31 Temmuz 2016 Pazar

'Sana Âşık Olması İmkânsız' demeyeceğim…

N'olur Ayrılalım - İlk Bakış

N'olur Ayrılalım: 'Sana Âşık Olması İmkânsız' demeyeceğim…

2016 yazının beni en çok heyecanlandıran işi olmuştu N'olur Ayrılalım ve ilk bölüm itibariyle en sevdiğim işi de oldu, yolu açık olsun! 15 Temmuz Cuma akşamı Fox TV'de yayın çıkan Sinegraf imzalı, Osman Sınav yapımcılığındaki diziyi Ayşe Ferda Eryılmaz ve Nehir Erdem yazıyor, Yusuf Ömer Sınav yönetiyor.

Tanıtımlarını gördüğümde ilk tepkim, 'benim fikrimi çalmışlar' olmuştu; zira benim çevremde de elini değdiği kişinin kendisinden hemen sonraki sevgilisiyle evlenmesine yol açtığına inandığımız insanlar mevcut. Ben de bunun romantik komedi formatına çok yakışacağını düşünmüş ve bir film hikayesi tasarlamıştım. Tabii bunu hiçbir biçimde yazıya geçirmemiş ve birkaç yakın arkadaş dışında kimseyle de paylaşmamıştım. Yani -tabii ki- benim fikrimi çalmadılar.

İzleyince gördüm ki, N'olur Ayrılalım'da benim aklımdakilerle ilgili olan tek şey, böyle bir karakterin varlığı. Yani benim fikrim hâlâ çöp olmuş değil, ama böyle bir karakter yazdığınız her yerde N'olur Ayrılalım'la karşılaştırılma riskiniz var demektir, ben -şimdilik- almayayım.

***

Bölümü uzun uzun anlatmak istemiyorum ama, izlemeyenlere fikir verebilmesi açısından çıkış noktamızdan söz edeyim biraz…

Kadınlar arasındaki rivayet odur ki, genç belgeselci Ulaş Vardar (Aras Aydın), kadınların kısmetini açan bir 'modern Telli Baba'dır. Onlarca kadınla birlikte olmuş, onları terk etmiş ve terk ettiği tüm bu kadınlar da kısa süre içinde biriyle tanışıp evlenmişlerdir. Bu nedenle de kadınların hiçbiri Ulaş'tan nefret etmemekte, aksine hepsi "iyi ki beni terk etmiş" diyerek ona minnetini sunmaktadır. Bekar kadınlar da onunla birlikte olabilmek için sıralarını beklemekte, kendilerini ona göstermeye ve büyüsünden yararlanmaya çalışmaktadır…

N'olur Ayrılalım, reyting avcısı bir TV yapımcısı olan Turgay Atalay'ın (Gürgen Öz) AB seyirciyi hedefleyen reality show programının adı. Turgay, Ulaş Vardar'ın karşısına bir kadın çıkaracak, o kadın Ulaş'ı tavlayacak, kendini terk ettirecek (böyle yazınca pek de güzel durmadı, farkındayım) ve sonra hayatının aşkını bulacaktır. Bu kadının peşindeki bir gizli kamera aracılığıyla bütün bu hikâye kaydedilecek ve seyirciye sunulacaktır.

Ulaş'ın karşısına Cast Ajanslarından gelen 'no name' adayları çıkaramazdı Turgay, çünkü hepsi 'fazla' güzel ve dikkat çekici tiplerdi, Ulaş onları terk etmezdi. Oysa iki yıldır çalıştığı şirkette kendisini patrona gösterememiş olan, ona kendini iki gün içinde 3 kez yeniden tanıtan Azize (Nilay Duru), tam da Turgay'ın ihtiyacı olan karakterdi. Silik, akılda kalmayan bir tip, halkın sahipleneceği, ailesinden biri gibi görebileceği, evlendiği zaman kendi kızları evlenmiş gibi sevinecekleri biri.

Kankası Saadet'in sorduğu soruyu biz de soralım: Peki, ama bizim sessiz sakin ve hatta 'ezik', platonik aşkına bile kendini iki yıldır gösterememiş olan Azize'miz, Ulaş Vardar gibi bir kadın mıknatısını kendisine âşık edebilir mi?

Matematik der ki, sıfır olasılık diye bir şey yoktur, bir şey az ya da çok olasıdır, demek ki her şey bir ölçüde mümkündür. Azize, Ulaş'ı kendine âşık etmeyi beceremeyebilir ama Ulaş ona yine de âşık olabilir. Çünkü aşk, çoğu zaman ne yaptığınızla değil, ne olduğunuzla ilgilidir. Hem aşk, küçük ama büyülü bir ihtimalden başka nedir ki?

Kadrodaki hiç kimseye özellikle hayran olmadığım için dizinin hikâyesi, onu anlatma biçimi ve parıl parıl parlayan oyunculuklarla beni kendine bağladığını söylemekte sakınca görmüyorum. Kimseye torpil falan geçmiyorum yani. Azize rolündeki Nilay Duru'ya ba-yıl-dım. Onu ilk olarak İnadına Aşk'ta izlemiş, oradaki Yeşim Aras karakterini başta abartılı bulmuş ama zamanla alışmıştım. Nilay Duru'yu TV programlarında görüp Yeşim Aras gibi davranmadığını, dizide izlediğim her şeyin -özellikle de konuşma biçiminin- rol olduğunu görünce de daha çok sevmiştim. Eller, kollar, gözler bir yana da, sesiyle de oynayanları ayrı bir seviyorum. Nilay Duru da onlardan işte. Özgüvenli, havalı Yeşim Aras ile saf, sessiz, pasif Azize Ilgazoğlu arasında bir uçurum var. O tek ayak üzerinde 40 yalan söyleyip aynı anda 8 kişiye birden oyun oynayabilen Yeşim’in zerresi yok Azize’de. Ba-yıl-dım!

Aras Aydın'ı da İnadına Aşk'ın Polat Barutçu'su olarak tanımıştım. Bana sorsalar başrol oynarken Polat'ta olduğu kadar parlayamayacağını düşünürdüm ama o da çok güzel giyinmiş rolünü. Özellikle gözlerini ve mimiklerini kullanışındaki doğallığı çok sevdim.

Gürgen Öz hakkında söyleyecek bir şeyim yok, tam onun kalemi bir rol, zaten onu başka türlü bir rolde izlediğimi de hiç hatırlamıyorum. Turgay'ı sevdim ama, karakterin başka bir uca yönelmesini ve Gürgen Öz'ün bunu da kotarabildiğini görmeyi çok isterim.

Nilperi Şahinkaya'yı sanırım ilk kez beğeniyorum. Ne önceki işlerinde ne de tiyatro sahnesinde bu enerjiyi görebilmiştim. Dolayısıyla canlandırdığı karakterlere de inanamamıştım. Temmuz karakterine bayılmadım ama Ulaş'la arkadaşlığını çok sevdim. Yusuf'a âşık olduktan sonra Temmuz'u daha fazla seveceğimi ise şimdiden biliyorum.^^

Azize'nin ağabeyi Yusuf'u canlandıran Osman Karakoç'u ilk kez izliyorum ve bu hareketli akış içinde biraz tutuk buldum. Karakterin gereği olarak daha ağırkanlı oynaması tercih edilmiş olabilir, bu nedenle ben sadece buraya bir çekince koymuş olayım; gelecek bölümlerde bunu ya aşacak ya da karakterin böyle oluşuna bizi alıştıracaktır diye umuyorum.

Bunun dışında, Azize’nin kendi rüyasında bile başrol olamamasını, günde üç kelime konuşan bir adam olarak dizinin muhtemel birkaç sezonluk özetini tek cümleye sığdıran (bkz. başlıktaki cümle), önce insan sonra kameraman olan Efe'yi, Azize'nin arkadaşı Saadet'in babaannesi, baklava meraklısı Şükufe Teyze’yi çok sevdim, Saadet'in Yusuf'a âşık olmasını ve Yusuf'un kayıtsızlığını çok sahici buldum ve Yusuf ile Ulaş'ın babası Nadir Erciyesli arasındaki çatışmanın da hikâyeye büyük hizmetleri olacağını şimdiden hissettim. (Ulaş'ın babasının soyadını kullanmamasına dikkat!)

Dizinin jeneriğini, şarkıları ve tema müziklerini de çok beğendim ama bir ara, “Ah Azize, bu mevzular biraz aşar seni...” diye bir şarkı başlayınca Mahallenin Muhtarları misali bütün hikâyeyi bilen ve anlatan şarkılarla muhatap olacağız diye de korkmadım değil. Aman ha!

Son 6 aydır izlediğim en iyi ilk bölüme sahip olan N'olur Ayrılalım'da gereksiz bir sahne, hikâyeye hizmet etmeyen tek bir detay yoktu, derli toplu, derdini net bir biçimde anlatan ve karakterlerini seyirciye en uygun şekilde tanıtan bir bölüm izledik. Bunun yanında çekim kalitesi, yakalanan çerçeveler, mekan ve kostüm kullanımı da oldukça iyiydi. Gözümü ekrandan alamadım desem, yeridir. Rastladığım bütün tekrarlarını da izledim zaten. Bugünlerde bu ülkede, kısa bir süre için bile olsa bana dünyanın geri kalanını unutturabilecek o kadar az şey var ki…

Şanssız bir günde ekrana geldiği için gözden kaçmamasını, karanlığa değil güneşe uyandığımız günlerde kahkahalarımıza sebep olmasını diliyorum; emeği geçen herkese teşekkürlerimle ve barış içinde, eşit ve özgür biçimde yaşanacak günlerin özlemiyle…

Sağlıcakla kalın.

(Bu yazı ilk olarak 21 Temmuz 2016 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: