleyerek, şimdiye
kadar yayınlanan 5 bölümü toplamda 25 kereden fazla izledim. Yetmedi, indirip
arşivime de ekledim. Fragmanları bile heyecanla bekliyorum şimdi. Neriman’ın
(Nergis Kumbasar) “sıkıldım ben, bir kötülük mötülük mü düşünsek” dobralığına,
Defne’nin (Elçin Sangu) şapşallık derecesindeki saflığına, Ömer’in (Barış
Arduç) kaba ama karakterli duruşuna, ne istediğini bilişine, Sinan’ın (Salih
Bademci) dostluğuna, nezaketine, Yasemin’in (Sinem Öztürk) bilinçli kötülüğüne
ayrı ayrı bayılıyorum. (Bazı dizilerde yaşım 60’ı geçiyor demiştim
ya, burada 18’e düşüyor, ama kendi 18’ime değil, keşke yaşamış olsaydım dediğim
türden bir 18’e…) Dizinin başından beri İsmail karakterini canlandıran
Kerem Fırtına’ya şaşırıyorum; ne güzel âşık oluyor, ne kadar iyi oynuyormuş
meğer nasıl da saklamış kendini…
Özetle, benim açımdan oldukça
keyifli ve dolu dolu bir yaz sezonu geçiriyoruz. Dizilerimin yayından
kaldırılması olasılığını düşünmek bile istemiyorum, en azından yaz sonuna kadar
böyle devam ederiz umarım…