28 Nisan 2017 Cuma

Aşk ve Mavi: Romantik komedinin 'total' hali

Aslında bu yazıyı yazmaya 3 ay kadar önce başlamıştım, ama işlerimin yoğunluğu yüzünden bir türlü tamamlayıp da sizlerle paylaşamadım. Bu arada Ali ve Mavi'den sıkılıp bir başka hikâyeye kapılmış olabilirim, yazı da tamamlanmadan kalır bir köşede diye bile düşündüğüm oldu, fakat Aşk ve Mavi, Cuma akşamlarının çoğunluğunu dışarıda geçirsem bile beni ardından koşturmayı başardı. Ben de 17 haftadır eşlik ettiğim bu sıra dışı anlatı hakkında bir şeyler söylemek üzere oturdum yeniden klavyemin başına…

Hikâyesiyle değil ama, hikâyesini anlatma biçimiyle Aşk ve Mavi, total seyirciye hitap eden işler arasında da, dram türünde hikâyeler sunan işler arasında da farklı hatta oldukça ilginç bir yerde duruyor. Kağıt üzerindeki hikâyeye bakınca hiç düşünmeden dram diyebileceğimiz dizi, uygulamada adeta bir romantik komedi halini almış; öyle sevimli, neşeli ve eğlendirici bir hali var, umulmadık bir anda kahkahayı patlatmanıza yol açan.

Üstelik ülkemizdeki romantik komedilerin çoğunda olduğu gibi romantizm başrollere, komedi unsuru yan rollere bölüştürülmemiş, en genç karakterleri bile ergen buhranlarına düşürülmemiş, hiçbir karaktere sonunun nereye varacağı bilinmez sahte çatışmalar yüklenmemiş. Adım adım ilerleyen, klişe sosuna bolca bulanmış fakat kendince yeni ve hızlı sonuçlar alarak ilerleyen bir anlatı kurulmuş. Birkaç adım sonra neler olacağını tahmin edebilsek de, herkesin birbirine uzun uzun baktığı sahnelerin bile sıkıcı olmadığı, dinamik bir akışa sahip Aşk ve Mavi.

Aşk ve Mavi: Romantik komedinin 'total' hali

Ali, Mavi'nin abisinin katili olarak hapis yatarken Mavi, gerçek kimliğini gizleyerek Ali'nin mektup arkadaşı olur. Cezası bittiğinde de Ali ile evlenip onu düğün gecesi öldürmeyi planlamaktadır - abisi de düğün gününde öldürülmüştür çünkü. Ali, hukuk yoluyla cezalandırılmış olmasına rağmen Mavi'nin öfkesi soğumamıştır, çünkü Mavi'nin ailesi, Ali'nin ailesinin teklif ettiği "kan parası"nı kabul etmiş ve hayatlarına devam etmiştir, hiçbir şey olmamış gibi.

İlk bölümü izlerken, "Mavi'nin sırrı iki sezon saklanır, bu arada da bir konak ve bir gecekondu arasında görmeye alıştığımız ne varsa yaşanır" diye düşünmüştüm, ama daha ilk bölümün finaliyle zihnimde soru işaretleri uyandırmayı başardıkları için Aşk ve Mavi'ye bir şans vermeye karar vermiştim.

İlk bölümde ipucu vermemişlerdi ama, hikâyenin serimlenişi ve Ali'nin mütevekkil hali "Ben katil değilim, burada başka bir hikâye var." diye bağırıyordu adeta. Nitekim ikinci bölümden itibaren katilin Ali değil, abisi Cemal olduğunu ve Ali'nin herhangi bir zorunluluk nedeniyle değil, merhameti nedeniyle suçu üstlendiğini gördük adım adım.

Mavi'nin bu sırrı öğrenmesini elbette çok istiyorum, ama bunun geciktiriliyor olmasından da bir o kadar memnunum. Mavi'nin Ali'yi sevmeye başladığını görüyoruz, bu sevginin daha da büyüyeceğini öngörmek için de müneccim olmaya gerek yok. Ama benim esas görmek istediğim, Mavi'nin her şeye rağmen, öfkesine rağmen, kendine rağmen Ali'yi sevmeyi, Ali'yle olmayı seçmesi ve Ali'nin katil olmadığını bundan sonra öğrenmesi. Ali'nin ilk öpücük denemesinde Mavi'nin ateşe değmiş gibi geri çekilmesinde görmüştüm bu ihtimali. İkinci denemede karşılık vermeye ramak kala kaçması ve ertesi sabaha şarkılar söyleyerek uyanması haklı çıkacağımın işaretleri gibi…

Ali'nin Mavi'ye gerçeği söylemeyi çok istediğini de biliyoruz. Ama abisini kaybetme korkusunu yaşadıktan sonra bundan vazgeçmesini de anlayabiliyorum; Ali yufka yürekliliğinden çekiyor, ne çekiyorsa. Ama ben, Ali'nin benimkine benzer bir arzuyu büyüttüğünü de düşünüyorum bir yandan. Mavi gerçeği öğrensin, ama Ali'yi sevdikten, onu sevdiğini reddedemez hale geldikten sonra öğrensin. Yani Ali'yi Ali olduğu için sevsin, katil olmadığı için değil. Hatta onu tanıdıkça, onun merhametine tanıklık ettikçe, onun katil olamayacağına ikna etsin kendini ve bir de böyle gitsin Ali'nin üzerine. Belki o zaman o da öğrenir duymayı hak ettiği gerçeği…

Burada, altı kalınca çizilmiyor olsa da melodramatik bir iyi-kötü ayrımının varolduğunu söylemek gerekir. Yani iyi ve kötü arasında keskin bir ayrım var ve kimin iyi kimin kötü tarafta olduğu konusunda uzun tartışmalara gerek yok. Yalnızca cinayet işlemediği için değil, haklının yanında, güçlünün karşısında durduğu için, taciz edilen işçisini koruyup onu taciz eden çalışanını işten attığı için, şimdiye kadar sosyal haklarından mahrum bırakılan işçilerin haklarını teslim ettiği için ve buna benzer pek çok sebepten ötürü biliyoruz ki Ali, bu hikâyenin iyi adamı. Mavi'yi kazanmaya başladığı yer de tam burası.

17. bölümde Mavi'nin eski sevgilisi Ömer'in dahil oluşuyla güzel bir ivme kazandı Ali ve Mavi'nin hikâyesi. Baran Akbulut'un oyunculuğundaki samimiyeti ve hassasiyeti daha ilk bölümde gördüm, bu hikâyede oynayacağı rolü merakla beklemeye başladım bile!

Ömer'in kötüleşmeyecek bir karakter olduğunu tahmin ediyor ve bu konuda yanılmamayı umuyorum. Ömer'in Kapadokya'ya Mavi için döndüğü aşikâr. Ve gelir gelmez hem tüm hikâyeyi öğrendi, hem de Mavi'nin aklından geçenleri bir çırpıda çözdü. Yetmedi, Mavi'nin henüz kendi kendine bile itiraf edemediği duygularını anladı ve bunu öyle içten, öyle dokunaklı bir biçimde ifade etti ki, benim içim titredi ekran karşısında. Ömer ve Mavi'nin okulun önünde konuştukları sahne, 17 haftadır izlediğim en güzel sahnelerden biriydi. Mavi'ye karşı hisleri karşılıksız kalacağı için Ömer biraz üzülecek ama, umarım Mavi'yi ve bu hikâyenin takipçilerini üzmez.

Hikâyenin kendine özgü o tempolu akışının yanı sıra, oyuncularının başarılı yorumlarıyla da seyir keyfini arttırıyor Aşk ve Mavi. Sebebini bilemiyorum ama önceki işlerinden farklı bir Emrah görüyorum ben burada. Sanırım yaşına, kişiliğine en uygun rolü burada buldu ve bu nedenle de iyi taşıyor Ali'yi. Ali'nin merhametli, sevecen, muzır halleri Emrah'a çok yakışıyor ve onun durağan halinin yanında Mavi'nin deli dolu, fevri, genç halleri daha da parlıyor. Mavi ile ilgili gözüme takılan tek şey, her bölüm hiç ihmal edilmeyen o maşalı saçlar. Mavi, nasıl göründüğüyle çok da ilgilenmeyen bir karakter izlenimi veriyor, bize gösterildiğinden daha sade bir görünüşü olmalıydı diye düşünüyorum ben de. Üstelik Burcu Kıratlı da çok güzel bir kadın ve onun güzelliğinin bu tür süslere hiç ihtiyacı yok. En azından o maşalar ara sıra bozulsa mesela…

Kapadokya'yı tepeden gören Göreçki Konağı'nın her günü ayrı olay, her karakteri ayrı bir hikâye. Ali'nin annesi ve babasını canlandıran Işıl Yücesoy ve Kenan Bal'ı daha önce çok kez izledim ama onları izlerken hiç bu kadar eğlenmemiştim. Refika Hanım'ın "sevgili dünürü" Hasibe (Ayşegül Ünsal) ile sonu gelmez mücadelesi ve Fazıl Bey'in oğullarını zapt etmeye, oğulları, gelinleri ve karısı arasında bir denge bulmaya çalışırken delirmesi tam seyirlik!

Hiç beklemediği bir anda, hiç ummadığı bir şekilde kendini konakta bulan Hasibe'ye hayat veren Ayşegül Ünsal, kadroda beni en çok şaşırtan oyuncu oldu. Olduğundan en az bir kuşak daha yaşlı bir karakteri hiç sırıtmadan üzerine giyinmiş olması inanılmaz. Kendisinden yaşça büyük olan Emrah'a kaynanalık yapması ve bunun da göze batmaması kolay iş değil. Bunu sağlayabilmek için sırtına hanım ağa tavırlarını almış da değil. Dizinin en komik ve en hareketli karakterlerinden biri olmasına rağmen konumunu sarsmayan bir duruş sergiliyor, şaşkınlıkla izliyorum! Gözüme batansa Hasibe'nin manikürlü elleri, fondöteni ve göz kalemi oluyor sadece.

Mavi ve ailesinin konağa yerleşmesinin ardından statü endişesi duymaya başlayan Birgül'ün (Birgül Ulusoy) Refika ve Hasibe arasında sürekli değişen rolleri ve kendi 'yerini' korumak için sürdürdüğü mücadelesi, konakta yaşayan herkese yeni konumlar ve yeni oyun alanları sağlayabilecek potansiyele sahip. Mahmut'un ölümünün arkasını kurcaladığı gibi başka meseleleri de kurcalarsa hikayedeki düğümlerin çözümünde beklenmedik roller oynayabilir.

Ali'nin abisi Cemal'i (Cüneyt Mete), yengesi Safiye'yi (Alayça Öztürk) ve kardeşi İsmet'i (Uğur Uzunel) ilk kez izliyorum ama hem sahne enerjilerine hem de role girişlerine bayıldım. Orta Anadolu'nun o kulağa biraz kaba gelen, hafif kırık şivesini çok güzel edinmiş ve kendi tarzlarınca yorumlamışlar, hiç sırıtmıyor. Cemal bu hikâyenin en kötü karakteri, ama bu kötülüğün yorumlanma biçimi, bunun saf kötülük olarak sunulmaması, Cemal'in insan yanının, babalığının, âşık olabildiğinin, acı çekebildiğinin gösterilmesi, Cemal karakterini diğer dizilerin kötülerinden uzakta bir yerde konumlandırıyor. Hikâyenin sonunda Cemal'in yargılanmasını ve cezalandırılmasını bekliyorum elbette, ama bu süreçte Cemal'in de konaktaki eğlencenin bir parçası oluşuna itiraz edesim gelmiyor!

Mavi'nin kardeşi Pembe (Selin Dumlugöl) ile İsmet arasında oyunla ve inatla başlayan yakınlaşmanın gerçek bir aşka dönüşmesini, bu süreçte ikisinin de başına olmadık işler açmasını izlemek beni hep eğlendirdi ve bu eğlence daha sürecek gibi görünüyor. Pembe karakterinde en sevdiğim şey, Selin Dumlugöl'ün sıfıra yakın makyajla ve doğal saçlarıyla oynuyor olması. Böylece 17-18 yaşların havasını taşıyor Pembe ve bu haliyle konaktaki hemen herkesten farklılaşıyor.

Hikâyede Göreçki ailesinden intikam almaya hevesli biri daha var: Osman Karakoç'un canlandırdığı İlyas karakteri. Daha ilk bölümlerde, Mavi ile ittifak içinde olmasını ve saman altından su yürütmesini beklediğim İlyas, her nedense haftalar boyunca kifayetsiz kaldı. Hasibe'nin cin fikirliliği olmasa, Cemal'ın kızı Sevda ile (Gülderen Güler) evlenmeyi ve böylece aileye girmeyi akıl edemezdi, ama şükür ki entrika kimsenin tek elinde değil! Artık İlyas'ın inisiyatif almasını ve Osman Karakoç'un performansı hakkında da konuşabilmeyi diliyorum ben.

(Bu yazı ilk olarak 9 Mart 2017 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: