10 Haziran 2016 Cuma

Yarım kalan ne varsa toparlamak için geldim...

Kördüğüm 22. Bölüm Yorumu

Enver, başlıktaki gibi özetledi dönüş sebebini Ali Nejat'a. Ben de teması yarım kalmalar olan bir yazı hazırlamaktaydım Kördüğüm hakkında. Geçen haftaki yazımı yazamadım sağlık problemleri yüzünden... Küçük bir kaza sonucu zorlu, yorucu, acılı günler geçirdim ve geçirmekteyim hâlâ. Ağrılarım geçmeyince, Kördüğüm'ü izlemek de bana acılarımı unutturamayınca oturup yazmak da mümkün olmadı, kusuruma bakmayın lütfen. Şimdi yazıyorum, acım azaldığından değil de, izlerken unutamadığımı yazarken unutabilirim umuduyla…

Aradan geçen zamanda dizinin gidişatı hakkında uzun uzun düşünme fırsatım oldu. Vardığım nokta: Adı Kördüğüm, ama kendisi darmadağın, paramparça bir hikâye… Bu yüzden son haftalarda çok zorlanıyordum yazarken. 18. bölüm haricindeki tüm yazılarım eksikti biraz. Çünkü içimde oluşmaya başlayan boşluğu açıklayamıyordum yazarken. Ben istemeden beni içine alabildiği, ağlayıp içimi dökmeme vesile olabildiği için takip etme kararı almıştım diziyi. Oysa şimdi, ben hayata birkaç saat mola vermek istemişken, buna hazır biçimde oturmuşken ekran karşısına, yabancı bir hikâye gibi akıp geçiyordu ekranımdan.

‘Bundan sonra yazmasam mı’ diye de düşündüm bir süre. Tez yazmakta olan bir insan olarak, yazmak içimden gelmese de yazının başına oturmak zorunda olmanın nasıl bir işkence olduğunu iyi bilirim. İşkenceye dönüşmesindense dostça ayıralım yollarımızı diye düşündüğüm de oldu. Ama aklıma cümleler üşüşmeye devam etti Kördüğüm’e dair, yazmadan kurtulamadığım. Zaten yazmak, benim için tam da böyle bir şeydir, ben yazmaya oturmasam da yazı bana kendini dayatır, yemeğimden, uykumdan eder, geç de olsa yazdırır kendini.

Sonuçta o, izlediğim sürede beni dünyadan koparamadı ama ben de onu kendi dünyamdan çıkarmayı başaramadım, yani hâlâ buradayım. Ama madem içimi dökmeye başladım, buradan devam edeyim biraz...

Allah'ım n'apıcam ben bu kadınla bir ömür boyu?!!

Genel olarak, dizinin sadece Ali Nejat ve Naz etrafında dönmüyor oluşundan son derece mutluyum. Çünkü öncelikle Naz karakterini hiç sevmiyorum. Karakter bence iyi yazılamıyor, sürekli kaçan, ne istediği ve ne yapacağı kestirilemeyen, sallantıda biri. Bir bölümde gerekçesiz olarak reddettiği bir şeyi sonraki bölümde yine gerekçesiz olarak ve büyük bir mutlulukla kabul edebiliyor. Bkz. Evlilik teklifi. Niye reddettiği belli değil; iki kez reddettiği teklifi üçüncüde neye dayanarak kabul ettiği de belli değil. 

Yurtdışına yerleşme meselesi de ona keza. Ali Nejat bu fikri ortaya attı, Naz sıcak baktı, bu kadar. Sanki bunu uzun uzun konuşmuşlar, düşünüp tartmışlar ve bir karara varmışlar gibi bir de herkese ilan edip bundan türlü türlü drama çıkardılar. Madem konuşup anlaştınız, neden gideceğiniz yerin bir adı yok mesela? Neden bir şehir ve hatta ülke adı bile telaffuz edemiyorsunuz? Edemezsiniz, çünkü konuşmadınız bile.

Buna paralel olarak Ali Nejat'ın Naz'la ilişkisinin de altı bomboş. İş konusunda son derece makul ve sağduyulu olan Ali Nejat'ın söz konusu Naz olunca neden bu kadar tutarsızlaştığını ben anlayamıyorum. Bunu aşk ile açıklayamıyorum, çünkü cevabın aşk olabilmesi için bir derinlik gerekir ama Ali Nejat-Naz ilişkisinde bu derinlik yok. Hatta bana sorarsanız ortada bir ilişki bile yok. Hiçbir şey konuşmayan, birlikte vakit geçiremeyen, el ele bile tutuşmayan bir çift izletiliyor bize. Çift olarak yaptıkları ilk hareket de evlenmek olacak böyle giderse…

Bu 'ilişki' bu kadar temelsizken pek çok şey gibi Eylül'ün gelişi de büyük bir sarsıntı yaratabilir. Murat Eylül'den bahsederken Naz'ın suratının nasıl renkten renge girdiğini gördük, çünkü Eylül'ün adını bile duymamıştı o güne dek. Duyamazdı, çünkü hiç konuşmuyorlar, birlikte vakit geçirmiyorlar, birbirlerini tanımıyorlar.  Şimdi Eylül’ü deli gibi kıskanıyor ama bunu kendine yediremiyor Naz. Güya sevdiği, evleneceği, hayatını birlikte geçireceği adama bir an olsun göstermiyor gerçek hislerini.

Flashbacklerde görüyoruz, Ali Nejat-Eylül ilişkisi de, Naz-Umut ilişkisi de böyle değilmiş. Demek ki aslında ikisi de böyle karakterler değiller ama nedense bunlar bize gösterilmiyor. Bu gösterilmeyen -çünkü yaşanmayan- şeyler de her bölümde yeni bir problem olarak sunuluyor bize. Oysa haftalar boyu Hasan Amca'nın çilesini göstermek yerine Ali Nejat ve Naz sahneleri çoğaltılabilir, aralarındaki diyalog derinleştirilebilirdi…

Dolayısıyla hikâyenin daha çok Feyza-Murat-Enver aksına yoğunlaşmasından, bu aksa Tarık Bey ve Eylül'ün eklenmesinin ve Ali Nejat ve Eylül'ün Enver, Neslihan, Umut ve Oğuz'un da Murat dolayımıyla bu akışa dâhil olmasından son derece memnunum. Ana karakterlerin değil de Murat ve Enver'in geçmişlerini kurcalamak, onları böyle insanlar haline getiren nedenleri merak etmek daha çok hoşuma gidiyor Ali Nejat ve Naz'ın bir araya gelip gelip bir şey yapmamalarını izlemekten. Ama bütün bu akış içinde kadınların yalnızca kadın kimlikleriyle yer almalarından da bir o kadar rahatsızım. Naz, Feyza, Neslihan ve Eylül'ün bu akış içindeki yerleri erkekler tarafından belirleniyor. İşleri, aşkları ya da planları neyi gerektiriyorsa bu kadınlara oralarda bir alan açıyorlar ve kadınlar da yalnızca oralarda var olabiliyorlar. Oysa hepsinin bir mesleği var (Feyza'nınkinin lafı hiç edilmedi ama illa ki vardır - ayrıca şirkette hissesi var ve işlerle ilgilenmeye karar vermesinin üzerinden de 7 bölümden fazla zaman geçti) fakat biz onları yalnızca erkeklerin çevrelerinde, onların hikâyelerinin ya da planlarının içinde birer figür olarak görebiliyoruz, etkin bir rolleri yok. Ölüm döşeğindeki annesinin Neslihan'ı henüz iki kere gördüğü Umut'a 'emanet' etmesi, ona 'sahip çıkmasını' istemesi de bu şikâyetlerimde haklı olduğumu gösteriyor. Kördüğüm böyle bir dizi olmamalı...

Feyza’nın Kaan’dan uzak kalmak istemeyişini anlamak zor değil. Ama bunun için seçtiği yolu onaylayacak da değilim. Gerek Ali Nejat’la gerekse Naz’la her konuşmasında bencil ve buyurgan davrandı Feyza. Aldıkları karar üzerine konuşmadan, sormadan, dinlemeden, duruma yalnızca kendi açısından bakarak hareket ediyor ve herkesin de buna anlayış göstermesini bekliyor. Dolayısıyla da beklediği karşılığı alamıyor. Oysa benim çok duymak istediğim “Lütfen beni bırakıp gitme Ali Nejat” cümlesini yıllar boyunca uzak kaldığı kardeşini özleyeceği için kurmuş olsaydı, Ali Nejat da bir durup düşünürdü belki.

Barış’ın ölümünün bir kaza olmaması fikrine sanıyorum hepimizin ihtiyacı vardı. Zira Ali Nejat bunun acısını haddinden fazla çekti. Biz görmedik ama Eylül de çekmiş fazlasıyla. Enver ve Feyza’nın hayatlarının nasıl alt üst olduğunu da biliyoruz. Bu büyük acının darmadağın ettiği insanları bir araya toplamak için hikâyenin böyle bir manevra yapması gerekliydi. Bakalım Enver bu meseleyi kurcaladıkça altından neler çıkacak…

Flashbacklerde görüyoruz, Ali Nejat ve Eylül geçmişte çok renkli, çok özel anlar yaşamışlar ve aralarında müthiş bir uyum var. Bu bölümdeki karşılaşma sahnesi de muazzamdı. Şaşkınlık, mutluluk, merak ve çekingenlik iç içe geçerek zamanın bir yerinde birbirini gerçekten tanımış ve sevmiş kalplerin birbirinden tamamen kopmasının mümkün olmadığını gösterdi bize. Üstelik onlarınki gönüllü bir ayrılık da değilmiş... Eylül'ün hâlâ o kolyeyi takıyor olması, Ali Nejat'ın boynundaki o nefret ettiğimiz zincirin de Eylüllü zamanlardan kalmış olması insanın içinde çiçekler açtıran detaylar. Bu konunun derinleşmesini dört gözle bekliyorum.

Kaan'ın uzaktan kumandalı arabasının pili bitiyor ve Naz evde pil avına çıkıyor, seçtiği yer ise Ali Nejat'ın kitaplığı! Ama neden? Neyin nerede olduğunu bilmediği bir evde neden böyle bir şey yapar insan? Ve de neden kitaplık? Düşünüyorum, aynı şey benim başıma gelse ev sahibini arayıp sorarım evde pil var mıdır, varsa nerededir diye. Ya da çıkar alırım dışarıdan, bulunmaz Hint kumaşı değil ya! Sırf Naz'ın karşısına Eylül'e dair bir şeyler çıksın diye uydurulmuş bir sahne, inandırıcılık sıfır. Üstelik de kurcalamaya kendisi başladığı halde, "başkalarının eşyalarını izinsiz karıştırmamalıyız" diye bir de ders veriyor Naz Hanım!

Murat, yakın zamana kadar sinsice yaptığı planlarını artık açık açık yapıyor ve meydan okuyor Enver'e; çırak olarak kalmamak için ustasını öldürmek zorundaymış ya... Enver'in Ali Nejat'a yolladığı avukatı ustalıkla ortadan kaldırarak boynuzun kulağı geçebileceğinin sinyallerini de vermiş oldu. İhale hamlesini ve Feyza'ya evlilik teklif ettiğini öğrendikten sonra Enver'in boş durmayacağını hesaplayabilmişti Murat. Oysa Enver, Murat'ın yapabileceklerini öngöremediği için ona karşı önemli bir kozunu kaybetti. Ben bu savaşta Enver'in tarafındayım ama bazı cepheleri Murat'ın almasına da itirazım yok. Teoman Kumbaracıbaşı Murat'ı öyle güzel yaşatıyor ki karakterden nefret etsem de onu izlemeye her durumda bayılıyorum.

Bu arada, Murat'ın restoranda Eylül, Neslihan ve Umut'un masasına gelip onların keyfini kaçırması, herkes masayı terk edince de bütün hesabın Murat'a kalması şahaneydi, söylemeden geçmeyeyim.

Terapist Neslihan'a hiç inanmamıştım, bunu defalarca da yazdım zaten. Ama Feyza'nın Murat'la evlenme kararı aldığını öğrendiğinde arkadaşı için endişelenen Neslihan'a yürekten inandım. Bozguna uğramış hallerine bayıldığım Neslihan'ın merhametli ve yardımsever hallerini göreceğimiz günler yakın. Dilerim Umut da bunun bir kıskançlık değil dostluk hamlesi olduğunu çabucak anlayıp Neslihan'ın yanında durur.

Ali Nejat'ın sattığı şirket hisselerinin Enver'in eline geçmesi ve bunu duyan Tarık Bey'in çileden çıkması beni çok mutlu etti. Sürekli asık suratlı gezen memnuniyetsiz bir karakter olan Tarık Karasu'nun birkaç adım öteye geçtiğini görmek güzeldi, Tuğrul Çetiner'in o parlama anını bize yansıtma biçimini çok sevdim. Enver savaşı başlattı artık, bu gibi sahneleri daha çok görecek ve daha çok sevineceğiz. ^^

Aşk, gülünmemesi gereken yerlerde gülmemeye çalışmak gibi biraz. Kendini tutmaya çalıştıkça daha derine düşüyor insan. Genco da âşık olmamaya çalıştıkça daha çok saplanmış Gökçe’yi sevme fikrine. Bununla nasıl mücadele ettiğini, hissettiklerini kendinden bile saklamaya çalıştığını hep birlikte gördük zaten. İtirafını da bekliyorduk. Gökçe’nin Genco’ya böyle bir tepki vermesi de sürpriz değil. Genco zaten böyle bir tepki alacağını bildiği için susmuştu bunca zaman. Ama Gökçe’nin öfkesini başka bir açıdan değerlendirebilmemiz için bir ipucu verdiler bize bu hafta. Enver’le Murat’ın konuşmasını hatırlayalım; korku ve öfkenin insan vücudunda aynı hormonel etkiyi yaptığını, bu nedenle korku ve öfkenin sıkça birbirine karıştırıldığını söylemişti Enver. İşte, Gökçe’nin öfkesini de tam buradan okuyorum ben. Hissedebileceklerinden korktuğu ve nasıl bir karşılık vereceğini bilemediği için öfkeye sığındı.

Genco çok üzüldü ama anlaşılan o ki umut var. Yoksa sevmediği, sevmeyeceğini düşündüğü birine neden böyle büyük bir tepki verir ki bir insan? Seviyorsa seviyor, ne var yani? “Ben öyle hissetmiyorum, sana o gözle bakmıyorum” deyip geçer, konu da kapanır. Ama Gökçe’nin öfkesinin altından başka şeyler çıkacak.

Bu arada, Genco’nun dilinin çözülmesini bekliyordum, bu yüzden Gökçe’ye açılmasına değil de, açılma biçimine itirazım var. Genco hangi motivasyonla sabah sabah alkole verdi kendini acaba? Önceki akşam ne güzel vakit geçirmişlerdi birlikte, sabahın köründe ne oldu da kendini meyhanede buldu bu adam?

(Bu yazı ilk olarak 2 Haziran 2016 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: