28 Nisan 2017 Cuma

"Yazını karartmalarına izin vermeyeceğim!"

Kara Yazı 1. Bölüm Yorumu

Karadayı'nın finalinden bu yana Sema Ergenekon-Eylem Canpolat ikilisi yeni bir şeyler yazsın diye bekliyorum. Önce kendi şirketlerini kurdukları haberi geliyor, seviniyorum, daha 'özgür' hikâyeler yazabileceklerini umarak. Sonraki haber Emre Kınay'la anlaştıkları… Değmeyin keyfime şimdi! Derken Zeynep Çamcı diyorlar, Ushan Çakır diyorlar, diyorlar da diyorlar, kalbim pır pır bekliyorum. Sonra bir de Haluk Bilginer diyorlar; Emre Kınay'la Haluk Bilginer aynı dizide diyorlar! Diyalogsuz tanıtımlarda, birkaç saniyelik bakışlarıyla bile hikâyeler anlatan adamlar bunlar, nasıl heyecanlanmayayım? Nasıl sabredebildiğimi ben bile bilmiyorum bugüne kadar…

Kara hikâyeler anlatmayı seven kalemler bunlar, ben de acıya, hüzne, gözyaşına pek yabancı biri sayılmam… Ama daha güzeli, kara yazıya, kötülüğe boyun eğmeyen, hak için, adalet için canı pahasına mücadele eden karakterler yazmayı seven kalemler bunlar ve ben en çok da bunu izlemeyi sevdiğim için peşindeyim Ergenekon-Canpolat ikilisinin. Yaren'den "Yazını karartmalarına izin vermeyeceğim" cümlesini duyduğumda alıyorum son darbeyi; bu hikâyede mücadeleye soyunan bir kadın. Artık bu hikâye nereye kadar gidecekse gitsin, ben ekran karşısında kalmaya dünden hazırım!

Halil'in 'namus' takıntısına ne söylesem az, ne kadar kızsam hafif kalır. Konuşulacak, tartışılacak çok konu var bununla ilgili, ama karakterleri biraz daha tanımayı bekliyorum bunun için. Fakat Emre Kınay'dan konuşalım hemen şimdi. Halil'in her bakışında, her cümlesinde, attığı her adımda o takıntının hem kendi üzerinde hem de ailesinin üzerinde yarattığı baskıyı hissetmedik mi? Halil bütün gece karakolun önünde Adli Tıp raporunu beklerken benim içim üşüdü, umarım yalnız değilimdir. Kızına değil raporda ne yazdığını öğrenmeye koşan bir baba… Üşüdüm, titredim… Oysa geceleyin kapıya polisler geldiğinde "Kızıma bir şey mi oldu?" diye endişelenmişti…

Halil, bize anlatacak çok şeyi, gösterecek çok yarası olan bir karakter; insanın canını sıkıyor olsa da izlettiriyor kendini, hem hikâyesiyle hem de Emre Kınay'ın şahane performansıyla. Kızlarının saçlarını ancak onlar uyurken okşayabilen, okusunlar da 'kurtulsunlar' diye düşünebilen fakat kendi travmaları nedeniyle anlaşılmaz derecede baskıcı ve paranoyak bir hale gelmiş bir baba. Kazıdıkça neler çıkacak altından, gerçekten merak ediyorum.

Konumuzla tamamen alakasız ama, Halil karakterinin dişlerini sarartmayı düşünen her kimse işi rast gitsin inşallah. Sarartma işlemi nasıl yapıldı bilmem, gözüme batmadı da değil, ama bunun düşünülmüş olmasına bayıldım!

Haluk Bilginer'i izlemek her zaman bir keyif. Televizyon için seçtiği rollerin hep birbirine benzediğini ve çoğunun televizyon için fazla teatral olduğunu düşünsem de, Kara Yazı'da onun yerine başkasının oynadığını düşünmek bile istemiyorum. Oğuz Karahan hakkında pek fikrim yok, en fazla iki dakika sonra ölecek bir karaktere korku politikası üzerine tirat atmasını gerektirenin ne olduğunu da, neden hiçkimseyi sevmeyen bir adam olduğunu da anlayamadım. Bu haliyle karakter çok bildik biri zaten. Ama Haluk Bilginer'e yakışacak ve onu da zorlayacak bir karakter çıkacağına da hiç şüphem yok. Zaman, sadece birazcık zaman…

Zeynep Çamcı'yı izlemeyi hep sevdim, canlandırdığı karakterlere de hep inandım şimdiye dek. Yaren'e de hemen ısınıverdim. Kendi travmalarından acılar doğurup etrafına saçan bir babanın yanında (ya da 'gölgesinde' mi demeli?) Yaren'in nasıl ezildiğini, nasıl yok olduğunu da, nasıl büyüyüp kardeşlerine kanat gerdiğini de çabucak gösterdi bize. Emre Kınay'ın karşısında ezilmemesi de yeterdi ama Zeynep Çamcı bununla da kalmadı, dimdik ve tereddütsüz oynadı Yaren'i. Şimdilik sadece bir teşekkür bırakıyorum buraya, eminim bunu da uzun uzun konuşacağız ilerleyen haftalarda.

Ushan Çakır konusunda ikircikli bir konumdayım henüz. Televizyonda çok az işte takip ettim onu, tiyatrodaysa yalnızca bir kez izledim. İzlediğim yerlerde beğenmediğim hiçbir şey yok, ama oyunculuğunun sınırlarını bilmediğim için soru işaretlerimin silinmesi için daha fazla izlemem gerek. Fakat Mehmet Karahan hakkındaki düşüncelerim olumlu. Sevgisiz bir baba ve soğuk bir annenin arasında böyle insan kalmayı, çevresinde olan biteni sorgulamayı nasıl öğrendiğini merak ediyorum.

Kadroda adını görmemişken, tanıtımlarda yüzünü iki saniyeliğine gördüğümde sevindiğim bir isimdi Tansu Taşanlar. Kadir de izlemeyi çok sevdiğim tiplerden; uzaktan, usul usul ama gürül gürül sevenlerden. Yaren'e bakışlarına takılı kaldım her seferinde, tek söz etmesi gerekmedi. Umarım ilk bölümde izlediğimizden daha hareketli, inişi çıkışı bol bir karakter olur Kadir, Tansu Taşanlar'dan da konuşuruz uzun uzun…

Gülper Özdemir'i daha iki ay önce Bana Sevmeyi Anlat'ta izliyor ve sinsi Simge'ye sinir oluyordum. Derya Uluçınar'ı sevdim diyemem, ama Gülper Özdemir'i beğendim, Derya'ya inandım. Uluçınar ailesinin birbirine fiziksel olarak benzeyen insanlardan oluşmasını da ayrıca beğendim, söylemeden geçmemiş olayım.

Burak Çelik'i daha önce izledim denemez, ama Best Model seçildikten sonra oyunculuğu seçen pek çokları gibi başrollerden değil yan rollerden yürüyor olmasını takdir ediyordum hep. Erdem karakteriyle ilgili bir sıkıntım yok şimdilik. Hatta hikâyedeki yerini fazlasıyla umut verici buldum. Belli ki her şeyi başlatan 'cinayet' olayında kurucu bir rolü var Erdem'in. Bunun altından çıkacak hikâyeyi de Burak Çelik'in bize göstereceklerini de merakla bekliyorum…

İlk bölüm için az hikâye ve fazlasıyla durağan bir akış izledik bence. Daha hareketli, belki daha çok flash backli sahneler görebilir; mesela Karahan ailesini biraz daha tanıyabilirdik. Böylece Aslı Orcan ve Nilgün Yurtsever hakkında da bir şeyler söyleyebilirdim. Ama zamanımız var, konuşuruz bunları da. Zira ben bu diziyi beğenmek üzere oturdum ekran karşısına bu kez, bekleyebilirim.

Hiç kuşkusuz iki şeyi çok sevdim: ilki, cinayet anını görmemiz, katilin kim olduğundan emin olmamız. Elbette o geceyle ilgili bilmediğimiz ve görmediğimiz bir sürü şey ortaya çıkacaktır ama Derya'nın masum ve Mehmet'in katil olduğunu net bir biçimde görmemiz önemliydi benim için. İkincisi ise en azından ilk bakışta, sıcağı sıcağına elde edilebilecek deliller ortadan kaldırılmışken katilin vicdan azabı duyması ve suçu kabullenmeye hazır olması. Yani yalnızca Yaren'in değil, Mehmet'in de adaletin peşinde olması.

Yaren'in haksızlık ve hukuksuzlukla mücadelesini, bu mücadele sırasında kendisini, kadınlığını, aşkı keşfedişini ve kendisine dayatılan namus kriterlerini sorgulayıp alt üst etmesini izleyeceğiz. Bunu da sevdim, bu eksen etrafında dönebilecek diğer hikâyeleri de. Fakat 'tesadüfün iğne deliği' dediğimiz türden karşılaşmaları sevmedim, sevemiyorum. Mahallenin taksicisi Kadir'in kan kardeşinin polis olması, o kan kardeşin bilgi aldığı polis memurunun boşboğazın teki olması, davayla ilgili bir şeyler dönüyor olabileceğini öğrenen Kadir'in aracına Oğuz'a şantaj yapan görgü tanığının binmesi, onun da boşboğazın teki olması ve yiyeceği haltı taksiye biner binmez çatır çatır anlatması, Kadir kendisini sıkıştırınca taksiden inmesi ve iner inmez ters yönde boş bir taksi bulup binmesi, o boş taksiyi kullanan sürücünün de bir başka taksiden kaçarcasına inen kişiyi sorgusuz sualsiz alıp götürmesi… Daha fazla yazmama gerek yok, ne demek istediğimi anlattım sanırım. Hikâyenin bir şekilde ivme kazanmak zorunda olduğunun farkındayım ama bunlara göz yummak istemiyorum; çünkü bu kalemlerin, bundan çok daha iyisini yazabileceğini biliyorum. Bekliyorum.

"Karahanlar" adını duyduğunda araştırmaya girişen Yaren'in arama motorlarında Mehmet'in fotoğraflarına rastlamamış olmasına anlam veremedim. Hapishanede birbirlerine teğet geçtiklerinde de Mehmet'in yüzünü tanıyacağı için karşılaşmadıklarını düşünmüştüm. Ama şirkette karşılaştıkları zaman Yaren'in Mehmet'i tanımamış olması tuhaf.

Mehmet ve Yaren arasında olacakları tahmin etmek zor değil. Fakat daha önce onlarca örneğini gördüğümüz bir patron-asistan aşkı izlemek istediğimden pek emin değilim; özellikle de patron erkek, asistan da kadınken. Yani bunun daha 'farklı' bir ilişki olabileceğine dair hiç fikrim yokken. Kimya eğitimi almış olan Yaren'in asistan pozisyonunda fazla kalmayacağını ve en azından Aphra Cosmetics'in ürün geliştirme departmanına geçiş yapacağını tahmin ediyorum. Fakat patron-çalışan ilişkisi korunacağı için tek memnuniyetim Yaren'in kendini gösterebileceği bir iş yapıyor olması olur. Umarım Mehmet-Yaren yakınlığını sağlayacak bir başka çözüm bulunur.

İzlerken anladım ki pek çok diziyi takip ediyor olsam da drama aç kalmışım. Özellikle Yaren'in sahnelerinde hissettim bunu. Derya'yı hapishanede ziyaret ettiği sahnede içimin sızladığını ve bu sızıyı özlediğimi fark ettim. Bölümün en sevdiğim sahnesi diyebilirim fısıltıyla konuştukları o sahne için. Oyunculardan da beklentim, role özgü bir ses ve tonlama kullanmalarıdır her zaman; Zeynep Çamcı ve Gülper Özdemir benim gözümde bu eşiği de geçmiş oldular.

Halil'in namus takıntısından ve zihnindeki namus tanımının tuhaflığından daha sonra söz edeceğimi söylemiştim. Ama konunun Derya ayağında aklıma yatmayanlar var. Bana göre, yetişkin bir kadının kendi bedeniyle ne yaptığı, kiminle ne yaşadığı yalnızca kendisini ilgilendirir. Dolayısıyla Derya'yı herhangi bir biçimde sorgulamak ya da yargılamak değil niyetim; ondan bir 'savunma' bekliyor da değilim. Benim merak ettiğim, ablasına "sen hiç benim gibi sevmedin" diyebilecek kadar "çok" sevdiğini iddia eden Derya'nın sevdiği adamın neden ortalarda hiç görünmediği...

Son olarak rejinin beni zihnen ve fiziken yorduğundan söz etmek istiyorum. Kamera hareketlerinin fazlalığı, yakın planların çokluğu (Haluk Bilginer'in bacaklarını hiç görmedik mesela) gözlerimi yordu gerçekten, bazı kısımları ekrandan gözümü kaçırarak izledim. Ama en çok gözüme takılan ve beni fazlasıyla rahatsız eden şey, Adli Tıp raporunun sonucunu öğrenen Halil'in karakoldan çıkışı esnasındaki kamera hareketiydi. Halil'in kendi küçük dünyası başına yıkılmış olabilir, ama Halil'e hak vermeyen bir seyirci ve bireysel özgürlükleri gözeten bir kadın olarak bunun altının kalınca çizilmesinden rahatsız oldum. O sahnede Halil'le empati kurmamız gerektiğine inanmadım, buna gerek de görmüyorum; rejinin bizi buna zorlamasından da rahatsız oldum. Kaldı ki karşımızda, senaryonun veya yönetmenin beklediği duyguyu yalnızca birkaç mimikle bile verebilecek bir oyuncu var, geriye kalan tüm çaba, en iyi niyetli yorumumla 'gereksiz' geldi bana.

Dizinin ismi açıklandığından beri zihnimde "Keklik gibi" türküsü çalıyor, zaman zaman yüksek sesle eşlik ettiğim: "Bu kara yazıyı kendim yazmadım/ Alnıma yazıldı bu kara yazı/ Kader böyle imiş, ağlarım bazı…" Uzun zaman eşlik etmeyi dilediğim bu hikâyeden beklentim, kadere ağlamak yerine mücadele eden, kara yazanlara inat aydınlığı isteyen, haksızlığa başkaldıran, aydınlığı savunan bir hikâye, sevgiyi öğrenen ve öğreten karakterler izlemektir. Yolumuz açık olsun…

(Bu yazı ilk olarak 28 Mart 2017 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: