14 Aralık 2015 Pazartesi

İmparatorluk Kuranlar yahut Şümürz: Aramızdaki Yabancı



İmparatorluk kuranlar, parklara çadır kuranlar, gecekondu yapanlar… Tehlikelerden, tehditlerden kaçanlar ya da daha iyi bir yaşamın umuduna tutunanlar. Ya da hem kaçan hem de umudu olanlar… 

Dünya üzerinde sözümüzün geçtiği, kapladığımız, uzanıp erişebildiğimiz yerler gün geçtikçe küçülürken kuyruğu dik tutma çabasının temsili İmparatorluk Kuranlar yahut Şümürz.


Boris Vian’ın kıvrak zekâsı, sivri dili, alaycılığı, pervasızlığı, umudu ve karamsarlığı bir arada. Kaleminin hassasiyetine hayranlığım her okuyuşta biraz daha artıyor; belli ki bu artışın bir sonu olmayacak. Çevirmen Ayberk Erkay’a da teşekkürlerim bitmez; yalnızca Boris Vian çevirileri bile yeterdi bu koca teşekkürü dile getirmem için, oysa onun çeviri külliyatında Camus, Molière, Koltes, Apollinaire gibi başka büyük isimler de var.

Oyunun metni için söylenecek ilk sözcük –Vian’ın tüm eserlerinde olduğu gibi, burada da- “büyüleyici”. Ama İmparatorluk Kuranlar’daki bir tür kara büyü. Koyu karanlık, karamsar bir ortam; adım adım kararmayı da sürdürmekte. Her aşamada daha kara, daha umutsuz, bu nedenle daha unutkan, daha belirsiz, daha deli, daha delirtici… 

Üst-orta sınıf bir aile, bir gürültüden kaçıyor; her defasında daha yukarıya, daha küçük bir eve. Peki, ama gerçekte neden, kimden kaçıyor, hangi sebeple? Bilmiyoruz. Biz ne dersek, ne istersek olabilir. İşlenmiş bir suçtan, bir düşmandan, yoksulluktan, açlıktan… Siyasi iktidardan belki, ya da toplumun dayatmalarından… Ne olduğu, neden olduğu belirsiz, ama gittiği yeri görebiliyoruz biraz: her an kaçmaya odaklanıldığından aslında zaman yok, bu yüzden yaşanamayan hayatlar, bir bir vazgeçilen düşler var sahnede…

Şümürz’ün ne olduğu, kim olduğu belirsiz. Hatta var olup olmadığı da… Ama oyunun en büyük parçası, olmazsa olmazı o: her şeye sebep olan gürültünün kaynağı, ya da gürültünün ta kendisi belki… Hayatımızın tam ortasında duran, bizi belirleyen korkularımız mı, etkisinden köşe bucak kaçtığımız tehlikeler mi yoksa? Sessiz kaldıkça canını yakabildiğimiz, ama ona acı verdikçe bizi ürküten mi? Yerimiz mi daralıyor yoksa o mu büyüyor günden güne? Daha uzağa gitmemizi söyleyen bir uyarı mı, yoksa hiçbir şeyin değişmeyeceğinin sembolü mü? Hayatlarımız zaten zamanla eriyip tükenecek mi yoksa onu yok etmeye çalışırken mi tükeniyoruz?
Vian bunları yanıtlamaz, o, karakterlerin yerini belirler ve noktayı koyar. Okur adına karar vermeye yanaşmaz. Herkesin başka bir karar verecek olmasını umursamaz, anlatmak istediğini anlatmış ve büyüyü yaratmıştır, sonrasıyla ilgilenmez. Bu yüzden onun oyunlarını sahneye koymak, onu yeniden oyunlaştırmaktır bir anlamda.

Hayal Perdesi’nin İmparatorluk Kuranlar yahut Şümürz yorumunu 9 Aralık’ta, İzmir’de izledim. Makedonyalı Aleksandar Popovski’nin yönettiği oyunda Reha Özcan, Selin İşcan, Ayşe Lebriz, Selin Tekman, Tuba Karabey ve Nihat Alptekin yer alıyor. Sven Jonke tarafından yapılan sahne tasarımı gerçekten çok iyi, birkaç metre koli bandı ile yaratılan dünya, tuğlalardan, tahtalardan daha gerçek, daha çarpıcı olmuş.

Oyun boyunca benim bütün dikkatim Reha Özcan’ın üzerindeydi, çünkü oyunun bütün yükü –bence- baba karakterinin omuzlarındaydı, hem gerçek, hem de mecaz anlamıyla. Ve sürpriz değil, Reha Özcan kusursuzdu. Ailesi adına tüm kararları veren güçlü babayı da, kendisiyle çelişen nutuklarını atan içi boş burjuvayı da hakkıyla canlandırdı. 

Anneyi oynayan Ayşe Lebriz’i ben fazla teatral ve hikâyeden fazla uzak buldum. Çizilen karaktere uygun olmayan bir yorum değil bu, dolayısıyla bu bir eleştiri değil, tanımdır sadece. Kendimce hissettiğim eksiklik, oyuncunun sınırlarını görememekti, bu da oyunla ilgili bir eleştiri değil yine. 

Zenobya karakterini canlandıran Tuba Karabey, zeki ve isyankâr genç kızı başarıyla oynadı. Selin Tekman da hizmetçi Cruche rolünde hatasızdı. Komşu Nihat Alptekin’i çok kısa gördük, öyle kısa ki görmesek de olabilirdi. Zaten karikatürize bir rol olduğu için hakkında konuşmak zor.

Şümürz, sahneden hiç eksilmeyen ve her perdede biraz daha büyüyen bir “şey”di. Selin İşcan, bu yokken var, varken yok “karakter”e gerçekten can verdi. Hiç konuşmayan, sürekli itilip kakılan ama yok edilemeyen, her türlü tedbire rağmen yine de paçalara dolanan Şümürz, sahnede büyüdü, büyüdü, büyüdü… Oyunun kendisinden daha büyüleyici olan, Şümürz hakkında düşünebildiklerimizdi zaten. Selin İşcan gibi güzel bir kadının, bilinmezlerle dolu, “bakılmayacak kadar çirkin” Şümürz’e bürünmesi ise hem büyüleyici hem de ürkütücü. Onun inlemeleri ve mimikleri ile oyuna kattıkları ise yepyeni bir Sümürz tartışması başlatabilecek yeni sorular koyuyor önümüze: Ya Şümürz de bizim ondan korktuğumuz kadar korkuyorsa bizden? Ya o da kaçmaya çalışıyorsa? Ya tehlike bizsek? Ya gürültüyü biz yapıyorsak? Ya Şümürz, kaçmayı başaramadığımız gölgemiz, bakmaya korktuğumuz aynaysa? Ya bütün bu trajedinin sebebi onunla yüz yüze gelmeyi beceremeyişimizse? Ya bütün aradığımız iki lafın belini kırmaksa? Konuşmayı becerebildiğimizde çözülecekse sorunlar?

 (Bu yazı ilk olarak 10 Aralık 2015 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: