19 Mart 2020 Perşembe

Thoreau'ya Mektuplar 8: "Sonunda Delirdik!"


Sevgili Henry,

Sana yazmayalı çok oluyor. Geçen zamanda çok şey değişti. Hatta, demeli ki, artık hiçbir şey eskisi gibi değil. Senin bana, benim rüyalarıma gelmeyişin hariç.

Ben küçüğümü, can yoldaşımı kaybettim ve artık hiçbir şeye önceki gözlerimle bakamıyorum. Zamanda kaybolmuşluk hissi bazen hissizliğe, bazen derin bir acıya, bazen doldurulamaz bir boşluğa, bazen üzerimdekileri yırtıp atma isteği yaratan bir sıcaklığa, çoğu zaman uykusuzluğa, zaman zaman da nefessiz kalıp uyanmalara yol açıyor. Can acısının sonu yok, bilirsin, ama beni asıl delirten, en yakın dostun mu yoksa en büyük sınavın mı olduğunu bilemediğim Waldo'yu üzen, ama beni delirten, "acının bana hiçbir şey öğretememesi, beni doğaya doğru bir adım ileri götürememesi."

Acıdan dersler çıkardığımız yalan, acı hep orada, olduğu yerde duruyor. Azalmıyor, eskimiyor, gücünü kaybetmiyor. Onun durduğu yere olan mesafemiz değiştikçe önünü ardını görmeye, düşünmeye başlıyoruz; yanı sıra sorular, sorgular, pişmanlıklar beliriyor. İşte, öğreneceğimiz varsa, onlardandır. Benim de var. Öğrenir miyim bilemiyorum ama madem ki eski tadı yok hiçbir şeyin, yeni günlerin bir farkı, başka bir rengi olmalı diye düşünüyorum sadece.

Hayatın devam etme zorunluluğu bir yana, gezegenimiz de öyle günlerden geçiyor ki, bu sorularla baş başa kalmak ya imkânsız oluyor ya da manasız. Aylardır bir virüsün hem peşinde hem pençesindeyiz. Bütün dünya eve kapandık, ekranlara kilitlendik, umut verici haberler bekliyoruz. Herkesin beklentisi başkaca olsa da.

Benim durduğum yerden ise başka bir şeyler daha görünüyor: Virüsten ve onun başıma getirebileceklerinden korkmuyorum. Bu nedenle dışarı çıkmama gerekliliği beni biraz zorluyor. Fakat dışarıda da özlemini duyduğum çok az şey var: Tiyatro, sinema, konser vb. etkinlikler yok -umuyorum ki yakında diziler de olmayacak. Arkadaşlarla buluşmak, sarılmak, gülüşmek yok. Okul yok. İş yok. Maçlar yok. Sanki bütün dünya kafa kafaya vermiş, Funda'nın dikkatini dağıtabilecek ne varsa ortadan kaldıralım, bütün zamanını ve enerjisini tez yazmaya versin, demiş. Öyle bir boşalması takvimimin ve masaüstümün.

Yalan söyleyemem, bütün bunların hoşuma giden bir yanı var. Dünyaya, yaşamaya, sevdiğim insanlara ve sevdiğim şeylere başka bir gözle, yeni sorularla bakmamı sağladı bu durum. Haber takip etmekten vakit buldukça tabii. Her ne kadar kendim için korkmasam ve aylardır dönüp duran haberlerden sıkılsam da gündemin uzağında kalmak ve bütünüyle soyutlanıp kendi işime bakmak mümkün değil. Haberler, saçmalıklar, yorumlar, espriler durmaz bir akış içinde. Çok okuyor, çok görüyor, çok gülüyor, çok sinirleniyor ve tüm bunları çok sayıda insanla paylaşıyoruz. Bütün bunlardan süzülüp gelen bir şeyler de olmuyor günün sonunda. Pek çok şeyi düşünmekten, farklı olasılıkları hesaplayıp hazırlıklar yapmaktan, gülmekten, korkmaktan, yanlışların arasında görünmez olan doğruları bulup çıkartmaya çalışmaktan yorulduk, sıkıldık ve sonunda delirdik hepimiz. Bu bir film olsa türü absürt komedi olurdu ve sonunda her şey ama her şey o kadar fazla gelirdi ki tüm insanlığa, herkes kendini kapadığı delikten dışarı başını uzatıp avaz avaz bağırırdı bu çözümsüzlüğe, o çığlıkların rüzgarıyla ancak def edilebilirdi virüs. Öylesine delirdik!

Ve dediğim gibi, değişmeyen bir tek sen kaldın, sen ve benim rüyalarıma girmeyişin. Bak, ne kadar çok acı, ne kadar çok korku ve ne kadar çok soru var: artık sen de değişsen?

Sevgimle…

Hiç yorum yok: