23 Haziran 2017 Cuma

Lysistrata: Savaşma, seviş!

Sivas Devlet Tiyatrosu repertuvarına alınan Antik Yunan Tiyatrosunun en önemli komedyalarından Aristophanes'in Lysistrata'sı, yurtiçi turne programı kapsamında Mayıs ayının ikinci haftasında İzmir Devlet Tiyatrosu Konak Sahnesi'ndeydi.

Lysistrata, savaşın anlamsızlığını, gereksizliğini ve yok ediciliğini oldukça sade ve coşkulu bir anlatımla gözler önüne seren bir metin. Yurttaş sayılmayan, bu nedenle kamusal alanda hak ve irade iddiasında bulunamayan -yani özgür olmayan- kadınların, kendilerine çizilen sınırları ve biçilen rolleri barış için kullanmaya karar vermeleri ile başlıyor hikâye.

Atina ile Sparta arasındaki savaşın artık sona ermesi gerektiğine inanan kadınlar bir araya geliyor, savaş devam ettiği sürece eşleriyle aynı yatağa girmemek üzere sözleşiyor ve kendilerini tapınağa hapsediyorlar. Sınırların ve rollerin dışına çıktıkları için değil, sadece ve sadece o sınırlar içinde kendilerine atfedilen rolleri ifa etmedikleri için görünür ve duyulur oluyorlar, böylece kitlesel bir eylem başlatabiliyorlar. Eylemlerinde direndikleri ölçüde de başarılı oluyorlar.

Kadınların bu pasif direnişi, feminist literatürde "kadının görünmeyen emeği"* denilen durumu bütün netliğiyle ortaya koyuyor: ev içi işlerle "görevlendirilen" kadınlar, o işleri yaptıkları sürece yaptıkları işler göze görünmez. Ev temiz, yemek hazır, çocuklarla ilgilenilmiş. Ama sorarsanız, "kadın çalışmıyor". Ne zaman ki bu "iş"ler yapılmaz, ev dağınıktır, yiyecek yemek yoktur, çocuklar bakımsızdır, o zaman anlaşılır kadının "değer"i. Lysistrata önderliğindeki kadınların evden çıkmaları ve savaş sonlanmadıkça geri dönmemekte kararlı olmaları, bu nedenle büyük bir krize yol açıyor erkekler açısından.

Lysistrata'nın bu yorumunda bu tema korunuyor, oyunun mesajı net bir biçimde iletiliyor. Fakat bazı teorik problemler göze çarpmıyor değil. Öncelikle zamansal bir sıkıntı var: Antik Yunan dünyasında olmadığımıza dair hiçbir kuşku yok akıllarda, fakat replikler fazla modern. Sahnedeki kadınlar ısrarla erkeklerle eşit olmak istediklerini söylüyorlar; oysa Aristophanes'in böyle bir derdi yoktu. İma ettiği düşünülebilir ama bunu hiçbir zaman sözcüklere dökmemişti. Eşitsizlik o çağın sorunu değildi; Lysistrata'nın örgütlediği kadınların tek derdi savaştan kurtulmak ve barışı sağlamaktı. Bunun da bir özgürlük arzusu olduğu iddia edilebilir ancak, o da yine ima düzeyinde.

Bir diğer sıkıntı, koronun rolüyle ilgili. Antik Yunan tiyatrosunun konuyu tartışan, fikir beyan eden, sorular soran ve pozisyon alan korosunun yerine burada yalnızca anlatıcı işlevi sürdüren bir koro var. Öte yandan, koro için Sibel Erdenk tarafından yazılan şarkılar, kadınların eylemdeki coşkusunu seyirciye doğrudan ileten ve sahneleri birbirine sımsıkı bağlayan geçişler olarak oldukça işlevsel.

Kostüm tasarımında Hollywood'dan fazlasıyla etkilenildiğini düşünüyorum. Fakat bu kostümlerin hem antik çağın abartılı kostümlerine hem de oyunun sahne tasarımına uymadığını söylemek haksızlık olur. Oyuncuların makyajları da antik tiyatronun maske geleneğini hatırlatıyor; her ne kadar tüm oyunculara aynı türden bir makyaj yapılmış olsa da…

Fakat komedya her zaman sınırları değişken, abartıya ve yeni yorumlara açık bir tür olmuştur. Söz konusu bir tragedya olsa büyük hatalar olarak işaret edebileceğim(iz) bu birkaç noktaya burada her zaman göz yumulabilir. Ben de aklıma takılanları not etmiş olma gayesindeyim yalnızca.

Sonuçta, sahnedekinin müthiş bir temsil olduğunu söylemek zorundayım. Zaten Barış Erdenk rejisini sahnede her izleyişimde bambaşka bir yerde buluyorum kendimi. Sanki her oyun olduğundan bambaşka, yepyeni ve ufuk açıcı bir kimlik daha kazanıyor. Sanki sahnedekileri değil de bir rüyayı izliyorum…

Erdenk'in Lysistrata'sının en güzel yanı, sahnede yalnızca 5 kadının olması ve bu beş kadının sürekli değişen farklı rollere saniye bile ıskalamadan geçebilmesi. Bazen kadın bazen erkek, bazen yetişkin bazen çocuk, bazen karakter bazen koro: Sahnedeki beş kadın bunların her birine ustalıkla can veriyor ve bunu, takip etmesi bile oldukça güç bir koreografi ile yapıyorlar. Oyun bittiğinde ben soluk soluğa kalmıştım koltuğumda, oyuncularsa bir an olsun teklememişlerdi oyun boyunca.

Bize bu benzersiz yorumu sunan yönetmen Barış Erdenk ve koreograf Sibel Erdenk'e, oyuncular Filiz Demiralp, Begüm Atak, Filiz Uysal, Göksu Girişken ve Neyra Karaböcü'ye, müzikleri yapan Serdar Kurutçu'ya, bu müzikli oyuna enstrümanlarıyla canlı canlı ses veren Şafak Öztürk, Emre Emlak, İsmail Öztürk ve Burak Seçgin'e, oyunda emeği geçen ve bu oyunun İzmir'e gelişinde payı olan herkese teşekkürler. Yolunuz her daim açık olsun, dilerim yeniden karşılaşırız.

*Tanım ve ilgili tartışmalar için Gülnur Acar-Savran ve Nesrin Tura'nın Kadının Görünmeyen Emeği isimli derlemesine (Yordam Kitap, 2012) bakılabilir.

(Bu yazı ilk olarak 1 Haziran 2017 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: