2 Ocak 2014 Perşembe

Bu Filmde Bir EKSİKLİK Var



- Bu yazı filmin içeriği hakkında bilgi (spoiler) içerir. -

Romanların filmleri, en kötü romanı bile daha çok sevelim diye çekiliyor olmalı...

“Bu İşte Bir Yalnızlık Var”’ı çıktığı zaman okumuştum, sene 2003, yaş 16: Arkadaşa âşık olmak nedir biliyorum da olmayacak birine âşık olmak nedir, onu henüz bilmiyorum. Belki de bu yüzden hiç yer etmemiş bende, tek bir satırını bile çizmemişim, bir daha elime almamışım kitabı. Filmi çekilmeseydi muhtemelen bir daha okuma isteği yine düşmezdi içime; ama bir filmi izlemeden önce hakkında tek satır bile okumaktan kaçan ben, ‘kitabın filmi’ denilince cilt cilt romanı bir an önce okumak üzere derin ateşlere düşen biriyim.

Şahane bir roman değil, ama derli toplu, ne dediğini bilen, tutarlı ve en önemlisi sakin bir hikâyesi var, Memet’in hikâyesi... Memet, romanın baş karakteri evet, ama kendi hayatında bile başrol olamayan bir adam; tedirgin, özgüvensiz, çekingen, idealleri olan ama onların arkasından da koşmayan yorgun ve durgun biri.

Filmde ise Memet öyle bir merkeze alınmış ki, sanırsınız perde arkasında bir yerlerde, bütün hikâyelere bir dokunmuşluğu var. Oysa ona dokunmaktan beter etmiş insanlar, vurmuş, kırmış, ruhunda hasar bırakmışlar... Kötü insanlarla karşılaşmamış belki ama yanlış tercihler, zamanla değişenler yıpratmış onu.

Hikâyenin odak noktası Memet’in Ayşe’ye aşkı değil, bu aşktan çekinmesi, kendi kendisiyle hesaplaşması, kendini durdurmasıydı; sevmekten acı duyması bir yana, kendini durdurmak zorunda olmaktan acı duymasıydı. Bu yüzden bu filmde bir eksiklik var. Memet’in aşkı, acısı var da, gelgitleri, tedirginliği, kaçışı yok. Seks yoksunluğu, aşka susamışlığı değil,  iyi arkadaş, iyi insan, iyi baba olma çabaları gösterilmeliydi. Vurup kıran bir adam değil, düşünen, tartan ama kararsızlığına çözüm bulamadığı için etkisiz kalan biri o, bu yüzden filmdeki o Kenan karakterine, Orhan’ın Zeynep’le ilişkisine, bunu öğrenip de güya Ayşe üzülmesin diye saklayan bir Memet’e hiç gerek yoktu. Memet, Ayşe’yi sevdiği için, o mutlu olsun diye ona yardım etmek isteyen biri değil, hissettiklerinin yanlış olduğunu düşündüğü için yapılması gerekeni yapmaya çalışan biri. En çok bunun atlanmış olması yaktı benim canımı.

Bu filmde bir eksiklik var: Sukûnet! 

Romanın bir yerinde, hayalinde, “Hayatımın sonuna kadar seni sevecekmişim gibi geliyor” diyor Ayşe’ye. İşte bu yüzden hem sevmekten vazgeçemiyor, hem de bir adım bile atmaktan aciz kalıyor; güçsüzlüğü, tam da içindeki kudretten kaynaklanıyor. Öyle derin bir yerden seviyor ki, bunun da geçmişte kalmasından, bir yerde tükenmesinden çekiniyor, susuyor. Onunla beraberken bitecek bir şey yerine ondan uzakta ama hiç bitmeyecek bir şeye sahip olmayı tercih ediyor.

İşte ben bu yüzden ağlıyorum Ayşe Memet’e sarılırken Memet elini kolunu nereye koyacağını şaşırdığında, çünkü insanın ellerinin fazla gelmesinin ne demek olduğunu iyi biliyorum. Ayşe o anahtarları sehpaya bıraktığında tutamıyorum yaşlarımı, çünkü o anahtarlar tam avcumun ortasına bırakılmıştı bir gün ve ben gülümsemek zorundaydım o zaman. Ayşe Orhan’ı affettiğinde ben ağlıyorum Memet’e yine, ama üzüntüm Ayşe’yi kaybetmesine değil, “bir gün bitecek” lafının gerçekliğine, Orhan gibi bir adamı affedecek karakterde bir kadını sevmesine...

Filmin en iyi tarafının Veli rolündeki Ümit Erdim olduğunu söyleyeyim. İkinci en iyi şey müzikler, “Bu İşte Bir Yalnızlık Var” adıyla yapılmış her iki şarkı da şahane olmuş, eminim senelerce dinleyeceğim bu müzikleri, üçüncüsü ise Altan rolündeki Emin Gürsoy. Engin Altan Düzyatan beklentimin üzerinde, 42 yaşında bir adam olamamış ama onun haricinde eksiksiz oynamış. Özgü Namal ise ne yazık ki hiç olmamış ve bence bunun sebebi Namal değil, Ayşe karakterinin iyi yazılamamış olması. Gaye Gürsel (Nazlı) ne kadar battıysa gözüme (ve kulağıma) Devrim Akın (Cemil) o kadar parlıyordu. Atiye’nin de parlamasını bekliyordum, çünkü bence karaktere uygun bir tercihti ama acemiliktendir umarım, çok kasılmıştı, hiç samimi değildi.

Ayrıca asla anlayamadığım birkaç nokta: Kitaptaki Memet Olcay niçin Memet Soylu oldu filmde? Nihat Abi karakteri ve onun hikayesi neden bir kenara atılmıştı? Kitapta Ayşe’nin babası askerdi, filmde niçin Nazlı’nın babası asker oldu? Memet’in gençliğindeki grubun adı “Sessiz Gemiler”di, filmde neden “Mavi Hayaller” oldu? Ayşe’nin restoranı “Hanımeli” idi, neden “Neşeli Günler” oldu? En önemlisi, bu değişiklikler filme ne kattı? Cevap veriyorum, hiç!

Özetle, senaristi hiç beğenmedim, madem hikâyeyi değiştireceksiniz, neden buna ‘adaptasyon’ diyorsunuz? ‘Esinlenme’ deyin, siz de rahat edin, biz de edelim. Yönetmeni de beğenmedim. Gereksiz yakın çekimler, abartılı müzikler bir yana, Özgü Namal gibi bir oyuncuyu kifayetsiz bırakmışsınız ya, aşkolsun!

Son olarak, ismiyle müsemma, bütün derdi yalnızlık olan bir film, niçin mutlu sonla bitti? Mutlu sona kaç kişi ikna oldu?

Gala öncesi röportajda, filme iki tane son çektiklerini söylemişti Özgü Namal, öyle sanıyorum ki hikâyeye daha uygun ve kitaba sadık (yani en azından beni ikna edecek) olanı, bizim görmediğimiz diğeriydi...

Hiç yorum yok: