1 Aralık 2013 Pazar

Bugünün Saraylısı 1



 (9 Kasım 2013)

Refik Halid Karay kalemini sevdiğim, okumaktan keyif aldığım bir yazar değildir. Bugünün Saraylısı da, dizisinin çekileceğini öğrenene kadar dikkatimi çekmemişti hiç. Ama diziyi izlemeden önce romanı bilmek istediğim için başladım okumaya. (Zaten bu ülkede edebi yapıtların televizyona uyarlanmasının tek bir faydası varsa, o da ilgili roman ya da öyküyü en azından birkaç kişiye daha okutmasıdır, gerisi çoğunlukla emek israfı.) Okumaya başladım, romana kötü demeye dilim varmaz, ama bir şaheser olmadığı da açık. Ve dizinin kadrosunda Nazan Kesal ve Selçuk Yöntem isimlerini görmeseydim okuyup bitirmeye bu kadar istekli olur muydum? Pek sanmıyorum. Yine de okuyup bitirdim, romanı değil de Ata Efendi’nin hikâyesini, Refik Halid’in dilini ve tarzını değil ama özellikle romanın finalini çok sevdim.

Okurken bir yandan da ismi açıklanan oyuncularla roman karakterlerini eşleştirmeye çalıştım ve Selçuk Yöntem’i Ata Efendi (dizi günümüzde geçtiği için Ata Bey) olarak tahayyül etmekte hiç zorlanmadım. Eşi Üftade Hanım ise pek mühim bir karakter olarak tarif edilmediği için Nazan Kesal’a, onun parlatabileceği, içerikli ve derin bir karakter yazılmış olacağını düşündüm.

Dizi jeneriği, “Refik Halid Karay’ın aynı adlı eserinden esinlenilmiştir” ibaresiyle sonlandı ve anladık ki romanın ismi ve bazı karakterleri yer alacaklar dizide, fakat yeni hikâyeler izleyeceğiz. Bu ifadeyle Bugünün Saraylısı, kendine “uyarlama” diyerek hatıralarımıza kasteden diğer dizilerden ayırt etti kendini ve romanda o yoktu, bu yoktu eleştirilerinden de büyük ölçüde kurtardı kendini. Gerçi ilk bölüm itibariyle henüz romandaki esas duyguyu yakalayabildiklerini ve o saflığı gösterebileceklerini söylemek zor, ama en azından başka bir şey izleyeceğim duygusuyla oturuyorum ben de ekran karşısına.

Pilot bölüm, Ata Bey’in piyano solosu ile başladı. Parmaklarının tuşların üzerindeki sakin ve acılı gezintisi, Üftade’nin sessiz gözyaşları, Feride ve Çetin’in bekleyişleri... hem görsel hem de duygusal açıdan oldukça iyi bir giriş sahnesiydi. Ardından, Katiboğlu ailesinin yıllardır yaşadığı, hatta Ata Bey’in doğup büyüdüğü aile yadigârı yalıdan finansal sebeplerle taşınıyor ve bu nedenle müteessir olduklarını gördük.

Ultra zengin ve yakışıklı esas oğlan kontenjanından Serhat Teoman’ı, Ata Bey’in finansal sorunlarına çözüm olacak küstah bir iş teklifi yapan işadamı Savaş Ataman rolünde gördük, ilerleyen dakikalarda anne Ataman da bu küstahlığı sürdürecekti. Bu mevzu daha birkaç bölüm böyle gider gibi görünüyor.

Ata Bey’in yalısı, yalının eski kâhyası Yaşar Kaya tarafından satın alınmış. Yani geçmişten gelen bir zengin-fakir çatışması ile günümüzde zenginlerin kafalarında yarattıkları asalet-sonradan görmelik ikiliğinde yaşadıklarını, “bugünün saraylıları”nı izleyeceğiz. Bir de Yaşar Bey’in Ata’dan intikam alma, onun canını yakma merakı var gibiydi ama henüz ilk bölümün sonunda gerçeği açık eden Yaşar Bey, olay örgüsünün yine de Ata Bey etrafında şekilleneceğini göstermiş oldu. Bence de, hem romanın tek esas kişisi Ata Bey olduğundan, hem de oyuncu olarak Selçuk Yöntem gibi büyük bir isim tercih edilmişken hikâyenin odağının değiştirilmemesi çok doğru bir tercih. Bu arada, sevgisiz, ruhsuz, hatta kötü Yaşar Bey rolünde Metin Coşkun’a bayıldım. Mimikleri ve o iğrenç sarı saçlarıyla karakteri tek bir bölümde, tüm yönleriyle göstermeyi başarmış.

Ayşen rolündeki Cansu Tosun’un o ürkek, acemi, elini kolunu nereye koyacağını bilmez halleri şahane, Serhat Teoman ve Ali Ersan olması gerektiği gibiler, şimdilik yakın arkadaşlar, oyunculukları da aynı yakınlıkta seyrediyor ama Savaş kötüye Fatih iyiye doğru yol aldıkça ve bu yolda her ikisi de Ayşen’e fena halde tutuldukça göreceğiz gerçek oyunculukları, konuşmak için erken şimdi. Dilşad Çelebi, romandaki Ayşen sarışın olduğundan, benim Ayşen karakteri için düşündüğüm oyuncuydu, burada yine zengin ve havalı Neslihan olarak pek de yeni bir şey vaat etmiyor, ama sırıtmıyor da şimdilik, izleyip göreceğiz gerisini... Feride ve Süreyya karakterleri biraz üsturuplu yazılmış olsalardı, ergen değil kadın olsalardı, Ayşen ve Neslihan’la ilişkileri de daha inandırıcı olabilirdi.

Ben yazdıklarımı toparlayıp paylaşana kadar dizi dördüncü bölüme ulaştı bile. İkinci ve üçüncü bölümleri de izleyince diziyi bir süre daha takip etmeye karar verdim, Selçuk Yöntem ve Nazen Kesal’ı bir arada bulmuşken öyle kolay bırakamıyorum. Ama Nazan Kesal’a yazılan rolden memnun olduğum anlamına gelmesin bu; sadece gösteriş için yaşayan ve sahip olduklarını korumak için türlü entrikalar çevirmekten geri durmayacak gibi görünen bu Üftade’yi ben hiç sevmedim. Rica ediyorum, lütfen Nazan Kesal’dan yeni bir Hatice Aslan yaratmayın!




Hiç yorum yok: