30 Aralık 2016 Cuma

Shakespeare öldü, yeni şeyler söylemek zorundayız!

Yeni hiçbir şey yoksa, yalnız eskiler varsa
Demek ki beynimize oynanan bir oyun var,
Yaşamış bir çocuğu doğurmaya kalkarsa
Yaratma çabasıyla sancılanarak tekrar!*

Bu dizelerle başlar Shakespeare'in 59. sonesi: Güneşin altında yeni bir şey yoksa aklımıza oynanan bir oyun var demektir. Edebiyata ve tiyatroya katkılarıyla aklımıza oynanan bu oyunu bozmaya en çok uğraşan insanlardan biridir Shakespeare.Bundandır isminin bu kadar çok zikredilmesi, bundandır tekrar tekrar ona dönülmesi, bundandır onun oyunlarının er meydanı olması, bundandır herkesten çok ona nazire yapılması…

Belçikalı yazar Paul Pourveur da onlardan biri, ama bir farkla. Pourveur, güneşin altında yeni bir şey olsun isteyenlerden; bunun için öldürüyor Shakespeare'i, aşalım istiyor bunları. Shakespeare'i silme, unutturma, yok etme çabası değil bu; vitrine koyma veya tozlu raflara kaldırma çabası da değil. Aksine, hakkını verebilmek için Shakespeare'in, onu aşma, ondan öteye geçme çabası.

Yazarın, öldürmek için neden Shakespeare'i seçtiğini anlamak zor değil. Tiyatroya dair kurulmuş ne varsa üzerinde bunca yıldır dimdik duran bir figürü alaşağı etmeden, bütün o yapıyı yıkmadan yeni bir şeyler söylemenin imkânsızlığına kani olmuş bir yazar o. Shakespeare'in, onu markalaşmaya mahkum edersek ve böylece bulunduğu yere sabitlersek öleceğini bildiğinden, metinde öldürüyor Shakespeare'i, defalarca. Ve böylece yaşamaya devam ediyor Shakespeare, hak ettiği biçimde…

Yazarı müdafaa için: Shakespeare olsa onu bağışlardı.

Oyunun kahramanları Shakespeare ve eşi Anne ya da sıradan bir William ve sıradan bir Anna, fark etmez. Yeni bir biçimle, yeni bir şey söylemeye çabalayan bir metin bu. Daha kısa yollar varken uzun olanı gösteren bir dili var; ya da belki amaç yolu (hedefi) kaybettirmektir. Pourveur'ün dili amacını ifşa etmiyor. Biçim de öylesine kendine özgü ki, kitabı okuyup bitirdikten sonra bile tamamlanmıyor bir şeyler. Sayısız soru işareti ile kalıp düşünüyorsunuz bir süre. Ve yeniden başlıyorsunuz sayfaları karıştırmaya.

Ne oyuncuya ne de yönetmene direktifler vermiş yazar, ne de replikler yazmış. Çevirmen Şaban Ol'un deyimiyle, 'dramatik an'lardan mürekkep bir oyun bu. Anlatının nerede ve nasıl başlayıp biteceği, oyunun nasıl sahneleneceği, sahnede kaç oyuncunun yer alacağı ve diğer unsurların kendilerine nasıl bir yer bulacağı tamamen yanıtsız sorular olarak kalıyor metnin sonunda. Dolayısıyla oyunu izlemeden önce metnini okumayı önemseyen bencileyin seyirci için, okuma eylemi bittiğinde merak bitmiyor. Sahnede olacakları tahmin etmek hiçbir zaman mümkün değil; tiyatro sonsuz olasılığa gebe. Ama bu oyunda sonsuz olasılıktan fazlası var; alışıldık tiyatro yapma biçiminin reddiyesiyle birlikte gelen, yeni bir şeyler söyleme, yeni bir sahne yaratma, yeni bir oyun zorunluluğu…

Söylemiş olmak için: Hayaller her zaman gerçekleşsin diye kurulmaz.



İzmir'in az sayıdaki profesyonel tiyatro topluluklarından Tiyatro 4'ün, İzmir'in yeni ortak çalışma ve etkinlik alanı olan Originn'de oynanan ilk oyununu izleme fırsatı buldum. Çağdaş yorumların, yeni bir söz söylemenin peşinde olan Tiyatro 4'ün ruhuna fevkalade münasip olan 'Shakespeare Öldü. Aş Bunları.' Kağan Uluca rejisiyle sahneleniyor.

Oyun sürekli aynı anda duruyor gibi. Ya da aynı anın etrafında dönüp duruyor gibi. Hep aynı noktayı işaret edip duruyor gibi. Duruyor gibi, ama hareket de ediyor. İleriye ya da geriye bir hareket değil bu, bir dönüş de değil aslında. Başka açılar, başka pozisyonlar arayan bir hareket. Bu haliyle, aynı tarihin, aynı temanın, aynı sözlerin tekrar edip durmasıyla Ravel'in Boléro'suna benziyor oyun. Hareketsizliğin de bir hareket olduğu, karanlığın da aydınlığa hizmet ettiği bir reji ile, yeri ve zamanı iyi kullanan oyunculuklarla desteklendiğinde akışa dönüşen ve parçaları birleştirmemize izin veren bir hal alıyor. Kağan Uluca'nın şefliğinde, alışılmışın dışında bir orkestrasyonla yeni bir Boléro yorumu dinliyor gibi oluyorsunuz oyunu izlerken…

Originn'in sağladığı Stüdyo Sahne formatındaki mekân da bu oyuna, Kağan Uluca ve Derya Efe Uluca'nın sahnedeki yalnızlıklarının üzerini örten ve bu yalnızlığı başka bir oyuna dönüştüren bir güç veriyor. Kağan Uluca sahnede göz alan, sahnenin büyüsünü tek başına yaratacak bir güçle parlayan bir oyuncu; onun yanında Derya Efe Uluca'yı nispeten zayıf buldum, daha sakin, daha akışkan bir oyunculuk görmeyi tercih ederdim kendi adıma. Yine de bunu bir kusur olarak işaret etmekten imtina ederim, oyun her şeyiyle o kadar bambaşka ki, beni rahatsız eden şey, altı kalınca çizilmiş bir oynama biçimi de olabilir.

Seyirciyi müdafaa için: Umduğunu bulamamak her zaman hayal kırıklığı anlamına gelmez.

İzmir seyircisinin aşina olmadığı türden bir oyun ve sahneleme biçimiyle karşı karşıyayız, yine de yeni olana hevesli ve birlikte öğrenmeye, ilerlemeye açık bir seyirci grubunu kendine çekmeyi başarıyor Tiyatro 4. Shakespeare Öldü'nün de sabitlenmeye direnen, yaşayan ve sürekli değişip gelişecek bir doğası var. Naçizane fikrim, onu anlamak ve sindirmek için birden fazla kez, gelişimine tanık olmak ve katkıda bulunmak için ise belli aralıklarla yeniden izlememiz gerektiğidir.

Müstakbel seyirciye not: Oyun bu sezon İzmir'de birkaç sahne arasında (Atölye AçıKapı, Originn ve Açık Sahne) dolaşacak ve bildiğim kadarıyla Şubat ayında bir İstanbul turnesi de olacak.

*İngilizce orijinali: "If there be nothing new, but that which is/ Hath been before, how are our brains beguil'd,/ Which, labouring for invention, bear amiss/ The second burden of a former child!" Yazıda, Talat Sait Halman çevirisi kullanılmıştır.

(Bu yazı ilk olarak 21 Aralık 2016'da Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: