Tanıtımlarda Naz Elmas'ı görünce bu dizi tutmaz
demiştim, ekran bahtsızlığı malum. Üstüne diğer oyuncuların tutmayan
işlerini de düşününce Perşembe gününde pek şansı olmaz diye düşünmüştüm ama
yanıldım.
Hem gözyaşlarıyla hem de tebessümle izlediğim dördüncü
bölümün ardından giderek yükselen izlenme oranlarını hak ettiğini de gönül
rahatlığıyla söyleyebilirim. Baştan söyleyeyim, ne İbrahim Çelikkol’a ne de
Belçim Bilgin’e bayılırım; ama yine de göz ucuyla bile olsa oynadıkları tüm
dizilere bakmışlığım, filmlerini izlemişliğim var. Diziden beklentim düşük, ama
kadrodan umutlu olarak başladım ilk bölüme. (Nasıl
umutlu olmayayım, Alican Yücesoy, Rojda Demirer, Ferit Aktuğ, Ali Tutal, Murat
Daltaban, Ege Aydan, Tuncer Salman gibi oynadıkları her yerde beğendiğim
oyuncular var kadroda; yetmezmiş gibi bir
de Tülay Günal var. Hani Nazım’ı, Brecht’i oynayan Genco Erkal’a eşlik edip
onun karşısında ezilmeyen, parıl parıl parlayan o büyüleyici kadın!) Perşembe günleri takip ettiğim başka bir dizi
de olmadığı için sıkılana kadar açık tutarım diye oturdum başına dört hafta
boyunca. Ama dördüncü bölüm itibariyle artık sadık bir seyirci olarak Perşembe
akşamlarımı Kördüğüm’e tahsis etmeye
hazırım!
Kördüğüm, ilmek ilmek işlerken düğümlenen hayatları sunuyor
bize, adım adım. Hikâyenin giderek çatallanması, ilk bölümün olaylara
boğulmaması güzeldi, esas derdinin ne olduğunu tam olarak anlatamasa da. Bütün
karakterleri tanıyacak, hikâyedeki yerlerini kavrayacak, ileride hangi ilmeklerin
çözülmez düğümlere dönüşeceğini tahmin edebilecek kadar gördük herkesi, fazlası
vardı, eksiği yoktu diyelim bu anlamda. Hikâyesini anlatmakta ise yavaş kaldı,
hâlâ tam olarak hâkim değiliz konuya, ama umutluyuz, izlemeye devam ettiğimize
göre…
Hatalarla dolu ilk bölümde çok takıldığım noktalardan biri,
ünlü restoran sahibi, gurme Ayhan’ın (Ege Aydan), İtalya’da deniz ürünlerini öve
öve bitiremediği bir restoranda yediği istiridyeden rahatsızlanmasıydı.
Restorana ilk kez gidiyor değil, farklı türden bir yemeği ilk kez tadıyor
değil, ama daha önce hiç bilmediği bir alerjisi ortaya çıkıyor ve boğulma
tehlikesi atlatıyor. Bütün bunlar, Doktor Naz’ın (Belçim Bilgin) trakeostomi* yaparak onu kurtarması ve Ayhan’ın arkadaşı Ali Nejat’la (İbrahim Çelikkol) tanışabilmesi
için yazılmış, orası belli. Ama ikna olamadık. Bu şekilde tanışmaları çok
gerekliyse Ayhan gurme değil de pisboğaz bir restoran sahibi olabilirdi mesela,
o restorana ilk kez gitmiş ve oradaki en eksantrik yemeği sipariş etmiş olabilirdi…
Aynı sahneden devam edersek, Naz’ın, gırtlakta delik açmak için bulduğu makası sterilize
etmek için masadaki viski bardağının içine sokması, ama sonra açtığı o deliğe
soktuğu kalemi böyle bir işlemden geçirmeye gerek görmemesi takıldı gözümüze…
Aynı bölümde, hastalığının ne olduğu bulunamayan çocuğun
bacağındaki AT kadar keneyi, kene ihtimali Naz’ın aklına gelene kadar kimsenin
görmemiş olması da akıl alır gibi değildi. Bunun gibi detaylara laf edilmeyecek
derecede iyi bir ilk bölümdü, bunların da esas hikâye ile (hikâye her ne ise)
doğrudan ilgisi yoktu kabul ediyorum, ama Naz’ın hemen her bölümde bir veya
birkaç hayat kurtarması gereksiz ve zorlama geldiği için konuşuyorum. Onun iyi
bir doktor olduğuna ikna olmamız için bunlara hiç gerek yok; sanırım hepimiz, Kaan’ı
(Aybars Kartal Özson) kan vermeye ikna ettiği sahnede emin olduk bundan. Ama
madem böyle şeyler yazılıyor, çekerken de daha dikkatli olunmalı.

Naz (iç ses): Ne kadar da tatlı bir çocuk. Keşke benim olsa...
Yayınlanan ilk dört bölümden uzun uzun bahsetmek yerine bir noktada kördüğüme dönüşmesini beklediğimiz düğümlerden söz etmek istiyorum biraz;
Naz (iç ses): Ne kadar da tatlı bir çocuk. Keşke benim olsa...
Yayınlanan ilk dört bölümden uzun uzun bahsetmek yerine bir noktada kördüğüme dönüşmesini beklediğimiz düğümlerden söz etmek istiyorum biraz;
Ali Nejat Karasu, tersane işleten büyük bir şirketin CEO’su;
fakat aklı ilk yerli otomobili üretmekte. Araştırma için Milano’ya (onlar Milano’dalar ama nedense şehir ismi
hiç geçmedi dizide, İtalya deyip geçtiler hep) gittiğinde Ayhan’ın atlattığı
boğulma tehlikesi dolayısıyla yolları kesişmişti Naz ile. Babası Tarık
Karasu’nun (Tuğrul Çetiner) şiddetle karşı çıktığı bu yerli otomobil üretimi
fikrini kamuoyuna ilan etmek için, Naz ve eşi Umut’un (Alican Yücesoy) da
davetli olduğu kendi doğum günü partisini seçiyor. Ama partide önemli bir
açıklama yapacak olan biri daha var, Didem.
Didem (Naz Elmas), Ali Nejat’la yıllar önce bir ilişki
yaşamış ve hamile kalmış. O dönemde Ali Nejat, şirketin finans müdürü Oğuz
aracılığıyla kürtaj için Didem’e para vererek bebekten ‘kurtulmaya’ çalışmış ve
onun için konu orada kapanmış. Didem’in ise bu paradan hiç haberi olmamış ve ailesini
de karşısına alarak çocuğunu doğurup büyütmüş kendi başına. Oğlu Kaan’ın ufak
bir rahatsızlık geçirmesi sonucu hastaneye gittiklerinde çocuk doktoru olan Naz
ile kesişiyor yolları. Bu esnada Didem, beyninde tümör olduğunu ve yaşamak için
çok az vakti kaldığını öğreniyor. Kaan için endişelenerek yıllardır görüşmediği
babasına (Ali Tutal) gidiyor önce, reddediliyor. Ali Nejat’ın yolunu kesiyor,
yine reddediliyor. Son çare olarak Ali Nejat’ın Esma Sultan Yalısı’ndaki dev
doğum günü organizasyonunda alıyor soluğu. Elindeki silahı kendi kalbine
doğrultup doğum günü hediyesini veriyor Ali Nejat’ın…
Naz, kendi çocuğunu doğumda kaybettiği için çocuklara karşı
çok hassas; Kaan ve Didem’le daha önceden tanıştığı ve Didem’in ölümüne bizzat
tanık olduğu için de Kaan için fazlasıyla endişeli. Ali Nejat’la da tanışmıştı
zaten, ucundan kıyısından da olsa bu hikâyenin bir parçası oluyor o da.
Umut ise üniversiteyi yarıda bırakmasına rağmen babasından hatıra kendi arabasını yapma hevesinden hiç vazgeçmemiş. Şu an bir tamirhanede çalışıyor ama yalnızca boş vakitlerini değil, çalışma saatlerini bile buna vakfediyor. Ali Nejat’ın yerli araba üreteceğini açıkladığı andan itibaren ise hayallerine bir adım daha yaklaştığını hissediyor. Nasıl olur da Ali Nejat’a bu konuyu açarım diye düşünürken, Ali Nejat’ın da babasına ulaşmaya çalıştığını öğreniyor ve dâhil oluyor projeye. Gelecek bölümlerde yaşanacak olan Ali Nejat-Naz yakınlaşmasının çatışması buradan doğacak gibiydi ama Umut için yazılan ihanet hikâyesi bunu sıradan bir eşinden ayrılma ve başka birine ilgi duyma noktasına getirecek Naz için.
Umut'un yüzündeki "ben bir halt yedim ama inşallah Naz duymaz" ifadesine dikkat!
Bize öyle
ya da böyle yıllardır devam eden bir evlilik sunuyorlar ama Umut ve Naz arasında şu an bir aşk olduğuna hiç
inanamadım. Hatta birbirlerine karşı o kadar tahammülsüzler ki, bir
zamanlar birbirlerini sevdiklerine bile ikna olamadım. Ali Nejat’ın karşısında Naz’ı yalnız bırakmak için yoktan bir aldatma
hikâyesi ve ilişkiyi tek gece ile bırakmamaya kararlı, yapışkan bir kadın
yazdılar Umut’a. İpler kopma noktasına gelmek üzere… Halbuki gerçekten
birbirlerini sevmediklerini, bir arada mutlu olmadıklarını anlayıp medenice
ayrılmayı başarabilen bir çift görebilirdik…
Ali Nejat’ın ablası Feyza (Tülay Günal), oğlu Barış’ı Ali
Nejat’ın yarış arabasıyla yaptığı bir kaza sonucu kaybetmiş. O günden sonra
ilaçlara ve Psikiyatrı Neslihan’a (Rojda Demirer) bağımlı, Ali Nejat’a düşman,
depresif bir hayat sürmeye başlamış. Ali Nejat’ın bir çocuğunun olduğunu
öğrenmesi ve babasının, Ali Nejat’ın araba sevdasını dizginleyebilmek için
Feyza’nın psikolojik sorunlarını kullanarak şirketteki haklarını ele geçirmek
istemesi Feyza’ya yeniden hayata karışmak ve mücadele etmek için bir sebep
veriyor. Açıkçası, benim bu dizide çözülmesini en çok istediğim düğüm de
burada. Kuralcı, takıntılı bir babanın elinde, muhtemelen en çok birbirlerine
tutunarak büyüyen iki kardeşin bu şekilde birbirlerinden uzaklaşması ve kadının
hayattan elini eteğini çekmesi bana çok acı geliyor. Bu nedenle Feyza’nın
ortaya çıkışını izlemek için sabırsızlanıyorum.
İzlemekten en çok hoşlandığım bir diğer karakter de Kaan.
İlk bölümden beri onun olduğu sahneler çok gerçekçi ve özenli yazılmış ve
çekilmişti. Dizide pek çok travmatik olay yaşandı ama bunların hiçbirine tanık
olmadı Kaan. Annesini kaybetmekle yüzleşmesi, çevresinde yaşanan olayların ona
anlatılış biçimi gerçekten çok iyiydi, keşke her çocuk acılarla mücadelede
böyle yetişkinler bulsa etrafında.

Kaan usta mutfakta...
Kaan usta mutfakta...
Donuk ve soğuk Ali Nejat’ın da Kaan’ın gerçek babası
olduğunu öğrendiğinde önce şaşkın ve ne yapacağını bilemez halde olması, bunu
hazmettikten sonra ise içinden belki henüz kendisinin bile tanımadığı müşfik
bir baba çıkarması dördüncü bölüm boyunca beni ekrana kilitledi, bu baba-oğulu
izlemeye doyamadım. Bir gün İbrahim Çelikkol’u bu kadar beğenebileceğim hiç
aklıma gelmezdi ama gözümü alamadım. Sevgi nasıl da güzelleştiriyor her şeyi…
Kaan’ın olduğu her sahne çok güzeldi, güzeldi ama yine de sormak zorundayım, bu sahnelerin çekilebilmesi için bu çocuk
haftada kaç saati sette geçiriyor acaba?
Bu kadar laf ettim ama Feyza’nın psikiyatrı Neslihan’ın Ali
Nejat’a âşık olmasından (çünkü aşk üçgeni olmayan dizi olamaz) ya da Oğuz’la
(Murat Daltaban) oynadığı oyun gereği öyle davranmasından; Oğuz’un Ali Nejat’ın
arkasından işler çevirmesinden ve bu nedenle Ali Nejat’ın dostu ve birlikte
çalıştığı Mert’le (Serdar Yeğin) çekişmesinden; Umut’un tamirhanede birlikte
çalıştığı Genco’nun (Ferit Aktuğ), Umut’un kız kardeşi Gökçe’ye (Gözde Çığacı) âşık
olmasından ve bunu kimseye söyleyememesinden; Gökçe’nin gecelerde gezme ve
zengin arkadaşlarıyla alışık olmadığı ve gücünün yetmediği hayatlar yaşamaya
çalışmasından bahsetmedim. Henüz bunlar birer düğüm olamadığından ve hikâyeye
nasıl bir katkıda bulunabileceğini anlayamadığımdan. Zaten esas hikâyemiz
nedir, onu da anlayamadım henüz. Dizinin reyting listesindeki yeri
sağlamlaştığına göre bunları da anlayacağımız zamanlar gelecektir diye umuyorum.
Feyza ve Kaan'ın
hikâyelerini izlemek istediğim için Kördüğüm’e devam etme niyetindeyim. Ayrıca
Neslihan’ın giderek karanlıklaşan tarafını gördük, Rojda Demirer’in böyle bir
rolde neler yapabileceğini görmeyi de istiyorum. Ama bana göre burada hikâyeleri
birbirine, bizleri de ekrana bağlayacak büyük bir kördüğüm yok, bir
şekilde birbirleriyle ilişkiye geçen münferit düğümler var henüz. Kördüğüme
ulaşmayı ve çözümüne tanık olmayı görebilmek dileğiyle…
* Nefes
borusu tıkanan hastanın gırtlağına dışarıdan bir delik açarak nefes almasını
sağlayan cerrahi işlem.
(Bu yazı ilk olarak 2 Şubat 2016 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)
(Bu yazı ilk olarak 2 Şubat 2016 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder