3 Mayıs 2017 Çarşamba

Bir Yalnız Kalamama Hikâyesi

"Bir Hayvanat Bahçesi Hikayesi" oyunu üzerine...

Bir Hayvanat Bahçesi Hikâyesi: Bir Yalnız Kalamama Hikâyesi


Bazen yalnız kalmak isteriz, insanlarla çevrelenmişken bile. Dışarı çıkarız, ama dışarıdaki sesleri duymamak için kulaklıklarımıza sığınırız. Evimizde en rahat koltuğa gömülmek yerine bir Pazar öğleden sonrası, bir parkta oturup okumak isteriz kitabımızı, gazetemizi. Dışarı çıkma sebebimiz sosyalleşmek değildir; yalnızca dışarıda olmak, dışarıdayken de kendimiz olmaya devam etmek isteriz…

Yalnızlığı sevsek de insanlarla çevriliyiz, selamlaşırız, gerekirse konuşuruz, yardımlaşırız. Ama gerekmiyorsa da hiç konuşmayız. Kimseyle muhatap olmamak için mahalledeki bakkaldan değil de süpermarketten alışveriş yaparız mesela, ne kadar az diyalog, o kadar rahat bir kafa!

Ama bir de, siz kendi kendinize kalmışken, hiç gereği yokken, kendinize ayırdığınız zamanı çalmaya niyetlenenler olur. Gelip bir şeyler sorar, sessizce oturup kitabınızı okuduğunuz bankta yanınıza oturur, sizi kendileriyle konuşmaya zorlar bazı insanlar. Nezaket gösterip karşılık verirsiniz, onun sizi rahatsız etmesinde bir nezaketsizlik yokmuş gibi… Anlattıklarını dinlersiniz hiç ilgilenmeseniz de, çünkü nezaketten ötesi de vardır: Merhamet. Sizin tercihiniz olan yalnızlığın bazılarının zorunluluğu olduğunu bilirsiniz. Bilmediğiniz, iyi niyetinizin sizi bir felakete de sürükleyebileceğidir…

Geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz Amerikalı oyun yazarı Edward Albee, ilk oyunu Bir Hayvanat Bahçesi Hikâyesi'nde bunları konu ediyor. Oyun, Çolpan İlhan & Sadri Alışık Tiyatrosu - SAKM prodüksiyonuyla, Gökhan Erarslan rejisi ve Burak Sergen'in performansıyla Mart ayından bu yana sahnelenmekte… 1. Karşıyaka Tiyatro Festivali kapsamında İzmir'e gelen oyun, Bostanlı Suat Taşer Açıkhava Tiyatrosu'nda seyirciyle buluştu.

'Oynaması' şart değil, "Burak Sergen sahnenin bir köşesinde oturuyormuş" deseler, onun nasıl 'oturduğunu' görmek için bile bilet alıp karışabilirim seyirciler arasına; kendisine yönelik ilgim ve hayranlığım bu raddede. İleride göreceğiniz memnuniyetsizlik ifadelerini, bunu aklınızda tutarak okuyunuz lütfen.

Onun bir oyuna hazırlandığını duyduğum anda ben de başlıyorum hazırlıklara… Oyunun metnini bulup okumak, eğer varsa yazarın oyun hakkındaki notlarına göz atmak, oyunla ilgili olarak yapılmış röportajları okumak gibi hazırlıklar bunlar.

Bu araştırmalarım sırasında, bu metni oynamanın Burak Sergen'in uzun zamandır istediği bir şey olduğunu ve Kerem Alışık'ın ikinci sezonda Kara Sevda kadrosuna katılması ve çekim aralarında Sergen ve Alışık'ın kurduğu diyalogun bizi bugünlere getirdiğini öğreniyorum! Kara Sevda, yalnızca hikâyesi, polisiye dozu, temposu ve ters köşeleriyle değil, kadrosunda bulunan tecrübeli tiyatrocuların oyunculuk çıtasını arşa çekmesi sebebiyle de çok değerli zaten benim için (düşünün bir, Rüzgar Aksoy, Zeyno Eracar, Zerrin Tekindor, Kerem Alışık ve Burak Sergen var dizinin kadrosunda, hepsi aktif olarak tiyatro yapmakta ve seyircinin hafızasına kazınan performanslar sergilemekte); ama Burak Sergen'ın SAKM çatısı altında bir iş yapmasına vesile olduğu için de kalbimdeki yerini derinleştirdi.

Yazar Albee, 1959'da yazdığı bu oyunu 2007 yılında güncellemiş ve Sergen de oyunu bu güncellenmiş haliyle sahneye koymak istemiş. Oyunun orijinal metnini okuyup güncellenmiş versiyonu izledikten sonra benim yorumum, yapılan güncellemelerin oyunun anlatmak istediği şeyi değiştirmediği fakat anlatım gücünü azalttığı yönünde.

Oyun, bir Pazar günü öğleden sonra Central Park'ta oturmuş kitabını okuyup piposunu tüttüren Peter'ın yanına yanaşıp ona hayvanat bahçesine gidişini anlatmak isteyen Jerry'nin sürprizlerle dolu diyalogundan ibaret. Yani en azından oyunun ilk yazıldığı hali bu. Bunu okuyunca, son 3-4 yıldır tek kişilik oyunlarla sahnede olan Burak Sergen'in neden bu oyunu sahnelemek istediğini anlamak zor olmadı. Sahnede bir Peter olmasa da Jerry parkta dolaşıp hikâyesini anlatabilir ve hiç garipsenmeyebilirdi. Peter'in varlığının oyuna bir katkısı olmadığını söylemiyorum; aksine, arka plandaki temayı işlemenin tek yolu Jerry'i biriyle diyaloga sokmaktır ve yazar, amacına ulaşmıştır. Fakat Peter'ın varlığı, bu oyunu Jerry'nin tek kişilik gösterisi olmaktan çıkarmıyor, söylemek istediğim bu.

Peter rolündeki Onur Kırat, Jerry'nin coşkulu paslarını göğsünde yumuşatmayı başarıyor; aslında gerildiği bir ortamda sakin kalmaya çalışan Peter'ın tedirginlikle özgüven arasındaki salınımını başarılı bir biçimde yansıtıyor. Oyunda eksik olduğunu düşündüğüm, anlatım gücünü azaltan şey bu değil. Burak Sergen'in zayıf kaldığını, onun yeteri kadar iyi bir Jerry olamadığını da söyleyemem. Ama sahne üzerindeki performansın bütününde bir eksiklik vardı ve ben bunu, sahneye bu iki kişi haricinde birilerinin daha konmasına ve bu birilerinin, arka planda kalmayıp oyunun en can alıcı noktalarına dâhil olmalarına bağlıyorum.

Peter ve Jerry'nin parktaki 'sohbet'inin arka planına, parkta koşanlar, yandaki banka oturup sigara içenler, kaykayla parktan geçen gençler, parkta yaşayan bir evsiz gibi tipler eklenmiş. Bu eklemeler parkı daha canlı ve gerçek kılmış; Jerry'nin zaman zaman onlarla sözsüz diyaloga girmesiyle de bu gerçekçiliğin ve Peter'in rahatsız edici tavrının altı çizilmiş. Buraya kadar hiçbir şikayetim yok, hatta oyunun ilk halinde olmayan bu eklemeleri sevdim bile diyebilirim. Ama bu oyuncular, Jerry ve Peter'ın diyaloguna dâhil oldukları anda benim memnuniyetsizliğim başladı.

Oyunun akışında birkaç zirve noktası var, bunlardan biri, Jerry'nin komşusunun köpeği ile arasında geçenleri Peter'a anlattığı bölüm. Oyunu okurken, aklımdan 'kim bilir bu sahnede Burak Sergen nasıl da devleşecek' diye geçirmiş ve Sergen'in hem Jerry'i, hem komşusunu, hem köpeği, hem de hamburgerciyi canlandıracağını hayal ederek heyecanlanmıştım. Ne var ki, Sergen'i Jerry ile sınırlandırmayı ve bu karakterler için başka oyuncuları kullanmayı seçmişler. Ne büyük hayal kırıklığı! Daha kötüsü ise, bu yan karakterlerin tamamının birden, Jerry'nin mücadele ettiği köpeğe dönüşmesi, Jerry'nin kendi hikayesinde başrolü köpeğin alması.

Umarım anlatabilmişimdir derdimi, hayal kırıklığımın büyüklüğünün sebebi sahnede izlediğim şeyi beğenmemem değil; aksine oyun bittiğinde oldukça da mutlu ayrıldım salondan. Şüphesiz ki iyi sahnelenmiş, derdini anlatmayı başarmış iyi bir oyun bu. Hayal kırıklığına uğramamın sebebi beklentimi fazla yüksek tutmuş olmamdır belki de. Gayet iyi oynadığı, koştuğu, arkadaşlarıyla paslaştığı bir maçta 3 gol atmadığı için Messi'yi suçlayamayız, değil mi? Ya da 300 yapabilen bir araçta 90'la gittiğimiz için mutsuz olmayız… Benim beklentim işte o noktadaydı, çünkü Adolf'te, 300'le giden bir Burak Sergen izlemiş ve sersemlemiştim oyun sonunda. Çingene Boksör'den tek perdede 5 gol yemiş ve çivilenmiştim oturduğum yere… Jerry de beni biraz tokatlasın, silkelesin, oturduğum yerden zıplatsın istemiştim. Mızmızlanmamın sebebi, beklediğimden daha sakin, daha akışkan bir oyun izlemiş olmam…

Şımarık bir seyirci olduğum ve bu kadarıyla yetinemediğim için başta Burak Sergen olmak üzere tüm emeği geçenler bağışlasın beni. Ve İzmir'e tekrar gelsinler ki ilk beklentilerimi zihnimden silip bir kez daha izleyebileyim oyunu, bu kez anın tadını çıkararak…



Künye:
Yazan: Edward Albee
Çeviren: Edanur Hancı
Yöneten: Gökhan Erarslan
Yönetmen Yardımcısı: Şahin Adıgüzel
Sahne ve Kostüm Tasarımı: Dilek Kaplan
Müzik Tasarımı: Hakan Şavklı
Işık Tasarımı: Hakan Hafızoğlu
Hareket Düzeni: Alpaslan Karaduman
Efekt Tasarımı: Ersin Aşar
Afiş Tasarımı: Aysun Kafkaslı
Fotoğraf: İlker Ergin
Reji Asistanları: Cansu Tuncer- Kemal Ağar

Oyuncular:
Burak Sergen, Onur Kırat, Şahin Adıgüzel, Edanur Hancı, Ayşin Ayata, Ferdi Taşkın, Merve Göydağ, Serkan Beşiroğlu

(Bu yazı ilk olarak 25 Nisan 2017 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: