17 Haziran 2016 Cuma

Bu hayal gelip seni bulacak!

Kördüğüm 23. Bölüm Yorumu



Bir dizide herkesin sevmediği birileri olabilir ama ana karakterin bu kadar az sevildiği çok az iş vardır herhalde. Naz'ı sevmedik, sevemiyoruz. Bunda Belçim Bilgin'in donuk ve sürprizsiz oyunculuğunun da payı var biraz belki, ama esas sorun hikâye. Naz'ı sevemedik, çünkü tanımıyoruz, anlayamıyoruz. Anlatıdaki boşlukları, dizinin sonsuza yakınsayan bölüm süresini doldurmaya yetecek güçte ve esneklikte bir hikâyesi olmayan karakterin bir derinliği de yok. Dolayısıyla karşımızda bir 'karakter' yok. Herhangi bir yanını sivriltmedikleri için aslında bir 'tip' bile yok ortada. Bence artık ya Naz'ı bize sevdirmenin bir yolunu bulmalılar ya da bu karakteri hikâyeden usul usul uğurlamalılar. Şahsen ben, Naz'ın arkasından İzmir Marşı'nı çalmak için hazırda bekliyorum…

Geçen hafta yine çok zorlama bir yerde kalmıştık. Bölüm sonu olsun diye yok yere karşılaşmalar yaratılıyor, gerilim bile yaratmayan. Eylül Ali Nejat'ın evine gelmişti, kapıyı da açık bulup içeri dalmıştı, çekinerek de olsa. Ali Nejat sporunu yarım bırakıp aşağı inmişti, onların karşılaştığı anda da Naz gelmişti, "gelecek olursam ararım" diyerek çıktığı halde, aramadan. Dolayısıyla herkesin birbirinden habersiz olduğu bir karşılaşmaydı bu. Eylül "benim suçum" dedi ama kimse suçlu değil, çünkü ortada bir suç yok. Zaten bizim dizilere kalsa ilişkisi olan birinin bir başkasıyla karşılaşması, iki satır konuşması kategorik olarak suç sayılacak. Ama Kördüğüm bu alışkanlıklardan beslenmeyen bir dizi…

Bu zorlama sahneleri sevmiyorum ama bu malzemeleri hepimizin ezbere bildiği klişelere bulamadan kullanmalarını yine de seviyorum. Bu karşılaşmanın ardından gelecek alışıldık senaryoda Naz ya orada kavga çıkarırdı ya da kendini hiç göstermeden çekip gider ve bunun acısını Ali Nejat'tan ağır ağır çıkarırdı. Muhtemelen Eylül de "yanlış anladınız, aramızda bir şey yok" gibi cümleler kurardı, aslında tam tersini ima ederek. Şükür ki bunlardan mümkün olduğunca kaçınan bir dizi izliyoruz…

Naz'ı görür görmez, oraya gelişinin Ali Nejat'ın bilgisi dâhilinde olmadığını söyleyerek özür diledi Eylül ve kendini tanıttı. Naz bu esnada Eylül'ün boynundaki kolyeyi gördü, tanıdı ve konuşmaları için onları yalnız bırakması gerektiğini düşünerek çıktı evden. Bu karşılaşmanın yarattığı ufak gerilimden rahatsız olan Eylül de çıkıp gitti ardından. Yani yine bölüm sonunda olabileceği ima edilen şey olmadı. Fakat daha kötüsü, başka bir şey de olmadı. Bir anda gelen insanlar bir anda gittiler… Peki ama biz bu sahneyi niye izledik?

Eylül, Ali Nejat'a Barış'ın ölümüne sebep olanın bir kaza değil suikast olduğunu anlatmak istiyordu, fakat anlatamadı. (Dizide sıkça "kaza değil cinayet" deniyor ama, 'cinayet' yerine 'suikast' sözcüğünün kullanılması daha uygun olur.) Enver ise her şeyi açığa çıkarıp sorumluları bulmadan Ali Nejat'ın bunu duymaması gerektiğini düşündüğü için durdurdu Eylül'ü.

Oğuz, Murat'ın kasasını patlatıp içinde ne varsa Enver'e getirerek haftalar süren hareketsizliğini telafi etmiş oldu. Enver de bu tek hamle ile Murat'ın hem kopyasını yırtıp aslını saklayarak Ali Nejat'ı tongaya düşürmeyi planladığı sözleşmeyi, hem Umut'u tehdit ettiği silahı, hem de babasının defterini ele geçirmiş oldu. Kasayı patlatma olayında Oğuz'a yardım eden kişinin Amir olduğunu gördük ve Amir'in Enver için çalıştığından da emin olduk. 19. bölüm yorumunda birkaç saniyede bunu bize ima ettiklerini söylemiştim, haklı çıktım. Hikâyeyi bu gibi ufak detaylarla renklendirmelerini gerçekten seviyorum.

Amir gibi ufak bir rol için neden isimsiz ve tecrübesiz birini değil de Kaya Akkaya gibi becerikli bir oyuncuyu seçtiklerini de böylece anlamış olduk: 19. bölümdeki o bahsettiğim bakışı ve yine bu bölümdeki sözsüz performansı herkes ortaya koyamazdı. Dar alanda böyle dolu dolu oynamak herkesin harcı değildir. Hep söylüyorum, Kördüğüm'ün en güçlü yanı, kadrosunun çok iyi olması ve oyuncuların diyaloglar olmadan da bize sahnenin duygusunu ve anlamını verebilmeleri. Dizinin en zayıf yanının diyaloglar olduğunu da söylemiştim bir yerlerde. Ama oyuncuların performansı o açığı örtebiliyor ve diyaloglardaki sorun fazla göze batmayabiliyor.

Enver defteri okudu ve Murat'ın kendisine neden düşman olduğunu anladı. Genç ve tecrübesizken Tarık Bey'in hırslarına alet olmuş ve şimdi de bunun pişmanlığını yaşıyormuş. Yüzleşme sahnesinde bunu Murat'a da söyledi. Enver, vicdanında açılan bu yarayı kapatabilmek için el vermiş Murat'a, yanına almış, destek olmuş. Murat'a göre ise bu, yaptığı kötülüğü yüzsüzce devam ettirmekten başka bir şey değil. Sanırım ilk kez bu sahnede Enver'e karşı Murat'ı haklı buldum. Vicdanını rahatlatmak için yaptığı şeylerin Murat'ta daha büyük yaralar açacağını, onun acısını büyüteceğini ve öflesini bileyeceğini görememiş, düşünememiş Enver. Bazı vicdanlar ne kadar da kolay temizleniyor! Ve bu sahneyi iki oyuncunun da gözleri dolu dolu oynaması harikaydı.

Murat'ın Enver'e ve Tarık Bey'e beslediği düşmanlığı anladım, ama bu, başkalarını bu işe karıştırmasını haklı çıkarmıyor. Enver'i vicdansızlıkla suçlarken kendisinin Feyza'ya, Umut'a, Neslihan'a, Oğuz'a yaptıklarını bu kategoride değerlendirmemesi anlaşılabilir bir şey değil. Babasına olanlar konusunda Enver'e karşı haklı olsa da bu düşüncesizlik ve bencillik onu Enver'den uzak ara daha kötü biri yapıyor.



Eylül kaza konusunu Ali Nejat'la konuşmaktan vazgeçti ama bu sefer de Ali Nejat geldi onunla konuşmaya. Ne söyleyeceğini merak ettiğini söyledi ama biz biliyoruz ki Eylül'le konuşabilmekti esas isteği. Ve biz de şahane birkaç dakika izlemiş olduk.

Eylül-Ali Nejat sahneleri, Ali Nejat-Naz ilişkisinin nasıl da durağan olduğunu bize göstermek için çekiliyor sanki (Ayyy! İnşallah öyledir! ^^), öyle kendiliğinden akıyor ki sohbet (ve sahne), uzun uzun konuşsalar keşke diye geçiriyorum içimden, her karşılaşmalarında. Üstelik birbirleriyle çekinerek konuşuyorlar yanlış anlamalardan kaçınmak için, ama yine de özel şeyler konuşabiliyorlar. Eylül'ün boynundaki kolyeyi sorabiliyor örneğin Ali Nejat ve kendisi de "takmıyorum ama saklıyorum" derken utanıp başını önüne eğebiliyor. Eylül'ün "umarım çok mutlu olursunuz" derken içinden geçenleri saklama gayreti, Ali Nejat'ın bu cümleye manidar bir sessizlikle yanıt verişi, Eylül'ün "bu ikimizin hayaliydi" derken gözlerini kaçırıp sesini alçaltması hep beni heyecanlandıran ve başka bir yola girmekte olduğumuzu kulağıma fısıldayan ayrıntılar.

Araba projesi Ali Nejat için bitti ama buna Eylül inanamadı, bizim gibi. Ali Nejat'ın "Öyle olması gerekiyordu" cümlesinin aslında ne anlama geldiğini de şıp diye anladı Eylül ve hepimizin içinden geçen cümleyi kurdu yüksek sesle: "Seni birazcık tanıyorsam bu hayal gelip seni bulacak!" Ali Nejat'ın buna yanıtı, sıkça birbirine karıştırılan iki kavram arasındaki farkı, seçenekler arasından birini işaretlemekle bir tercih yapmak arasındaki ayrımı net bir biçimde ortaya koyuyordu. Naz'ın "ya projen ya da ben" tepkisi Ali Nejat'ı iki seçenek arasında sıkıştırmıştı ve Ali Nejat da bu baskıyı kabul etmişti, yani aslında seçim falan yapmamıştı. Oysa projesi, onun yıllardır kurduğu, üzerinde uzun uzun çalıştığı hayaliydi ve buna devam etmesinin bu şekilde engellenmesi, Ali Nejat'ın bir seçim yapması değil, onun adına Naz'ın karar vermesi demekti. Eylül bunu doğru bir yerden görebilseydi, "Yani bu hayalden vazgeçecek kadar çok seviyorsun onu" cümlesi yerine, "Yani onunla olmak için hayallerinden vazgeçmeni mi istedi?" gibi bir soru sorabilirdi. Ama benimki biraz art niyetli ve manipülatif bir cümle ve Eylül'ün profiline de hiç uygun değil. Hem de bunun başka biri tarafından dile getirilmesi değil, Ali Nejat tarafından fark edilmesi daha sağlıklı sonuçlar verir.

Eylül Berlin'e geri dönmeye karar verdi. Ayrılırken veda etmek istedi Ali Nejat'a, elini uzattı tokalaşmak için. Bu kez Ali Nejat yaptı hepimizin içinden geçeni, başından tutup kendine çekti ve sarıldı uzun uzun, kana kana. Gözlerini kapatıp saçlarını koklamasıyla da zenginleşen öyle içten, tutkulu ve özlem dolu bir sarılmaydı ki, başka sahneler izlemesek bile sadece o an yeterdi Ali Nejat'ın Naz'la değil Eylül'le birlikte olmasını istememiz için.

Genco'ya olan öfkesi Gökçe'yi Emre'nin karşısında savunmasız bıraktı. Yine 19. bölüm yorumumda Emre'nin hayatımızdan çıkması için "İllâ ki Umut'tan ya da Genco'dan -ya da ikisinden birden- bir temiz dayak yemesi mi gerekiyor?" diye sormuştum, sanırım bu hafta bana "evet" dediler. Gerçi hikâye bu kadar sündürüldükten sonra Emre'nin dersini alıp birdenbire yok olmasını beklemek saflık olur. Bir süre sonra, iyice bilenmiş halde geri dönecektir diye düşünüyorum. Umarım beni yanıltırlar.

Gökçe'nin perişan halde eve ulaşıp kapıda Genco ile karşılaştığında verdiği tepkiye dikkat edin. Şiddete uğramış bir insan bir anda işte bu kadar çaresiz ve savunmasız hale gelebiliyor. Şiddet sahnelerini abartmamalarını, bunu bize sadece hissettirmelerini ve o çaresizliği yaşatmalarını sevdim. Ama artık bu konuyu gerçek bir çözüme kavuşturmaları gerekir. Yani Genco'nun şiddet uygulaması ya da Umut'un tehdidi ile değil, hukuk yoluyla Emre'den kurtulmalıyız artık. Gökçe "kimse duymasın" dememeli mesela, Genco çok haklı, herkes duysun, herkes bilsin, şiddete sessiz kalınmasın artık. Şiddete uğrayan kadın bundan utanmasın. Yanında pek çok destekçisi olan Gökçe konuşabilsin ki destekçisi olmayanlar da cesaret bulabilsin ve Gökçe gibilerle dayanışabilsin.

Gökçe kapıda Genco'yu Emre sanıp aşırı tepki verince zaten ruhen bitmiş olan Genco, özür ardına özür diledi Gökçe'den. Özrüne lafım yok ama, "çok pişmanım" demesine takıldım. Pişman olma Genco, sen pişman olunacak bir şey yapmadın. Sen âşık oldun, aşktan pişman olunmaz. Emre'nin psikopata bağlamasının iyi tarafı da Gökçe'nin Genco'ya yaklaşması oldu. Böyle olmasa iyiydi ama, oldu artık. Bu dengeyi yeniden ve saçma sapan bir sebeple bozmazlar umarım.



Ve Tarık Bey… Ali Nejat'ın hisselerini Enver'e kaptıran Tarık Bey karşı atağa geçti ve mükemmel de bir planı var! Neden hisseler karşılığında kızını teklif etmesin ki Enver'e? Vay be! Şeytanın aklına gelmez!

Enver'in karşısına oturup da "Sana karşı koyamayacağın, çok arzuladığın bir teklifte bulunmak istiyorum" dediği anda belliydi o cümlede Feyza'nın adının geçeceği. Aaa! Yoksa şaşırdınız mı? Hisselerinin kontrolünü ele almak için kendi kızını akıl hastanesine kapatan Tarık Bey bu karşımızdaki. Gözden düşen damat adayına karşılık eski damadına bir şans vermiş, çok mu? Tek hamleyle hem hisseleri kaptıran Murat'tan kurtulacak hem de hisseleri geri alacak. Kusursuz bir plan!

Enver çok kızdı -kızmakta da yerden göğe kadar haklıydı- ama Zeynep iyi ki kaydetmişti o konuşmayı da Feyza babasının gerçek yüzünü görebildi. Zaten artık bu kadar saf ve pasif bir Feyza izlemekten sıkılmıştık. Artık savaş meydanında korkmadan yürüyen bir Feyza izlemek istiyoruz. Kardeşi, eski eşi, nişanlısı, babası… Hayatındaki tüm erkeklerin dâhil olduğu bu savaşta Feyza da yerini almalı, kendi hayatının iplerini de ele almalı artık.

Ve biliyoruz ki Ali Nejat da Enver de onu asla yalnız bırakmayacaklar bu kurtlar sofrasında. Haftalardır direndikten sonra gözyaşları içinde Enver'e sarılması da Feyza'nın hem yalnız olmayacağının, hem de mücadeleye katılacağının işaretiydi bence.

Son sahnede Tarık Bey kalp krizi geçirdi, ilaçlarını eline aldı fakat içemeyecek kadar kötüleşti ve yere yığıldı. Feyza evde değil, Ayşegül İbo ile birlikte dışarıda, Müşfik Bey Kaan'la bahçedeydi son gördüğümüzde… Bir tek Gülümser'in nerede olduğunu bilmiyoruz. Demem o ki, Tarık Bey'in ölmesi için her şey hazır! Öldürün demiyorum ama ortam pek müsait, ne yalan söyleyeyim… Tarık Bey'in o bütün dünyaya tiksinerek bakan halini özlerim, ama ölürse, yaptıklarının cezasını çekmeden, bedelini ödemeden öldüğü için üzülürüm sadece…

(Bu yazı ilk olarak 9 Haziran 2016 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: