Baştan söyleyeyim, bu
bir sitem ya da eleştiri değil, dizinin gidişatını sürekli olarak eleştirenlere
karşı bir savunma yazısıdır. “Evet, hâlâ” diye avaz avaz bağırmaktadır.
Son zamanlarda Kiralık
Aşk’la ilgili olarak en sık duyduğum soru bu: “Hâlâ mı?” Benzer sözcükleri kullanan bu insanlar temelde iki ayrı
soru soruyorlar.
İlki, “Hâlâ izliyor
musun Kiralık Aşk’ı?” sorusu.
Bunu soranlar, diziyi düzenli olarak takip etmeyen, denk geldikçe izleyen ve
dizinin ‘eski tadını’ kaybettiğini düşünenler.
Cevabım ‘evet’, hem de hiç düşünmeden. Ama bunu soranlar
aslında şunu da demek istiyor: “hikâyenin
yönü değişti, karakterler başkalaştı, eski sıcaklığı yok oldu dizinin, neden hâlâ
izliyorsun?” Evet, pek çok şey değişti ama bu sürede ben de değiştim. İlk
13 bölümde yaptığım gibi sayısız kez tekrarını izlemedim son 20 küsur bölümün
mesela. Hatta ikinci kez görmeyi istemeyeceğim sahneler bile oldu -tabii ki
şimdilik, yoksa yıllar sonra bile açıp baştan sona hiç atlamadan izleyeceğim
diziler arşivime çoktan eklendi Kiralık
Aşk.
Hikâye ilerleyip insanları daha yakından tanıdıkça benim Kiralık Aşk’tan beklentilerim de değişti, DefÖm kavuşması "benim" odağım olmaktan çıktı, dizideki tüm ilişkilerde yaşanan gelgitleri ve başka karakterlerin hikâyelerine dalmayı, Ömer ve Defne’nin kavuşup kavuşmayacağına ya da öpüşüp öpüşmediklerine kafa yormaktan daha keyifli buluyorum artık. Hepimizin bir noktada katıldığı “kavuşurlarsa dizi biter” fikrinin temelinde de bu var zaten, durağanlık - özellikle de ana karakterlerin ilişkilerindeyse- tercih edilmez, izlenmez.
Hikâye ilerleyip insanları daha yakından tanıdıkça benim Kiralık Aşk’tan beklentilerim de değişti, DefÖm kavuşması "benim" odağım olmaktan çıktı, dizideki tüm ilişkilerde yaşanan gelgitleri ve başka karakterlerin hikâyelerine dalmayı, Ömer ve Defne’nin kavuşup kavuşmayacağına ya da öpüşüp öpüşmediklerine kafa yormaktan daha keyifli buluyorum artık. Hepimizin bir noktada katıldığı “kavuşurlarsa dizi biter” fikrinin temelinde de bu var zaten, durağanlık - özellikle de ana karakterlerin ilişkilerindeyse- tercih edilmez, izlenmez.
Kiralık Aşk
hakkında yazdığım ilk yazıda vuslatı hemen görmek istemediğimi, uzun bir
bekleyişe razı olduğumu yazmıştım; çünkü arada tanık olmak istediğim onlarca
başka hikâye, tanımak istediğim komşularımız vardı... Öyle de oldu, yeni
düşler, yeni umutlar, yeni insanlar tanıdık, tanımaya da devam ediyoruz. Bize
böyle neşeli ve acılı, romantik, ateşli ve uzak, sabırsız ve kararsız
bölümleri sunmaya, bizi türlü yollarla şaşırtmaya, bunu yaparken vicdandan,
merhametten ve sevgiden el çekmemeye devam ettikleri sürece de ben buradayım.
Evet bazı yerlerde sendeledik, ama dizimiz hâlâ hem
türdeşlerinden hem de piyasadaki işlerin büyük çoğunluğundan iyi durumda.
Hikâye sarsılsa, yalpalasa da yıkılmadı, eğilip bükülmedi, başı dik, gözleri
ufukta, emin adımlarla yürüyor hâlâ.
Beni Kiralık Aşk’a komşu olmaya iten nedenler, bölümler ilerledikçe
hikâyenin alışılmadık yollara sapması, karakterlerin alışılanlardan farklı ve
tutarlı oluşu, her şeyden önemlisi ise bunların temelinde çok sağlam okumaların
olduğunu sezmekti. Bu dizinin herkesin yazabileceği türden cümlelerle
yazılmadığını fark ettiğimde sonuna kadar vazgeçmeyecek bir komşu haline
gelmiştim, ev alma komşu al diye boşuna dememişler. Benim de hoşuma gitmeyen
şeyler oluyor dizide elbette, ama bu işin akıllı, vicdanlı ve donanımlı
insanlar tarafından inşa edildiğini bilmenin güveniyle devam ediyorum izlemeye
ve yazmaya.

Ömer'ine hayran bir Defne'yi izlemenin tadı çok az şeyde var...
Ömer'ine hayran bir Defne'yi izlemenin tadı çok az şeyde var...
Zaman zaman hikâye akışında ya da
karakterlerin gelişiminde aklıma yatmayan şeyler olsa da yerli dizi klişelerine
hâlâ prim vermiyor oluşu Kiralık Aşk’ı
diğerlerinden oldukça yüksek bir yerde konumlandırmama neden oluyor. Şimdiye
kadar 35 bölüm izledik ve bir kez olsun silah görmedik, ne köşkte ne şirkette
bir “koruma” gördük, zenginlerin pis işlerini yaptırdıkları “adam”ları yok,
suçlarını örten avukatları ya da üst düzey bağlantıları yok, bir trafik kazası
yaşanmadı, tek bir hastane sahnesi yok –ki biliyorsunuz, Barış Arduç büyük bir
rahatsızlık geçirdi ve 2-3 hafta setlerden uzak kalacağı haberleri geldi; bir
trafik kazası sahnesi yazıp karakteri iki bölüm boyunca hastanede
tutabilirlerdi ama kolayı seçmediler... Kendi halinde bir Defne’nin kendisi
için büyük ama insanlık için ufacık olan hikâyesi bu sadece; dizinin kendini
dünyanın merkezine koymayışını, dünyayı kurtaracakmış gibi büyük iddialarla
yola koyulmayışını, hayatın içinden sakince akışını seviyorum.
Hem annesi hem de babası
tarafından terk edilen Defne’nin anne ve/veya babasının ortaya çıkmaması, hiç
kimsenin onları ortaya çıkarmaya çalışmıyor oluşu; aynı şekilde, Ömer’in
yıllardır konuşmadığı dedesiyle artık barışmasını isteyenler olsa da kimsenin
onları bir araya getirmek için dolaplar çevirmiyor oluşu beni ekran karşısında
tutmaya devam ediyor.

Defne'sine hayran Ömer'i izlemenin de... Çünkü "hayranlığın aşkla çok ilgisi var".
Defne'sine hayran Ömer'i izlemenin de... Çünkü "hayranlığın aşkla çok ilgisi var".
İkinci soru ise şöyle: “Hâlâ mı ‘Kiralık’ bu aşk, hâlâ devam ediyor
mu oyun?” Bu soru daha çok, benden etkilenerek (veya benim zorumla^^)
diziyi izlemeye başlayan fakat dizi takip etmek gibi alışkanlıkları
olmadığından izlemeyi bırakan insanlardan geliyor. Ve bu soruya ‘evet’ yanıtını
aldıkları zaman ilk soruya paralel bir noktaya geçiyorlar; “O zaman neden hâlâ izliyorsun?”
Neden izlemeye devam ettiğimi
uzun uzun yazdım yukarıda. Oyun konusunu konuşalım biraz da. Ben bu konuda
netim, aşkla oyun olmaz! Yine ilk yazımda şöyle demiştim; “Elbette ilişkiler yaralanacak, sinirler gerilecektir ama bu engeli
aşamayacaklarsa aşktan hiç bahsetmeyelim zaten. Aşmalarının gerekçesi aşk
olmayacaksa sonsuza dek susalım hatta...” Hâlâ da aynı noktadayım. Ama bunu
derken, oyunun ortaya çıkacağı anı düşünmüştüm sadece; oysa başka ihtimaller de
var.
Hikâye oyun üzerine kurulu olduğu
için ortaya hiç çıkmama olasılığını en baştan eliyoruz, tamam. Ama oyunun
ortadan kalkabileceği olasılığı üzerine ben hiç düşünmemiştim. Defne’nin ikinci
kez 200 bin lira bulması, ilk seferkinden daha büyük bir mucize olacaktı çünkü
ve evet, belki bir masal izliyoruz ama gerçek olma ihtimalini severek…
Bütünüyle gerçeküstü bir DefÖm izlemek istediğimizi hiç sanmıyorum.
Oyunun ortadan kalkmasının bir
diğer yolu da Neriman’ın oyundan vazgeçmesi. Ama buna hiç niyetli olmadığını
binlerce kez soktular gözümüze. Zaten Neriman vazgeçse Sude susmayacak, orası
belli. Öyleyse yine tek ihtimale kaldık: Oyun ortaya çıkacak!
İşte sanırım hepimizin sinirleri
tam da bu noktada geriliyor ve senaryo ekibini de en çok buradan vurmayı
seviyoruz. Ama anlamak zorundayız, yaptıkları iş ip üstünde bisiklete binmeye
benziyor. İpin üzerinde olduklarına yoğunlaşırlarsa ilerleyemezler, ipi tümüyle
unuturlarsa da düşerler. Yani oyundan hiç söz etmemek olmaz, üzerinde
durduğumuz zemin orası; ama sürekli oyundan söz etmek de olmaz zira o zemin son
derece kaygan ve üzerinde yükselen yapı da bir o kadar kırılgan.
Ben de sıkıldım sürekli oyun
ortaya ha çıktı ha çıkacak diye her fragmandan bir şeyler yakalamaya
çalışmaktan, Neriman ve Sude’yi her görüşümde ekrana “piiiiiis” diye
haykırmaktan, ama ortada bir oyun varsa hepimiz birden oynuyoruz, bunu
unutmayalım istiyorum.

Piiiiiis Sinsirella!
Piiiiiis Sinsirella!
Hepimiz bu oyunun içindeyiz ve oynuyor
ya da oynatıyorsak başımıza gelenlere de razı olmalıyız. Bu nedenle Defne’nin
çırpınmaları ve Ömer’in orada “büst gibi” duruyor olmasından daha doğal bir şey
olamaz. Yer yer Defne’ye üzülsek de –o veya bu sebeple- bu oyuna girişinin
affedilmez bir yanı da yok değil. Ve bu da Defne’nin hem en zayıf noktası hem
de en sağlam kozu.
Zayıf nokta, çünkü kendisinin de
gayet iyi bildiği gibi bu oyun, Ömer’in duruşuna bütünüyle ters bir şey ve
Ömer’in bu darbeyi en beklemediği yerlerden (sadece Defne’den değil, Sinan’dan
ve Necmi’den de) yiyecek olması bu tekneyi alabora edecek ve bu girdaptan
kimlerin sağ çıkabileceği sorusunu yanıtlamak zor. Ama sağlam bir koz, çünkü
bu, Defne’nin sevdikleri için her şeyi yapabilecek kadar güçlü ve cesur bir
kadın olduğunun bir numaralı göstergesi.
Ve ihtiyacımız olan tek şey,
Defne’nin, bu kadar sağlam bir ele sahip olduğunun farkına varması. Çünkü
farkına varmadıkça eziliyor, küçülüyor, çaresiz kalıyor Ömer ve oyun
karşısında. Hatırlayalım, Defne tasarımını Tranba’ya sattığı zaman kıyamet
kopmuştu, hiç kimse de çıkıp savunmamıştı Defne’yi, ne dizide ne de izleyenler
arasında. Defne de zaten insanlara hak ettikleri yanıtları verme konusunda son
derece başarısız olduğundan mağlubiyet hanesine bir çentik daha atıp devam
etmeye çalışmıştı yoluna, biraz daha güçsüzleşerek. Bir tek Ömer anlamaya çalışmıştı ama paranın neye lazım
olduğunu bulamayınca kaybetmişti tuttuğu ipin ucunu. (Bunu da geleceğe yönelik
bir çıkış yolu okuyabiliriz bu arada; herkes Defne’ye kızarken ona hak vermenin
bir yolunu arayan tek kişi olan Ömer, oyun ortaya çıktığında da böyle bir yol
arayabilir, aramalıdır da bence.)
Oysa Ömer kabul edince Tranba ile çalışmayı, herkes Ömer’in ne kadar yüce gönüllü, gariban dostu bir patron olduğunu düşünmeyi seçti. Oysa Tranba aynı Tranba, anlaşma aynı anlaşma, koşullar da birbirinden pek farklı değil. “Defne’nin suçu Ömer kadar “esnek” olamaması mıydı?” diye bile soramıyorum çünkü henüz Ömer’in “esneme” kabiliyetinin sınırlarını bilmeden onun tarafını seçmişti herkes. Benim dileğim, Ömer’e tanınan “esneklik” alanının Defne’den esirgenmemesi ve oyunun ortaya çıkıp çıkmadığına takılıp izlediğimizin ne kadar özel bir şey olduğunun unutulmaması.
Oysa Ömer kabul edince Tranba ile çalışmayı, herkes Ömer’in ne kadar yüce gönüllü, gariban dostu bir patron olduğunu düşünmeyi seçti. Oysa Tranba aynı Tranba, anlaşma aynı anlaşma, koşullar da birbirinden pek farklı değil. “Defne’nin suçu Ömer kadar “esnek” olamaması mıydı?” diye bile soramıyorum çünkü henüz Ömer’in “esneme” kabiliyetinin sınırlarını bilmeden onun tarafını seçmişti herkes. Benim dileğim, Ömer’e tanınan “esneklik” alanının Defne’den esirgenmemesi ve oyunun ortaya çıkıp çıkmadığına takılıp izlediğimizin ne kadar özel bir şey olduğunun unutulmaması.
Evet, hâlâ izliyorum; hem de oyuna rağmen değil, büyük manevra
kabiliyetine sahip bu oyun için
izliyorum Kiralık Aşk’ı!
(Bu yazı ilk olarak 3 Mart 2016 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)
(Bu yazı ilk olarak 3 Mart 2016 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder