25 Temmuz 2016 Pazartesi

"Başka bir dünya yok, gidemiyorum."

Kördüğüm 24. Bölüm Yorumu

 Bir kıyaslamalar bölümü izledik sanki… Karakterlerin zihninde öyle mi oldu bilmiyorum ama ben sürekli karşılaştırmalar yaptım izlerken. Ali Nejat'ı izlerken Naz ve Eylül'ü, Feyza'yı izlerken Enver ve Murat'ı, Naz'ı anlamak için Umut ve Ali Nejat'ı, Gökçe'nin zihninde Genco ve Emre'yi… Kafa karışıklıklarıyla dolu günlerden geçiyoruz, en sevdiğim!

Senarist bizi Naz'dan uzaklaştırmaya devam ediyor, sürekli olarak yön değiştiriyor Naz ve biz de onu anlayamamayı sürdürüyoruz. Bir hafta "ya araba projen ya da ben" diyen kadın, sonraki hafta "projene devam etmek istersen ben senin yanındayım" diyebiliyor; yurtdışında yaşama teklifini bir kabul edip bir yeniden düşünelim diyor, yeniden düşünmek isteyen Ali Nejat olunca ise kıyamet kopuyor; kendisi dayatmalarına "bir daha Murat'la görüşmeni istemiyorum"la devam ederken Ali Nejat "ailem için burada kalmalıyım" dediğinde "istediğin zaman eğip bükebileceğin bir oyuncak mıyım ben" diye çıkışıyor. Kim kimi eğip bükmeye çalışıyor acaba?

Haftalar boyu sükunetine, sabrına methiyeler düzdüğüm Ali Nejat'ın Murat'ın karşısında kontrolünü böylesine kaybetmesini ben de şaşkınlıkla izliyorum, Murat'ın öyle yamulmasını görmek hoşuma gitse de şiddetin bu hikâye içinde kendine giderek daha fazla yer bulmasından hoşlanmıyorum; ama Naz'ın buna tepki verme biçiminin Ali Nejat ve Murat'ın birbirlerine verdikleri tepkiden ya da Murat'ın Feyza'ya olan tavrından bir farkı olduğunu da düşünmüyorum. Naz, Ali Nejat'ı sürekli yargılıyor ve sürekli ona ders vermeye çalışıyor. Bu didaktik hali beni çok yordu bu hafta, lütfen yapmayın. Yani biz zaten sevmiyoruz Naz'ı, bunun için daha fazla veriye ihtiyacımız yok. ^^

Bölüm boyu ettikleri kavgaların Ali Nejat'ı Naz ve Eylül'ü karşılaştırmaya götürmüş olabileceğini düşünüyorum. Hastanede Naz'la tartıştıktan sonra Eylül'ün ona gülümseyerek "hiç değişmemişsin" deyişini de buradan anladı bence Ali Nejat. Anladığım kadarıyla Ali Nejat daha heyecanlı, daha fevri biriymiş geçmişte, ama kazadan sonra sakinleşmiş, durulmuş. Şimdi birinin o eski günleri iyi anıyor olmasının Ali Nejat'ın zihninde bir kıyaslamaya sebep olması çok normal.

Öte yandan, Naz Ali Nejat'a olan kızgınlığını annesine anlatırken de "Umut çok mu farklıydı sanki" diye düşünüp durdum. Daha farklı olmaması bir yana, Umut sonunu hiç düşünmeden olayların ortasına dalan çok daha agresif biri. Yani, Ali Nejat ve Umut bütün bu yaptıklarında haklıydılar demiyorum elbette, ama sen ısrarla bu adamları seçiyorsan hayatına almak için, bütün bu yaşadıklarından bir parça da sen sorumlusun Nazcığım. Ayrılık arifesinde bir dersi de ben sana vermiş olayım, naçizane.

Feyza güya Murat'tan da kendinden de emindi ama Enver'in ortaya çıkışı ve yaklaşma biçimi aklını karıştırdı Feyza'nın. Kendisini Enver'le birlikte gören Murat'ı görünce suratının bembeyaz oluşu ve sahne boyunca Murat'a bir kez olsun dokunmayışı, buna rağmen Enver'in hiçbir hareketine, sözlerine, dokunuşuna, sarılmasına engel olmayışında gizli bütün işaretler. Feyza kendisini akışa bırakırsa o yolun kendiliğinden Enver'e çıkacağını görebilmek için müneccim olmaya da gerek yok zaten.

Bir aşkın, yeni bir heyecanın Feyza'ya çok iyi geleceğini düşündük, öyle de oldu nitekim. Fakat olmayan bir şeyler vardı hep. Murat Feyza'ya hiç o gözle bakmadı çünkü, baştaki şefkatli tavrını koruyamadı, içindeki kötülüğü uzun süre saklayamadı ve Feyza'yı tedirgin etmeye başladı. Evet, Feyza onun iyi biri olmadığı fikrine direnmeye devam ediyor ama Murat yaklaşmaya çalıştıkça, evlilik bahsini açtıkça kaçmaya çalışması, kendisi farkında olmasa bile Murat konusunda içinin rahat olmadığını gösteriyor bize.

Bu konuda Enver de gerçekten çok özenli davranıyor. Murat, her seferinde "Enver'le görüşmeni istemiyorum" derken Enver, "Tercihin ne olursa olsun benim için çok kıymetlisin" diyebiliyor. Biz, sadece bu karşılaştırmadan bile anlayabiliriz Feyza'nın Murat için yalnızca bir araç olduğunu, Enver'in ise onu her şeyiyle kabul ettiğini.

Ayrıca Enver, Barış'ın ölümüne sebep olanın bir kaza değil suikast olduğunu söylediği halde bundan Murat'ın sorumlu olabileceğini Feyza'ya söylemeyerek de çok önemli bir şey yaptı. Hem bu kuşkusunu Murat'a duyurmayarak kamyon şoförüne giden yolun tıkanmaması için tedbir almış oldu; hem de Feyza'nın bunu kendisinin Murat'tan ayrılması için yapılmış bir plan olarak düşünmesini engelledi, yani tercihi yine Feyza'ya bıraktı. Gerçek ortaya çıktığında, yani Barış'ın ölümünden sorumlu olan kişiye ulaşıldığında -o kişi Murat değilse bile- Feyza yine de Enver'i seçecek, çünkü Enver'in de çok iyi ifade ettiği gibi, onlar birbirlerine "yalnızca aşkla değil, aynı yerde taşıdıkları acıyla da" bağlılar.

Mehmet Aslantuğ'un Enver Eren olarak yalnızca 30 saniye görünüp bize merhaba dediği bölümün ardından, Aslantuğ'un Tülay Günal'la karşılıklı oynadığını görmek için heyecanlandığımı yazmıştım. Şimdilerde ekran karşısına nasıl keyifle oturduğumu tarif bile edemem, öyle büyük bir tatmin yaşıyorum. Feyza Murat'tan ayrılmasa da Feyza-Enver sahnelerinden asla vazgeçilmemeli, bizi bu mutluluktan mahrum bırakmamalılar. Gerekirse hep beraber oturup ağlarız -Enver geldiğinden beri benim gözümün yaşı hiç kurumadı zaten- ama sevdanın 'acısı bile bal' olanı makbuldür zaten.

Murat köşke gelip onu bulana kadar en az 20 dakikalık bir zaman diliminde düştüğü yerde bilinçsizce yattı Tarık Bey ve hastaneye götürüldükten kısa süre sonra da kendine gelmeyi başardı. Ve bunu bize "küçük sayılabilecek bir kalp spazmı" diye açıkladılar. Konunun uzmanı değilim ama "küçük" bir spazmın o kadar uzun süre bilinçsizce yatmaya sebep olduğuna, o kadar uzun süre bilinçsizce yatan birinin de bu kadar hızlı uyanmasına ikna olamadım.

Öte yandan, konunun başına dönersek, Enver'e karşı koz olarak Feyza'yı kullanması, Feyza'nın bunu öğrenip babasına tepki vermesi sonucu spazm geçirmişti Tarık Bey. Açıkçası ben, Tarık Bey gibi birinin böyle "küçük sayılabilecek" bir olay sonucunda kalp spazmı geçirebilecek biri olduğunu düşünmüyorum. Aynı şekilde, bu "küçük sayılabilecek" spazmın ardından, halk arasında "ölüm iyiliği" denilen seviyeye yükselmesine ve Ali Nejat'tan af dilemesine de inanamadım. Bugüne kadar bize gösterilen Tarık Bey, ancak kalabalık içinde spazm numarası yaparak dikkatleri üzerine çeker, hastanede de Murat'a karşı Ali Nejat'ı oyuna sürmek için bu oyununu devam ettirmeye çalışırdı.

Bu spazm gerçek değil oyun olsa da Ali Nejat'ı İstanbul'da kalmaya ve şirkete dönmeye ikna etmeye yeterdi. Zaten bizim amacımız da Ali Nejat'ı burada tutup Naz'ı göndermek olduğu için Tarık Bey'in oyun oynuyor olması fark etmezdi.

Tarık Bey'i baygın yatar halde bulup "intikamımı almadan ölme" diyerek hastaneye götüren Murat'ın Enver'i Feyza ile görünce silahına sarılması da hiç tutarlı değil. Murat silahına davranmasaydı o muhteşem diyalogu duyabilir miydik bilemiyorum, ama yine de silahı fazla buldum. Neyse ki Enver, "ölüme tedbir alan değil, hayatı ciddiye alan" biri. Ve Murat'ın her daim en az bir adım önünde yürüdüğü için Murat'ın atağını bir kontra-atakla savuşturmayı bildi.

Silahların bu kadar çok görünmesinden hoşnut değilim. Fakat ensesinde silahı hisseden, ürkek gözlerle arkasına bakıp kendisine silah çeken o elin has adamı -sandığı- Amir'e ait olduğunu gören Murat'ın suratındaki korkuyu, yenilgiyi ve yıkımı görmek de çok güzeldi.

Ali Nejat'ın Murat'a verdiği tepkinin, Enver'in hamleleri karşısında ne kadar basit, ne kadar işe yaramaz olduğunu görmek için de Murat'ın her iki olaydan sonraki surat ifadesini karşılaştırmak yeterli. Enver karşısında bozguna uğrayan Murat, Ali Nejat'ı kışkırtıp kendi üzerine çektikçe bundan garip de bir haz alıyor sanki. Ali Nejat'ın Murat karşısında Enver'in desteğine muhtaç olduğunu da böylece görüyoruz.

Geçen haftaki yazımın ardından Ranini.tv'nin yorum bölümünde Murat'ın "en değerli şeyi"nin Didem olup olmadığı hakkında konuşmuştuk biraz. Ben o kişinin Didem olamayacağını iddia etmiştim. Öyle ya, madem Didem Murat'ın "en değerli şeyi"ydi, öyleyse Didem yoksulluk ve yalnızlık çekerken, hastalanıp çocuğuna bir yuva ararken Murat neredeydi? Yıllar boyu Ali Nejat'la ilgili her şeyi takip eden Murat Didem'i neden izlememişti? Ali Nejat'ın bir gecelik macerası Didem'i "en değerli şey" seviyesinden aşağı mı düşürüyordu? Eğer öyleyse intikam peşinde koşmak nedendi? Ayrıca biz Didem'in Ali Nejat için tek gecelik bir macera olduğuna değil, kısa da olsa bir ilişki yaşandığına tanık olmuştuk şimdiye kadar. Didem'in doğum gününe denk gelen 8. bölümdeki flashbacklerde gayet mutlu bir Ali Nejat-Didem çifti görmüştük örneğin. Murat'ın tek gecelik dediği bu ilişkinin yaşandığı dönemde Ali Nejat'ın Eylül'le birlikte olduğu ve onu Didem'le aldatmış olduğu konusuna girmiyorum bile. 'Kendi yazdığını unutan senarist hastalığı'na bizim senarist de kapılmış anlaşılan…

Gökçe yavaş yavaş yakınlaşıyor Genco'ya. Genco'nun bu süreci oldukça iyi yönetmesinin de etkisi var bunda bence. Yaşananlar için ya da Emre'yi sevip ona güvendiği için Gökçe'yi hiç suçlamadı Genco. Yaşadıklarıyla mücadele etmesi için de hep destekledi, koruyup kolladı onu. Bunları yaparken kendi sevgisini de Gökçe'nin üstüne hiç yük etmedi, hatta bunu bir suç, bir günah gibi saklamaya, unutmaya, unutturmaya çalıştı hep. Ve Genco'nun bu olgun ve anlayışlı hali merakını cezbetti Gökçe'nin.

Bu adımın atılması için çok erkendi bence, ama Genco'yu pişmanlığa ve bu sevgiyi reddetmeye giden yoldan çevirmek için de çokça gerekliydi. Anlaşılan Gökçe'yi de bu sevgi iyileştirecek… Hiçbir şey yapmasa da bu sevgiyle kuşanıp sarılacak yaraları Gökçe'nin. Ne Emre ne de Genco'nun karşılıksız sevgisi yük olacak sırtına, Genco uzatmasa da yanında olduğunu, hazır olduğunu bildiği o ele tutunup ayağa kalkacak ve yürüyecek Gökçe… Sevginin böyle adım adım ve yalnızca sevmenin iyiliği ile büyümesinden daha değerli ne var ki hayatta?

Umut'un dayak atma seansının ardından bir çöp gibi yol kenarına bırakılan Emre artık geri dönmek istemese de onları izleyen gözlerin iyi niyetli olmadığı belli. Sanırım Emre bu kez de başkasının -ki eminim bu kötü niyetli gözler Murat'ın adamlarına ait- maşası olarak çıkacak Gökçe'nin ve Umut'un karşısına… Kördüğüm dediğin birkaç tekme tokatla çözülür mü zaten?

Olayın Gökçe tarafını çok iyi yönetmiş olsa da Emre tarafını idare etmeyi beceremedi Genco. Emre'yi patatese çevirmek yerine polise teslim etmeyi akıl edebilseydi, belki de sonsuza kadar kurtulacaktık Emre belasından. Oysa en geç sezon finalinde kendisiyle yeniden karşılaşacağımız kesinleşti artık. Böylece silah kozunu kaybeden Murat da Umut'a karşı yeni bir koz elde etmiş oldu.

Bu arada Neslihan'ın terapist olması galiba ilk kez gerçekten işe yaradı. Biz görmesek de Gökçe'yi kendisini kilitlediği odadan çıkarıp konuşturmayı başardı Neslihan. Umut'un ailesi ile Neslihan'ın böyle yakın ilişkiler kurması, bu ilişkinin Naz'ın Umut'la ve Ali Nejat'la kurduğu ilişkilerden daha sağlam olduğunun kanıtlarından biri. Demek ki Naz'ın yaptığı tek hata, kendisine uygun adamları seçememesi değilmiş. Yani sorun bizde değil, Naz'da imiş.

Konudan biraz kopacağım ama, annesinin defnedilmesinin ardından Neslihan'ın eve hiç gitmemesi size de tuhaf gelmiyor mu? Bizim kültürümüzde cenaze çıkan ev boş bırakılmaz. Ölen kişinin yakınları gelip kalırlar ve o evde yaşam olduğunu, yaşamın devam ettiğini gösterirler. Neslihan kendisi kalmadığı için ona taziye ziyaretine de gelen olmadı. Evet, anladığımız kadarıyla hiç yakını, akrabası yok ama arkadaşı da mı yok bu kadının? Annenin ölümü konusunun bu biçimde geçiştirilmesinden kendi adıma rahatsızım ben.



Bölüm etiketimiz "gitme" diyordu bize sol köşeden… Gidecek olan kişi Eylül, ona gitmemesini söyleyen kişi Enver. Ama Eylül gitmeye kararlı. Demek ki onu durdurabilmek için bir başkasının "gitme" demesi gerekiyor…

Enver, Eylül'ün gitmemesini istiyor. Kardeşini özleyecek elbette, ama aynı zamanda, onun kaçmasını değil, mücadele etmesini istediği için de kalması gerektiğini düşünüyor. Ama Enver, Murat ya da Naz gibi dayatmacı ve anlayışsız biri değil, baskı yapmıyor kardeşine.

Eylül gitmek istiyor, çünkü kalmak için bir sebebi yok. Enver'in ona ihtiyacı yok yürüdüğü yolda, Ali Nejat ise bir başka yolun başında. Eylül için umut yok. Ve anladığımız kadarıyla Eylül, "kalede kaleci var diye şut çekmeyelim mi yani?" diye düşünenlerden değil. Gitmek istiyor, çünkü yıllar boyu sevmekten bir an olsun vazgeçmediği adamı başka biriyle görmeye, onu böyle görürken gülümsemeye devam etmeye gücü yok. Bununla -ya da bunun için- mücadele etmeye de…

Mevzu aşk olunca, cümlede de 'mücadele' sözcüğü geçince ve bütün bunlar bir yerli dizinin konusu olunca ister istemez entrika ihtimalleri doğuyor aklımıza. Ama Eylül bunu yapmayacak. Ona mücadeleyi salık veren Enver de entrika çevirmeyecek üstelik. Onlar kendi yollarında doğruca yürürken yanlış olanlar çekilecekler yoldan ve onların yolu kesişecek sevdikleri ile. Bizim bu hikâyeden beklentimiz de tam olarak bu.

Eylül gidiyor, aşkı yüreğinde. Yüreğindeki aşkı bir kenara bırakmayı hiç düşünmediği için aşkının sembolünü bırakıyor ardında. Barış'ın mezarına bıraktığı o kolye Ali Nejat'ı sık sık görecek ve bunu gören kuşlar haber uçuracaklar Eylül'e, Eylül'ün yüreğine bahar gelecek yeniden… "Seni sevmekten hiç vazgeçmeyeceğim" demenin ne hoş, ne ince bir yoludur bu!

Kıyaslamalar demiştim ya… Ali Nejat Naz'la tartıştıkça Eylül'ü hatırladı, kıyasladı onları. Ve "hadi gidelim" diye direten Naz'a karşı, Eylül'e kocaman bir "GİTME" demek için düştü yollara. Biz o büyülü sözcüğü -büyülü, çünkü ardındaki suskunluk, "ben de seni sevmekten vazgeçmeyeceğim" anlamına gelecek- bu bölümde duyamadık ama, Ali Nejat'ın havaalanının her bir köşesinde yılmadan dolaşan gözlerinden okuduk defalarca… Gitme Eylül, başka bir dünya yok!

(Bu yazı ilk olarak 16 Haziran 2016 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: