
Benim huyumdur, izleyeceğim
oyunun metnine erişebiliyorsam izlemeden önce mutlaka okurum. Çiçu’yu da bulup
okudum. Aziz Nesin sadece oyunu yazmakla kalmamış, yazarken neler düşündüğünü
ve oyunun nasıl oynanması gerektiğini de eklemiş yazdıklarına. Yani, adeta
rejisi hazır bir metin sunmuş tiyatro dünyasına. Nesin Yayınevi de bütün bu
detayları esirgememiş bizden (kitap olarak ilk baskısı 1969’da yapılan oyunun
önceki basımlarında bu notlar mevcut muydu bilemiyorum, benim okuduğum Mart
2007 basımı Nesin’in oyunla ilgili olarak günlüklerinde yazdıklarını bile
içeriyor).
Çiçu, yalnız bir adamın
yalnızlığını en büyük sorunu haline getirişini, bu yalnızlıktan kurtulmak
isterken kendine yeni yalnızlıklar yaratmasını ve bulduğu tek çözüm kendi
yalnızlığını başkasına yüklemek olduğu için sonuçta yine yalnızlığı ile baş
başa kalışını işliyor.
Nesin’in kendisinin de belirttiği
gibi oynanması kolay bir oyun değil. Hatta bana sorarsanız okuması da hiç kolay
değildi, yazılanları zihninizde canlandırmadıkça ilerlemek mümkün değildi
satırlar arasında. Canlandırmak da sadece hayal gücünü değil, düşünmeyi de
gerektiriyordu ve bu nedenle oyunu okumak, izlemekten çok daha uzun sürdü -ki
genellikle tersi olur.
Elimdeki metin bu denli “hazır”
olunca izlemeye gittiğimde de beklentim yüksekti elbette. Gerçi Aziz Nesin,
Çiçu’yu oynarken Müşfik Kenter’in bile olması gerektiği kadar iyi olamadığını
yazmış; bu rolü Kenter’den daha iyi oynayacak birinin olmadığını eklemeyi de
ihmal etmeden. Yine de beklentim yüksek, son 2-3 sezonda beni pek mutlu edemese
de İzmir Devlet Tiyatrosu sahnelerinde şahane performanslar izlemişliğim var,
umutluyum.
Umutluyum ama bir dayanağım
olmadan. Arif Yavuz’u daha önce izlediğimi hatırlamıyorum, Devlet Tiyatroları
internet sitesi (ve oyun tanıtım broşürleri) ekip üyelerinin özgeçmişleri ya da
en azından daha önce görev aldıkları oyunlar gibi bilgileri her nedense
bizlerle paylaşmadığı için neyle karşılaşacağımı hiç bilmiyorum. Google da bu
konuda bana yardımcı olmuyor maalesef.
Ben daha sakin, daha dingin bir
yalnızlık görmeyi umuyordum sahnede. İzlediğim oyunda ise bir acelecilik vardı.
Sanki bir çırpıda oynanıp bitirilmek istenmişti oyun. Her şey bu kadar hızlı
olunca oyunun ana teması olan yalnızlığı hissetmek de mümkün olmadı. Zaten iki
cümlesinden biri “yalnızım” olan bir adam var sahnede, ama o yalnızlığı
seyirciye yaşatmak başka bir oyun, başka bir yorum gerektiriyordu bana kalırsa.
Bu nedenle umduğumu bulamadım ben.
Yönetmen Tayfun Erarslan’ı
televizyonda ve sahnede ne zaman gördüysem keyifle izledim. Ama yönettiği
oyunlarda aynı keyfi alamadım ve bu durum Çiçu’da da değişmedi. Zamandan ve
mekândan azade, sanki bütün oyuna yukarıdan bir yerlerden bakan, bu nedenle
sahnede olup bitenle arasına mesafe koyan, seyirci ile yakınlaşmayı başaramayan
bir reji. Bu bilinçli bir tercih de olabilir elbette, ama bu oyun için uygun
olduğunu düşünmüyorum, çünkü böylesi “hikâyesiz” bir oyunda bu mesafe bir
yabancılaşma mesafesine değil, sıkılıp uyuklama mesafesine dönüşüyor.
Bu mesafe konusuna şöyle bir
örnek verebilirim; oyunun sonlarına doğru bir yerde Adam, kendi sesini duyar
başka başka köşelerden yankılanan. Yani, metinde yazılan böyle. Oysa temsil
esnasında biz, Arif Yavuz’un değil Tayfun Erarslan’ın sesini duyduk. Yalnız Adam
kendisiyle değil de kerameti kendinden menkul bir başka adamla hesaplaşıyordu
sanki. Ama neden?
Okuduğum metnin sahnede canlanıp
benim düşlediklerimi alt etmesini beklerken karşılaştığım oyun beni hayal
kırıklığına uğrattı, ama yine de tümüyle kötü bir oyun izlediğimi söylemek
haksızlık olur. Özellikle de İzmir Devlet Tiyatrosu’nun son birkaç sezondaki
temsilleriyle kıyaslarsak ortalamanın üstünde bir oyundu diyebilirim. Sezonun
geri kalanı için umudumu koruyorum yani. Son birkaç yılda devlet ve şehir
tiyatrolarının yönetimlerinde yaşanan sorunları düşündükçe de büyütüyorum
umudumu. Bizler bu oyunları izlemeyi ve hakkında konuşmayı bırakmadıkça daha
iyilerinin ortaya çıkmasına vesile olabiliriz. Çünkü yalnız değiliz ve -yalnızlık
sorunuyla nasıl baş edebileceğini anlayan Adamın oyunun sonunda dediği gibi- “yaşadıkça, bin kere yenildiğimize yeni baştan
başlayabiliriz”.
(Bu yazı ilk olarak 19 Ekim 2015 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)