31 Mayıs 2016 Salı

Bana bir hayat borçlusunuz!

Kördüğüm 20. Bölüm Yorumu

Keşke bu dizide olaylar İstanbul'da değil de küçük bir kasabada geçiyor olsaydı da gereksiz karşılaşma sahnelerinde anlam aramak zorunda kalmasaydık. Çünkü izlediklerimize bakılırsa koca İstanbul'da sadece 2 tane hastane, 3 tane de restoran var ve Umut'la Naz mütemadiyen karşılaşıyorlar, ne gerek varsa… Naz Umut ve Neslihan'ı görse ne olur, görmese ne olur? Bunu Ali Nejat da görse ne olur, görmese ne olur? Sırf Eylül gelmeden önce ona dair bilgi edinelim diye zorlama bir karşılaşma ve diyaloglar yazılmış… Neyse ki Umut bile medeni olmayı becerebiliyor da yok yere yaygara çıkmıyor.

Neslihan'ın çalışmaya, annesinin rahatsızlığından dolayı paraya ihtiyacı var ama Enver Bey'in kapısını tırmalamaktan başka bir şey de yapmıyor. Onu hastanede, ödemeyle ilgili konuşurken gördüğümde benim aklıma ilk gelen, hastaneden çıkar çıkmaz arabasını bir galeriye bırakması fikriydi. Ya da en azından bir bankaya gidip kredi isteyebilirdi. Sonuçta para konusunda Hasan Amca'dan daha fazla imkâna ve kolaylığa sahip.

Neslihan'ın en akıllıca davrandığı bölüm oldu bu. Oğuz'dan hayır gelmeyeceğini nihayet anlayıp Enver Bey'i aradı ve bir görüşme kopardı. Enver Bey'e karşı da elindeki en güçlü kozu oynadı, Murat'ın Feyza'ya daha yakın olmak için kendisini kullanmak istediğini söyleyiverdi. Şimdilik renk vermedi ama Enver de bunu karşılıksız bırakmayacaktır, hem Murat hem de Neslihan cephesinde.

Enver'in köşke gelişi yine tansiyonları yükseltti yükseltmesine ama Tarık Bey'e dişlerini göstermeye niçin ihtiyaç duyduğunu ben anlayamadım. Tarık Bey'in paniğe kapılıp hata yapması için ona köşeye sıkıştığını hissettirmekse amaç, bugün sözle ifade ettiklerini yaptığı hamlelerle belli etmeliydi daha önceden. Böyle köşke gelip gelip büyük büyük konuşmakla olmuyor. Neticede Tarık Bey'in de tek yaptığı Oğuz'u çağırıp "dikkatli ol" demek oldu sadece. Neye dikkat edilecekse…

Enver'in geldiğinden beri Tarık Bey'i alt etmekle ilgili bir hamle yapmamış olması, bu nedenle köşke gelişi bana uzun vadede anlamsız gelse de, tam da Murat oradayken köşke gelmesi, hem Tarık Bey'e hem de Murat'a aba altından sopa göstermesi muhteşemdi.

Tokyo dün bir tweet atmıştı, "Feyza kendiyle ilgili durumlar haricinde bir mantık abidesi" diyen. Harfiyen katılıyorum. Kaan hakkında ya da Ali Nejat'ın şirkete dönmesi konusunda konuşurken gayet aklı başında cümleler kuran Feyza, mevzu kendisi, Murat'la ya da Enver'le ilişkisi olunca ya aşkla ya da öfkeyle hareket ediyor. Kendisi çok akıllı mantıklı davrandığını zannetse de duygularına yeniliyor. Ve Enver'e karşı duygusal tepkiler vermesinin Enver (ve tabii Enver'in tarafında olan bizler) açısından umut verici bir yanı da var. Zaten babasıyla konuşmasına tanık olduktan sonra Enver'e, "Benim için döndüğüne neredeyse inanacaktım" diyerek de bu zaafla hareket ettiğini açığa vurdu. Enver için umut var…

Eylül'ün adının geçmesiyle hem Ali Nejat'la geçmişi hem de Barış'ın öldüğü kaza ile ilgisi açığa çıktı. Böylece, Enver'in Tarık Bey'e söylediği ve benim de yazının başlığına taşıdığım cümlenin, dizideki pek çok karakter için geçerli olduğunu öğrendik bizler de. Bu hikâyedeki kördüğümlerden biri de, pek çok insanın birbirine bir hayat borçlu olması…

Biz Berlin'de komşularımızla İngilizce selamlaşıyor, gündüz vakti ışıltılı payetli etekle geziyor ve 'depresyon hırkası' yerine de 'depresyon gömleği' tercih ediyoruz. 

Fakat Eylül'ün gelişiyle Enver, Barış'ın ölümünün bir kaza olmadığı iddiasını da attı ortaya. Ve bunu yalnızca kardeşinin yüreğini ferahlatmak için söylemediğinden eminiz. Bu kördüğümü çözeceğini düşündüğü bir adamın peşinde Enver, eğer aradığı kişi Murat'ın İstanbul'a gelir gelmez öldürdüğü kişiyse  bu arayış kısa vadede bir sonuca varamayacak demektir, ama bu arada, Enver'in kurduğu cümleler beni epeyce etkiledi: "İnsan her acıyla baş etmenin bir yolunu buluyor da, evlat acısıyla baş etmenin hiçbir yolu yok. 'Çektiği acılar insanı olgunlaştırır' derler ya, bu acı olgunlaştırmıyor... Başka birine dönüşüyorsun, yoksa insan aklını kaybedebilir…"

Bu cümleler bana, Karadayı'nın Kibar Nazif'ini hatırlattı. Çetin Tekindor'un can verdiği Kibar Nazif şöyle bir şeyler demişti: "Anne babasını kaybedenler için öksüz, yetim diye isim vermişler ama evladını kaybedene sıfat bulamamışlar, çünkü bu acıyı ifade edebilecek bir sözcük yok."

Naz'ın hastanedeki odasını güllerle donatması, Ali Nejat'ın gözümden düşüşünün son aşaması oldu. Bu kadar klişe, yavan ve ruhsuz bir hareketi gerçekten beklemiyordum, çünkü "ben sana âşık oldum" derken gözlerinin nasıl parıldadığını görmüştüm. Öyle bir aşkın bu tür bir gövde gösterisine hiç ihtiyacı yoktu.

Emre'nin bu hikâyeden çıkmasının zamanı geldi de geçiyor. Geçen hafta "illâ dayak yemesi mi lâzım" diye sormuştum, bu bölümde dayağın kıyısından dönüldü. Genco hem Umut'a göre daha akıllı bir adam, hem de duygularını Gökçe'den saklamak için yoğun çaba gösterdiğinden sakince kapattı konuyu. Ama o sırada tamirhanede Umut da olsaydı Emre oradan tek parça halinde çıkamayacaktı. Bu konuyu daha fazla uzatmamaları herkesin hayrına olacak.

Hasan Amca'nın ek iş meselesi de ısrarla ana hikâyenin dışında tutuluyor. Bulaşıkçılıktan atılan Hasan Amca şimdi de seyyar pilav işine giriyor, herkeslerden habersiz. Ve bu arada 5 bölümdür de Kaan'la görüşmüyorlar.

Murat'ın babasının ölümünden Tarık Bey'le birlikte Enver'i de sorumlu tutuyor olabileceği tahminini yapmıştım geçen hafta, bu tahminim de doğru çıktı. Fakat Murat'ın bunu öğrenme biçimine bizler pek ikna olamadık. Babasının ölümünün üzerinden neredeyse 20 sene geçmişken eline bir adam geçiriyor, onu işkence ile konuşturuyor Murat. O adam da 'oğlu bir gün gelir de beni zorla konuşturursa' diye Murat'ın babasının 'ölmeden 6 ay önce yazmaya başladığı' günlüğünü oracıkta saklamıyormuş zaten, hemen çıkarıp veriyor. Babası defteri 6 ay boyunca yazmış ama 'ileride oğlum araştırırsa kolayca bulabilsin' diye düşünmüş olacak, ölümüne sebebiyet verenleri iki paragrafta anlatıvermiş. Böylece Murat emin olmuş babasının ölümünden Tarık Bey ve Enver'in eşit derecede sorumlu olduğundan. Murat ikna olmuş ama açıkçası ben yemedim. Daha fazlasını görmeye ihtiyacımız var.

(Bu yazı ilk olarak 19 Mayıs 2016 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: