3 Mayıs 2017 Çarşamba

Kadın olmak utanılacak bir şey değildir!

Kara Yazı 3. Bölüm Yorumu



Çok şükür biraz nefes aldık bu hafta. Hem hikâye akmaya başladı, hem de biraz tebessüm, biraz umut karıldı seyrimize. Hayal kırıklıklarım ve anlam veremediklerim de var hâlâ, ama en azından yalnızca oyuncular hatırına takip ettiğim bir dizi olarak kalmayacağının sinyallerini verdi Kara Yazı.

Akış başladı, ama hâlâ yavaş gidiyoruz, çok yavaş… 3 bölümde ancak 5 gün geçirdik, 6. günün başındayız. Arkamıza bakmadan koşalım demiyorum elbette, o türden bir hikâyenin içinde olmadığımızın farkındayım. Ama arada anlam veremediğimiz o kadar çok şey gördük ki, bunlar yerine neden bizi hikâyeye daha çok bağlayacak, karakterleri daha iyi tanımamızı sağlayacak sahneler görmedik diye sormadan edemiyorum…

Halil hapishaneye gizlice girdi ama kızıyla görüştüğünü duymayan kalmadı, bu nasıl gizliliktir ben anlayamadım. Üstelik Süleyman da o kadar çok ortadaydı ki, bu izinsiz girişten kimin sorumlu olduğunu da düşünmesi gerekmeyecekti hiç kimsenin, eğer Halil çekseydi o tetiği. Tetiği çekemedi diye de Halil'in vicdanlı, merhametli, iyi biri olduğunu ya da en azından 'iyileşebileceğini' düşünmedik bu arada. Olmuyor yani.

Derya'nın Kocaeli'de okumuş ve o sırada doğurmuş olması beni ikna etmedi. Geçen hafta da söylemiştim, Halil gibi birinin kızının başka bir şehirde okumasına izin vermiş olması tutarlı değil. İzin vermemesine rağmen Derya çıkıp gitmiş olsaydı, Halil bunun da peşini bırakmazdı bence. Daha fazla şey anlatmaları gerek buna ikna olmam için.

Benzer biçimde, Yaren'in Mehmet'in çocukluk videolarını izlediği sahnede, Oğuz'un bateri çalan Mehmet'in yanına gelip, "Kaç defa söyleyeceğim, adam gibi işlerle uğraş." demesine de takıldım. Oğuz böyle bir adam, evet, ama o bateri Oğuz'un haberi olmadan girmedi ya o eve? Hiç almasaymış o zaman, 7 yaşındaki çocuk bateri satın alıp gizlice eve sokmadı ya!

Bir de herkesin kendi durumuna dışarıdan bakıyor olabilmesini çok yapay buluyorum. Halil gidip Derya'ya travmalarını anlatıyor, Mehmet Yaren'e yaralarından bahsediyor, Yaren babasının neden böyle bir adam olduğunu net bir şekilde anlamış, Erdem küçük yaşta terk edilmiş olmanın kendisinde açtığı yaraların farkında… Herkes her şeyin bu kadar farkındaysa neden kimse aklıyla hareket etmiyor da travmaların yarattığı ruh haliyle hareket ediyor?

Yaren'e yakın olmak ve ona yardımcı olabilmek için Kadir'in de Aphra'da işe girmiş olmasını sevdim. Zaten Kadir ne yapsa seveceğim gibi görünüyor, umarım beni yanıltmaz. İşe girer girmez de Yaren'in açıklarını kapatmaya başladı. Yardımlarına Yaren'in hep ihtiyacı olacak gibi, ama Kadir'in Aphra'daki esas işlevinin Yaren'le Mehmet arasındaki kıvılcımı büyütmek olacağını düşünüyorum. Bazen Mehmet'in kıskanmasına sebep olarak, bazen de Yaren'i Mehmet'ten ve olayların ortasına düşmekten korumaya çalışırken aralarındaki çekimi güçlendirerek… Bu hikâyede Kadir'in Yaren'le bir şansı olmayacak, orası belli. Ama "fazla güzel olmuşsun" derken gözlerini kaçıran bu adamı fazla üzmeyin, lütfen…

Mehmet'i kim, nerelerde büyütmüş, hamurunu nasıl yoğurmuş gerçekten merak ediyorum. Çalışanlarıyla arasındaki her türlü hiyerarşiyi ortadan kaldıran ilişki biçimi, insanları tek tek selamlaması, hepsini tanıması, onlarla ilgilenmesi onu çok özel kılan detaylar. Sevgisiz bir baba ve onun kuklası bir anne ile böyle bir insana dönüşmek zor. Sevgisini hiç kimseden esirgememiş bir dadıları oldu sanıyorum. Zira Elif de bir o kadar sevgi dolu ve sevgiye hasret…

Mehmet Yaren'le bir başka ilgileniyor gibi, ama bunu da alışık olduğumuz kadın-erkek ilişkisi kalıplarında yapmıyor, onu korumaya, kollamaya değil, onu tanımaya çalışıyor; müdahale etmeden, kural koymadan ve hatta Yaren'in kafasındaki kalıpları da yıkmaya çalışarak yapıyor bunu, neyi yıkacağını bile bilmeden. "Güzelliğinle barış, kadın olmak utanılacak bir şey değildir" sözünü en çok bu sebeple sevdim.

Mehmet'i tanıdıkça Yaren ile Mehmet'in hikâyelerini daha çok benzetiyorum birbirine, zira babaların çocuklarına olan tavırları da birbirine çok benziyor. Oğuz'un "ben her şeyi ailem için yaptım" lafıyla Halil'in "ben her şeyi namusum için yaptım" ezberi arasında bir fark yok. Her ikisi de inandığı bir şey uğruna başta çocukları olmak üzere herkesi kırıp döküyor, hayatları karartıyor; başta kendileri olmak üzere hiç kimseye sevgi gösteremiyorlar.

Yaren de Mehmet'i tanıdıkça, onu izledikçe, onu dinledikçe düşündüğünden bambaşka bir adamla karşı karşıya olduğunu fark ediyor. Bu da zamanla, onu gördüklerine değil yaşadıklarına güvenen, deneyimleriyle öğrenen bir kadına dönüştürecek diye umuyorum. Çünkü Yaren şu an babasının çizdiği sınırlar içinde kalarak yaşamaya, onları doğru kabul etmeye odaklı bir hayat sürüyor. Makyajlı yüzünü aynada gördüğündeki ifade bize çok şey anlatıyor. Ve çok şükür ki o ifadeyi hatasız yansıtan bir oyuncuya emanet Yaren karakteri. Karakterin her duygu durumunu bize tereddütsüz gösteren Zeynep Çamcı'yı tebrik ederim.

Mehmet ise Yaren'in içindeki, Yaren'in kendisinin bile tanımadığı güçlü kadını görüyor. Benim anladığım, Mehmet'in Yaren üzerindeki etkisi o güçlü kadını herkesçe görünür kılmak olacak ve kendisi de ondan güç alacak. Yaren, Derya için girdi bu oyuna, Mehmet'in yanında olmaya çalışması da hep bir ipucu yakalayabilmek uğruna. Fakat Yaren'in aklındakileri bilmeyen biri, Yaren'in Mehmet'i kendisine âşık etmeye çalıştığını düşünebilir. Bir sıcak bir soğuk davranıp kafa karıştırmalar, sudan sebeplerle kendini Mehmet'in yanında bulmalar, gizemli cümleler kurmalar hep bu etkiyi bırakıyor Mehmet'in üzerinde. Bize de bu sessiz atışmayı keyifle izlemek düşüyor.

Mehmet Melisa'dan kurtulmak istemese de Yaren'e doğru çekilmekte olduğunun farkına varacaktı bir noktada. Karşısına ilk çıkan kişi Yaren değil bir başkası olsaydı onu da öper miydi bilemiyorum şu an, ama hem hikâyemiz hem de Mehmet-Yaren ilişkisi açısından bu zoraki öpücüğün oldukça işlevsel olduğunu kabul etmek zorundayız. Melisa hakkında ise söylenecek çok şey yok. Bir yerli dizi klişesi olarak esas oğlanın aslında sevmediği zengin, anlayışsız, gurursuz kadın…



Halil ve Oğuz'un ilk olarak nerede ve nasıl karşılaşacağını çok merak ediyordum; zira Emre Kınay ve Haluk Bilginer'i bir arada görecektik. Karşılaşma, benim beklediğimden çok başka bir zamanda ve çok başka bir şekilde gerçekleşti, üstelik henüz yalnızca selamlaştılar ama birbirlerine bakışları, vücut dilleri, tepkileri öyle çok şey anlattı ki. Halil'in sıkıntılı hali, çaresiz oturuşu, Oğuz'un gözlerinden taşan kibir… Onlarca satıra bedel birkaç saniye.

İletişim Fakültesinde sinema üzerine derslerimizden birinde hocamız şöyle demişti: "Senaryo filmi anlatmasın, film kendini anlatsın." Sözcüklerle anlatmak yerine göstermek gerçekten zor iş, ama kadroda böyle oyuncular varken bu zorlukla mücadele etmek çok daha kolay. İşte, şikayet ettiğim, anlam veremediğim onca şey varken Kara Yazı'yı ısrarla izliyor olma sebebim de bu…

Ve bu karşılaşmanın devamını da merakla bekliyorum…

(Bu yazı ilk olarak 11 Nisan 2017 tarihinde Ranini.tv'de yayınanmıştır.)

Hiç yorum yok: