9 Aralık 2016 Cuma

'Üç Kız Kardeş' sınırları aşabilecek mi?

Hayal Perdesi Beyoğlu'nun Mayıs 2016'dan bu yana sahnelediği Üç Kız Kardeş, 4 Aralık'ta 5. Uluslararası İzmir Tiyatro Festivali kapsamında Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi'nde sahnedeydi. Anton Çehov'un en önemli oyunlarından biri olan oyun, Ataol Behramoğlu'nun çevirisi ve yönetmen Aleksandar Popovski'nin uyarlaması ile sahneye konmuş.

İmparatorluk Kuranlar yahut Şümürz sonrası takibe aldığım Hayal Perdesi, yine ismine yakışanı yaptı, hayalden bir perde koydu sahneye, önü, ardı sağı, solu hayal olan ve hayalleri sunmakla kalmayıp yeni hayalleri de teşvik eden… Ve tümüyle bambaşka bir hayale bürüyen en sağlam tiyatro metinlerini…

Popovski, Üç Kız Kardeş'i aynıyla, alıştığımız biçimde sahnelemek yerine bu üç karakteri başka türlü bir sıkışmışlığın içine sokmayı tercih etmiş. Kalabalık bir kadro yerine üç kadın oyuncu (Özge Özder, Selin İşcan ve Tuba Karabey) var sahnede, yine alışık olmadığımız bir sahne tasarımı ve kurgu ile.

Tiyatroda yeni şeyler isteyen, dramatik olanın sınırlarını zorlayan, teatral olmayanın peşine düşen Çehov'un yazarak yapmaya çalıştığı şey oldukça güç. Bunu sahneye koymak da bir o kadar zor. Sınırlarla derdi olan bir yazarın sınırları aşma arzusundaki karakterlerini siyasi sınırlara getirip bırakmış Popovski ve yeni sorular, yeni oyunlar büyütmüş buradan.

Sınırları aşma, dışarı çıkma, başka yerlere gitme, başka türlü bir yaşam sürme hayali kuran kız kardeşler, 'hayal perdesi'nde başka türlü bir sıkışmışlık, hareketsizlik içinde; cıvıl cıvıl fakat durağan, umutlu fakat çaresiz… Aslında hiçbir yere gitmeyen bir hikâyeyi aceleci bir zaman- mekân kurgusuna hapsetmek, umudu ve çaresizliği birbirine geçirmek ve ikisi arasında salınmayı becerebilmek gerçekten büyük iş.

Sahnedekiler, Almanya sınırını geçmeye çalışan tiyatrocular mı yoksa Moskova'ya taşınıp hayallerini gerçekleştirmek isteyen Olga, Mâşa ve İrina mı? Bu sorunun yanıtı sıkça birbirine karışıyor ve bu esnada rol ve gerçek, role girmek ve rolden çıkmak arasındaki ayrımlar da belirsizleşiyor. Sahnenin anlamı ve kapladığı alan büyüyüp küçülüyor, daralıp genişliyor ve bizler de eşine az rastlanır bir deneyim yaşıyoruz seyirci koltuğunda.

Popovski'nin zihninde dolanmayı, sahneye koyduklarının hayal edilişine tanık olmayı öyle isterdim ki… Düşünsenize, uygulamaya koyulmuş, gerçekleştirilmiş olanı böylesine çarpıcı ise hayal edildiği hali kim bilir nasıl büyülüdür!

Yalnızca 70 dakika süren oyun, metni bilmeyenler ya da oyunun alışık olduğumuz şekilde sahnelenişine tanık olmayanlar için karmaşık, anlaşılması zor ve sıkıcı bir hale gelmiş olabilir. Nitekim oyun çıkışında seyirciler arasında bu tür konuşmalar yapıldığını duydum. Fakat oyundan oyuna koşan ve metin, mizansen, reji arasındaki ilişkilerle uğraşıp duran benim gibi biri için oldukça keyifli, öğretici ve tatmin edici bir deneyimdi.

Farklı tür ve boyutlardaki sınırlarla, sınırları aşmakla ilgilenen oyun, Türkiye'nin sınırlarını çoktan aştı, katıldığı bütün uluslararası festivallerden olumlu eleştirilerle döndü. Dilerim seyircinin zihnindeki ve alışkanlıklarındaki sınırları aşmayı da başarır, çünkü Hayal Perdesi bunu sonuna kadar hak ediyor…



(Bu yazı ilk olarak 6 Aralık 2016 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: