2 Şubat 2016 Salı

Göç Zamanı: Her gün bir mucize ile gelir...

Mardin’den enfes görüntüler ve Kapalıçarşı’dan öğrendiğimiz halı uçurma görüntüleri ile çıktı ekrana Göç Zamanı. Cennet ve Yılmaz’ın yarım yarım akan hikâyeleri nerede ve nasıl birleşecek, aslen onun peşindeyiz. İlk bölüm, ilk karşılaşmalarına giden yolu gösterdi bize.
Cennet (Vahide Perçin) çocuk yaşta Cemal’e (Ali Erkazan) verilmiş eş diye, Hanım’a (Tilbe Saran) kuma diye. Üç kız bir oğlan doğurmuş. Hem evin her işine koşmuş, hem halılar dokuyup para kazanmış ailesi için. Bu arada şiddetin her türlüsünü de yaşamış, pek çok kadın gibi. Sineye çekmiş, pek çok kadın gibi. Ve erken büyümüş, pek çok kadın gibi.

Vahide Perçin bu rol için 6 ay halı dokuma dersi almış.
 
Büyük kızı Zümrüt (Cansu Tosun) hukuk fakültesini kazanmış, Cennet’in tek derdi onu okutmak. Fakat babası, kumar borcuna karşılık kızını vermiş bir ağaya, evlendirecekmiş kızını, göndermez okula. Cennet topluyor bohçasını, alıyor kızlarını yanına, düşüyorlar yollara. İstikamet İstanbul, Zümrüt okuyacak…
Cennet’in dokuduğu halıları alıp İstanbul’a getiren eksper Artem Midyat (Engin Benli) biliyor kadının hikayesini. İstanbul’a gelirlerse onları destekleyeceğinin sözünü de vermiş. Artem’in yakın arkadaşı ve birlikte iş yaptığı Yılmaz Koçeri de (Talat Bulut) Cennet’in halılarının büyük hayranı zaten…
Dizimiz böyle başlıyor ve olabilecek en klişe biçimde ilerliyor, ne yazık ki. Kızları için ayakta kalmaya, onları da dik tutmaya çalışan bir kadının hikayesini izleyeceğimi sanırken bildik sahneler çıkıyor karşıma. “Namusunu temizlemek için” öz annesi ve kardeşlerinin peşine düşen bir oğul, Yemin (Gürkan Günal); Yemin peşlerine düşünce bilet aldıkları otobüse binemeyip Adana’ya giden bir kamyonetin kasasına sığınan Cennet ve kızları; bir tenhada aracı kenara çekip Zümrüt’e tecavüz etmeye yeltenen şoför; Cennet’in altın kesesinin trende bohçacılar tarafından çalınması; trendeki mağdur hallerini görüp yardım teklif eden kadının onları aslında bir batakhane olan bir otele yerleştirmesi…

Bu arada Yılmaz’ın sevmediği bir kadınla (Arzu Gamze Kılınç) evli olması, kadının sevgisizlik yüzünden paranoyak olması, Yılmaz’ın asistanı Hande’nin bu durumdan faydalanarak kadını iyice delirtmesi ve bir ilk bölüm klişesi olarak trafik kazası… Yılmaz’ın dünyanın en iyi insanlarından biri olduğunu anlamamız için yazıldığı yüz metreden belli olan bir hırsız çalışan vakası ve Yılmaz’ın çalışanıyla ultra-didaktik yüzleşme sahnesi… Buna paralel olarak, Cennet’in de, üvey annesi Hanım’ın altınlarını çalan kızı Kiraz’a (Elif Ceren Balıkçı) tokat atıp altınları trenin camından dışarı atması…


Cennet'in Kızları...
Hâlbuki senarist olarak Oya Yüce ismini gördüğümde nasıl da umutluydum. Yedi Numara’yı yaratan, Türkan’a o özenli sahneleri yazan, Oliver Twist’in öyküsünü dizileştirmeye (Düşler ve Umutlar) cesaret eden kadının bizi bu klişelere boğmuş olmasına inanamıyorum. Yine de beklentimi sıfırlamış değilim, çünkü şahane bir oyuncu kadrosu var ve klişe bile olsa tek bir sahnesi bile inandırıcılıktan ödün vermemiş 130 dakika izledim ben. (Artem’in kızı Leyla ile Yılmaz’ın oğlu Demir için buraya bir parantez açayım, çok az göründüler ama gözüme çok battılar; ikisine de dublaj yapıldığından şüpheliyim ve belki de bu hissiyat yüzünden onların sahnelerine odaklanamadım yeterince.)
Özetle, ilk bölümün konusu hoşuma gitmese de izlediğim şey beklentimin üzerindeydi. Elimizde, kredisi kolay kolay bitmeyecek bir senarist ve yapımcı, klişelerle başlamış olsa bile farklı yönlere akabilme, kendi yolunu çizebilme potansiyeli olan yan hikâyeler ve o hikâyeleri çok iyi taşıyabilecek oyuncular var. Bu insanlar bir araya gelip bu hikâyede mutabık kaldılarsa bir bildikleri vardır der, izlemeye devam ederim, dizinin ekranda kalma şansı oldukça. “Her gün bir mucize ile gelir...” cümlesini görmüştük dizinin en başında, yeni bölüm de yeni umutlarla gelir belki…

(Bu yazı ilk olarak 30 Ocak 2016 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: