Gecesinde uyumayı, dolayısıyla uyanmayı da beceremeyen, ters
tarafından kalkan bir Funda. Gün boyu “günaydın” diyene surat asmış, soru
sorana ters ters bakmış, dokunanı yakacak bir tavır takınmış. “Barut gibi”
deyiminin cisimleşmiş hali…
Akşam olunca eve gidemiyor tabii, biraz hava almak, muhabbet
etmek, “dağıtmak” istiyor. Yakın arkadaşlarla bir akşam. Muhabbet henüz
başlamamış, sıkıntı sözcüklere dökülememişken sesi açık olmasına rağmen gürültü
sebebiyle duyulamayan telefonun ışıltısı çarpıyor gözüne. Ekranda isminin
belirmesiyle bile yalnızca o geceyi değil, sonraki günleri de ışıtan biri.
Yüreği ağzında bir Funda.
En coşkulu “alo”larından biriyle sesleniyor arayan kişiye,
can sıkıntısını, kaygılarını anlatıyor şakıyan bir sesle. Bir dokunana bin ah
anlatmaya meyilli ruh haliyle ezberden okuyor dertlerini, kullandığı ya da
kullanmadığı her sözcüğün gerçek anlamını “duyan”, sıkıntıyı da neşeyi de
samimiyeti de “okuyan” birine içini döktüğünün rahatlığıyla. Ona yalnızca anlatmakla
bile teselli bulabiliyor, bu ne lüks, ne şanslı bu Funda!
Bekleyen arkadaşlar nedeniyle kısa süren konuşmada birçok
şehrin ismi geçiyor, öyle bir anına denk gelmişler yaşamın. Ertesi sabah posta
kutusunda, içinden onlarca şehrin ve milyonlarca insanın geçtiği yazılar buluyor
Funda, eşlikçi melodi önerileriyle birlikte… İşte onlardan biri, Abracadabra, bir
dokunuşuyla kasveti dağıtabilecek güçte ve değerde birinin yaptığı büyüyü afişe
ediyor…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder