TRT’nin “naif ve zarif” komedi dizisi Yeşil Deniz, bu akşam 60.
bölümü ile ekrana geliyor. Adını, köyün temel geçim kaynağı olan tarımın
yapıldığı yeşil deniz gibi tarlalardan alan dizi, 90’lı yılların ortalarında
(Mayıs 94’te başladık, şu an 96’nın ilk aylarındayız), İzmir’in Ödemiş ilçesine
bağlı Yeşilova kasabasında yaşayan dört gencin garibanlıktan kurtulma macerası
etrafında bütün Yeşilova’yı anlatıyor, Yeşilova’nın güzel insanlarını...
Senaryosunu Ali Kara, İdris Meydi ve Serkan Birlik’in (ikinci sezonda yerini Teoman Gök’e bıraktı) yazdığı, Yahya
Samancı’nın yönettiği TFT Yapım bünyesindeki dizinin başrollerinde Burak Serdar
Şanal, Mert Turak, Ali Barkın ve Burak Alkaş yer alıyor. Onlara, Elvan Dişli, Semiha
Bezek, Merve Akkaya, Şive Şenözen, Güneş Sayın, Erencan Vurucu, Berke Acar,
Cemre Baysel gibi genç oyuncuların yanı sıra Nalan Okçuoğlu, Jale Aylanç, Emin
Gürsoy, Nuri Gökaşan, İlker Aksum ve İbrahim Raci Öksüz gibi tecrübeli
oyuncular eşlik ediyor ve her sahneyi bir keyfe dönüştürüyorlar. Geçmiş
bölümlerde hikâyeleri sonlanıp dizimize veda edenleri de saymadan olmaz: Ahmet
Somers, Renan Bilek, Zeynep Gülmez, Öykü Çelik, Melis Babadağ ve Murat Tavlı. Unutulmaz
konuk oyuncular: Sümer Tilmaç, Salih Kalyon, Mahmut Tuncer, Ferda Anıl Yarkın,
Of Aman Nalân.
‘Ağzını gırdımın garibanlığı’
İsmail, Süleyman, Emin ve Cemil –kısaca ‘sadıçlaa’*-, her biri öncelikle garibanlıktan, sonra aşktan fakat
en çok da kendi şapşallıklarından muzdarip dört yakın arkadaştır. Hikâyemiz,
İsmail’in Sedef ile evlenmek istemesiyle başlar. Sedef’in açgözlü babası
Hicabi, kızını İsmail’e layık görmediği için bin dereden su getirir, razı olmaz
evlenmelerine. İsmail iki yakasını bir araya getiremedikçe işler sarpa sarar,
bizim sadıçlaa maceradan maceraya,
oyundan oyuna, alavereden dalavereye koşar, ‘antin
guntin işlee’ çevirirler… Sonuç bellidir çoğunlukla, çünkü onların kaderi
baştan yazılmıştır, hayat dersi alınlarına kazılıdır. “Bize bu yeşil tarlalar bir tek şey öğretti: paran yoksa okuyamazsın,
paran yoksa isteyemezsin, paran yoksa sevemezsin; ağzını gırdımın garibanlığı…”
Ve bütün maceralar eninde sonunda buraya varır...
Onlar yine de umutlarını yitirmezler, varılan nokta değişmeyecek olsa da kendi yollarını çizmek için çırpınır dururlar. Bize de onların bu neşeli ve benzersiz maceralarının keyfini sürmek kalır…
‘Yıldızlar bu gece çok güzel İsmail’
Bizim sadıçlaa yalnızca maddi değil, manevi eksiklerle de büyüdükleri için (Emin ve Cemil’in anneleri, Süleyman’ın babası yoktur, İsmail’se hem annesini hem babasını kaybetmiştir küçük yaşta), bir yanları hep çocuktur, hep oyun peşindedir. Makgayvır Sülüman’ın sevdiği ama açılamadığı Neşe’yi görebilmek için babası Hayati’nin aletlerini sürekli bozması da, Eskici Emin’in eskileri toplamak yerine Emine’nin sokağını arşınlaması da, İsmail’in bahçesinde define arayabilmek için belediye başkanının kızını kendisine âşık etme planı da enikonu oyundur işte, başlarına türlü türlü iş açılacak olsa da… Aksakallı dede olup rüyalara girmeye çalışan da, sevdiği tarafından reddedilen arkadaşlarını her şeyin bir rüya olduğuna inandırmak için bütün kasabayı seferber eden de, radyo sinyalleriyle oynayıp bir kadını ölen eşiyle konuşturan da yine bizim ‘sadıçlaa’dır. Ama her ne yaparlarsa yapsınlar niyetleri iyidir, tek dertleri sorun çözmek ya da birine yardımcı olmaktır. Herkesin yürüdüğü yolları tercih etmiyorlar diye, seçtikleri yollar da çoğunlukla uçurumlara çıkıyor diye onları sevmekten, izlemekten geçecek değiliz ya!
‘Seven adam kendini aşmaa
bilcek’
Şimdi burada geçtiğimiz 59 bölümün özetini veremem tabii.
Ama dizimizin en çok değindiği ve çok iyi işlediği, bütün veçheleriyle ele
aldığı aşk konusuna değinmeden olmaz. Burada karşılıksız aşk da var, sevip
kavuşamamak da, kavuşmak da var terk edilmek de, sevdiği halde reddetmek de
var, aşktan umudunu kesip sevmeden evlenmeye razı olmak da, sevdiğiyle kaçmak
da var iki aşk arasında kalmak da… Ve bütün bunların arka planında, aşka
duyulan derin saygı, aşka boyun eğene gösterilen sonsuz anlayış da. Seven
kalplerin, gerektiğinde sevgi uğruna kendinden vazgeçenlerin hikâyesidir bu;
çünkü seven insan, kendini aşmayı bilmelidir.
‘Gari sizin de bi sadıcınız vaa’
Hikâyemizin kötü karakteri yok ama bu, herkes melekler kadar iyi demek de değil; zaman zaman yanlış yollara sapsalar da kimsenin tamamıyla kötü olmadığı bir kasaba Yeşilova. Art niyetlisi, servet düşkünü, kibirlisi de var elbette, ama geri dönülmez yollara varan kötülüklere güle oynaya koşan yok.
Ege şivesinin en tatlı tonlarından biri buradadır ama “şive
komedisi” diye etiketleyerek basite indirgemeye yüreğim el vermez; çünkü
yöresel şivelerin İstanbul Türkçesi konuşanlarca komik bulunan yanlarının
üzerine gidip de komik olmaya çalışmaz. Oyuncular içinde şive kaçıran da
bulamazsınız, kafasına göre şive yapan da. Ve herkes aynı tonlamaya sahip de
değildir, her karakterin kendine özgü bir konuşma biçimi vardır.
Köylerde ya da küçük kasabalarda geçen dizilerde sıkça
karşılaştığımız klişelere burada yer yoktur; kimse ‘kan davası’ ya da ‘namus
davası’ peşine düşüp silahlara sarılmaz, sonu gelmez düşmanlıklar yoktur,
çocuklar gelin edilmez, kızlar sevmedikleri adamlara zorla ‘verilmez’, kadınlar
mal gibi alınıp satılmaz, kadınların okumasına, çalışmasına kötü gözle bakılmaz
-hatta bir kadın, belediye başkanlığına aday olup seçilebilir-, köyün aslında
bilge olan bir delisi yoktur, ‘el âlem ne der’ kaygısı ufak da olsa hissedilir bazen
ama gerektiğinde o çok konuşan ‘el âlem’e dersini veren biri de çıkıverir
meydana.
Köy kahvesinde dedikoduyu
yasaklayan Fikri Abi karakterini, İzmir Devlet Tiyatrosu sanatçısı İbrahim Raci
Öksüz canlandırıyor.
Tebessüme, kahkahaya olduğu kadar gözyaşına da gark eder seyircisini Yeşil Deniz. Bazen aşk olur yaşların sebebi, bazen ayrılık, bazen ölüm, çoğu zaman da çaresizlik. Bazen kimsenin gücü yetmez olanı değiştirmeye, eli yetmez düşeni kaldırmaya. O zaman oturup dertlinin yanına, acısını, yasını, yaşını paylaşan da bulunur bu hikâyede. Derman yoksa da teselli çoktur Yeşilova’da.
Hikâyemiz 90’larda geçmektedir, 90’ların jargonu hâkimdir
ama günümüzün dili ve anlatımı da eklenmiştir hamuruna. Erol Büyükburç’un “ben
saksı değilim” serzenişinden, nikâh memurunun sorusuna “hayır” cevabını veren
şakacı damada pek çok güncel konu kendine yer bulabilir burada. Sanki onlar
geçmişte değiller de, bizim 2016’yı yaşadığımız anda onlar 1996’yı yaşamaktalar,
biz onları televizyondan izlemekteyiz (tabii onlar da bizi izlemekte) ve bunun
dışında bir iletişim mümkün değilmiş, birbirimizin dünyalarında yaşayamazmışız
gibi. Çıkıp gitsem Birgi’ye büyü bozulacak, Yeşil
Deniz puf diye uçup gidecekmiş gibi…
Yeşil Deniz evreninde gizli
bir şeyler konuşmak için ağaç tepesinde buluşmak, olağan değilse de
garipsenmeyecek bir harekettir.
Şimdi ben Yeşilova’nıın bu güzel insanlarını, hayra
çıksın diye rüyamı suya anlatır gibi anlattım ya size, onlarca bölümün teşekkürü
olsun, ‘gari sizin de bir sadıcınız’ olsun
diyedir. Bir hatam, eksiğim olduysa affolsun, bu cümleler de İzmir’den
Ödemiş’e, Mavi Deniz’den Yeşil Deniz’e gönderilen bir dost selamı olsun, Yeşilova’nın
alâmetifarikası ‘sevgi saygı, aanayış’
eksik olmasın hayatımızdan…
*Düğünde gelin ve damada yardım eden kişi anlamındaki “sağdıç” sözcüğü, Ege Bölgesi ve Güney Marmara’da arkadaş, dost, birader gibi anlamlarda kullanılıyor.
(Bu yazı ilk olarak 15 Şubat 2016 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder