Kördüğüm 7. Bölüm Yorumu
Naz’la konuşamayan Ali Nejat kendini viskiye vurdu. Kaan,
babasını öyle görmekten korkup Naz’ı çağırdı yanına. Naz’ın geleceğini öğrenen
Neslihan aklına ilk gelen yerli dizi klişesini gelişine vurdu ve gooooool! Ama
kendi kalesine!
Bölüm sonları bildiğimiz yerlerden gelse de yeni bölümlerde
yeni şeyler söylüyorlar, bunu seviyorum. Neslihan’ın üstten üstten
konuşmalarına karşılık Naz’ın nazikçe konuşması çok şık durdu. Bir de
şaşkınlığını üzerinden atıp Neslihan’ın gözlerindeki hüznü görebilseydi... Naz
göremedi ama, yaşanmış gibi göstermeye çalıştığı şeyi asla yaşayamayacağının
bilincindeki Neslihan’ın ifadesindeki kırgınlığı, çaresizliği biz gördük, Rojda
Demirer bunu bize yaşattı.
Neticede hayal kırıklığına uğrayan, o evden ağlayarak çıkan
Neslihan oldu. Seyircinin içini soğutan; kötülerinse öfkesini bileyen
hareketler. Ama bana bunlarla gelin işte!
Kaan’ı bir kreşe yazdırdılar, babası ve halası umutlu ama
Kaan tedirgin, ya okuldaki çocuklar onu sevmezse? Çevresindeki herkes üstüne
titrerken bir çocuğun bunu düşünebilmesi, annesinin ölümüyle içine düştüğü
boşluğun derinliğinin bir göstergesi. Geçen bölümde de bahsi geçmişti, Kaan
yalnız bir çocuk. Annesinden başka kimsesi olmamış, bu nedenle bütün dünyası
annesinden ibaret olmuş. Şimdi etrafında bir sürü insan var ve hepsini
sevebilecek kadar kocaman bir yüreği de var. Ama kendisini koşulsuz seven
insanlardan oluşan çemberin dışına çıkacak olmak onu endişelendiriyor. Yine de
oturduğu yeri vermemek için yaşadığı tartışma, Kaan’ın bu mücadelede
yenilmeyeceğinin işaretiydi bence. Başkalarının sevgisini kazanmak için susmayı
da seçebilirdi ama susmadı.
Naz’ın geçen haftaki asabiyetten kurtulması ve olaylara
mantığıyla yaklaşması, onu yeniden izlenilebilir bir karakter haline getirdi.
Sonunda Ali Nejat’la görüşmeyi kabul etti ve aradaki buzlar eridi bir kez daha.
Ali Nejat’ın Kaan’ı okuldan almaya Naz’la gitme fikri de çok güzeldi. Bu adamın
bu ince çakallıklarını izlemek çok keyifli. Okulda Neslihan ve Feyza ile
karşılaşmaları da cabası. Neslihan’ın yaşadığı şaşkınlığı görmenin paha
biçilmezliği bir yana, Feyza ile Naz’ın resmen tanışmaları, Feyza’nın Naz’ı
köşke yemeğe davet ederek bir taşla üç kuş vurması şahaneydi: hem Ali Nejat’a
Naz’la zaman geçirme fırsatı sundu, hem Kaan’a ilgi gösteren biriyle yakınlık
kurmanın yolunu açtı, hem de Neslihan’ı çıldırttı – Tombala!
Didem’in doğum günü... Kaan erkenden kalktı, giyindi, ayna karşısında
uzun uzun hazırlandı annesi için. Kahvaltısını hızlıca yapmaya çalıştı, bir an
önce annesine gitmek için. Çiçekçiye gidip çiçek seçtiler birlikte. Sonra Hasan
Dedesini de alıp mezarlığa... Kaan’ın annesine anlattıkları üzerine
konuşamayacağım, canım hâlâ yanıyor. Ama Ali Nejat’ın Kaan için Didem’e
teşekkür etmesi de muazzamdı. Didem gibi her şeye rağmen çocuğu için ayakta
kalmayı başarmış bir kadının duymaktan en çok hoşlanacağı cümleyi kurdu Ali
Nejat. Ben eminim Didem duydu bunu ve anladı bir hiç uğruna canından
geçmediğini...
Bölümün en can alıcı konularından biri de, ellerindeki
parayla nasıl geçineceklerini hesap etmeye çalışan Hasan Amca ve eşinin
kapısını çalan Suriyeli mültecilerin hikâyesiydi. Kucağında bir bebek, yanında
Kaan yaşlarında bir çocukla bitap halde bir kadın geldi kapıya. Dilini
anlamıyoruz ama derdini anlamak için insan olmak yeterli. Hasan Amca gibi
inançlı ve vicdanlı birinin tam da “tanrı misafiri” diye tanımlayacağı
insanlara o kapı elbette sonuna kadar açılacaktı.
Anne ile ateşli bebeği Naz’ın çalıştığı hastaneye götürürdü
Hasan Amca. Orada dil bilen biri varmış da öğrendik kadının hikâyesini. Savaş
başladığından beri kendi evlerinden kaçan milyonlarca Suriyelinin yaşadığı
dramın tekil bir örneği: Yunanistan’a kaçmak isterlerken bindikleri tekne
batıyor, eşi ölüyor kadının, çocuk hastalanıyor. Daha iyi bir yaşam için değil,
yalnızca yaşam için, hayatta kalabilmek için milyonlarca insanın çektiği
çilenin yalnızca bir parçası bu. Biraz şanslı olanlar Hasan Amca gibi iyi insanlara
rastlıyor, Ali Nejat gibi gönlü ve eli bol insanların inayetine nail oluyor. Onlara
yeni, temiz, barışçıl bir dünya veremesek de bazı hayatlara dokunabiliyoruz
işte böyle. Yıllardır bir biçimde tesadüf ettiğimiz, hatta belki de
kanıksadığımız bu acıları bir dizide görmeyi uzun zamandır istiyordum ben.
Çünkü yabancı bir şey değil, bu bizim hikâyemiz, bizim acımız. Dilerim bu
hikâye bu bölümle sınırlı kalmaz, bu
kadın ve çocuklarının hayata tutunma çabası ekseninde Suriyeli göçmenler
konusunu daha fazla ekranda görürüz.
Mezarlıktaki Ali Nejat, Kaan ve Hasan Amca’nın hüznü, evde
Emre ile oturup Gökçe’nin şerefine içen Genco'nun içine attıkları, başta kendisiyle dalga geçen
kızla arkadaşlığı ilerletmeye çalışan İsot'un heyecanı, Naz’da kırdıklarını toparlamaya
çalışırken ne kadar acıttığını fark etmeden kırıp döktüğü diğer kadından özür
dileyen Umut, canının acısını hoyratlaşarak ifade eden Tarık Bey... Televizyonda ağlayan, feryat eden, şiddet
gören, aldatılan, çaresiz bırakılan, yani türlü türlü acılar çeken ve bu halini
ancak histerik ağlamalar ve nedensiz sinir krizleri ile gösterebilen kadınları
izliyoruz sürekli. Buradan bakınca bu ağırlığın kadınların üzerinden çekilip
erkeklere yüklendiği tek drama belki de Kördüğüm.
Bu bölüm sık sık “erkekler de yanar” dedim içimden, “hem de nasıl yanar”...
(Bu yazı ilk olarak 25 Şubat 2016 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder