1 Kasım 2013 Cuma

Nesir TV

Televizyon hayatımın önemli bir parçası, televizyonsuz ev, bence boş kümenin tanımı. Evet, kitapsız ev de öyle, ama özellikle yalnız yaşayan biri için televizyonun başka bir yeri, başka bir önemi var.

Sabahları yataktan çıktığımda henüz uyanmamış oluyorum bazen, ama yine de televizyonu açmayı unutmuyorum.

Ekranda, beni özellikle ekrana çeken bir şey ya da bir kişi yoksa, televizyonla arkadaşlığıma eşlik eden bir dolu başka şey de yapıyorum (örgü örmek, sudoku çözmek, ütü yapmak, oyun oynamak, chat yapmak gibi), günlük işlerimi televizyon izlediğim saatlere (duş almak, alışveriş yapmak, arkadaşlarımla buluşmak gibi) ya da izlediğim programların reklam aralarına (kahve yapmak, tuvalete girmek, yıkanan çamaşırları asmak gibi) göre ayarladığım da oluyor. Yirmi küsür yıllık sadık bir "kare kafa" olarak televizyonu kendime, kendimi televizyona uydurmak konusunda oldukça başarılıyım.

Yakın çevremde, televizyona en çok bakan, onunla en çok zaman harcayan ve ona en çok kafa yoran bir "telekolik" olarak biliniyorum ve yine de şaşkınlıkla karşılanıyorum her defasında. Oysa ben iletişim okumayı da bu yüzden istemiştim, okurken de en çok televizyon üzerine çalışmaktan keyif almıştım; konu seçimi bana bırakılan her ödevde televizyonu yazmıştım.

"Prime time" dizileri yeni sezona başladığında gündelik konuşmalarımız dizilere bağlanıyor bir şekilde ve kendimi "bilirkişi" rolünü oynarken buluyorum. Ben rolümü keyifle oynarken insanların, benim anlattığım şeyle değil de anlatma iştahımla ilgilendiklerini ise biraz geç fark ediyorum. Son zamanlarda en çok duyduğum şeylerden biri, "ya sen bunları yazsana" cümlesi. Oysa ben senelerdir yazıyorum zaten, benim bir "Televizyon Günlüğü"m bile var. Birilerinin onu okumak isteyeceğini ise pek düşünmemiştim.

Bu aralar düşünüyorum, yakında yazarım. ;)




Hiç yorum yok: