Kehribar - İlk Bakış
Yarım kalmış bir Romeo &Juliet hikâyesi… Toprak kavgası
yüzünden birbirine düşman olan ailelerin çocukları kara sevdaya düşmüş.
Bu aşk barışa vesile olsun demiş Yarımcalı Ailesi, kalkıp gitmişler
Leyla'yı istemeye. Leyla'nın babası razı
olmamış bu birlikteliğe, devam ettirmiş düşmanlığı. Orhan ve Leyla
kaçmış ve
birbirlerinin olmuşlar ama bu kez de Leyla'nın ağabeyi Musa çıkmış
karşılarına. Kavgada Orhan kolundan,
Musa bacağından yaralanmış. O zaman "git" demiş Leyla, "polisler
alır seni, bir daha göremem, ortalık durulsun gel al beni, ben seninim, her
zaman".
Leyla'yı, içinde büyüyen hatırasını hiç bilmeden bırakıp
gitmiş Orhan. Leyla bu sebeple evlenmiş biriyle ama hiç dokunmamış kocasına.
Almanya'ya sığınan Orhan da vatandaşlık alabilmek için evlenmiş Adile ile
onun çocuğunu öz çocuğu gibi büyütüp yetiştirmiş; o da karısına hiç dokunmadan
geçirmiş yılları… Ve ikisi de ne aşkı ne umudu bırakmış geride, hiç kapanmayan
bir yara gibi taşımışlar kalplerinde…
Musa o yaradan sonra topal kalmış, askere gidememiş,
kasabaya rezil olmuş, yani bu coğrafyada "erkekliğe" atfedilen ne
varsa eksik kalmış onda, Leyla ve Orhan'ın aşkını büyüttüğü gibi, o da Orhan'a
öfkesini büyütmüş yıllar boyu. İzini bulup Almanya'ya gidip öfkesini yüzüne
kusacak, ardından bir aracı Orhan'ın üzerine sürecek kadar.
Günlerce hastanede kalıyor ama ölmüyor Orhan ve yine
Leyla'yı görüyor rüyasında, kendinde değilken bile Leyla'dan geçmediğinden. Ve
çoğalıyor soruları, 'acaba'ları… Bir de üzerine kanser olduğunu öğreniyor.
İşte, memlekete dönüş vakti gelip çatıyor böylece…
Sonrası bolca kin, nefret, intikam, şiddet ve gözyaşı…
Bu kadar çok öfke kusan, gözünü budaktan sakınmadan aklına
ilk geleni en şiddetli biçimde dışavuran bir hikâyeyi ben genellikle takip
etmem. Ama 20 yıl hiç görüşmeden birbirlerini sevmeye devam eden karakterleri
de seve seve izlerim. Çelişki içindeyim.
Gürkan Uygun'u böyle rollerde görmekten çok sıkıldım, ama
bu kadar âşık bir adamın onca yıl nasıl ayakta kaldığını merak ediyorum.
Sahnede nasıl cıvıldadığını görmesem gerçek hayatında da durağan, sıkıcı bir
kadın olduğuna inanacağım Ayça Varlıer yine hareketsiz gibi görünen bir
karakterde olsa da, kocasının boğazına çöküp ağzına geleni söylediği sahnede
bir ışık gördüm. Belli ki evine kapanıp olacaklara razı gelen bir kadın
olmayacak Leyla, bunu da izleyebilirim.
Sinir bozucu adamları mükemmel oynayan Necip Memili'yi hem
kızıp hem severek izlemeye devam edebilirim. Başlangıçta sünepe bir adamken
içinden çıkardığı öfkeye de, kardeşine gösterdiği özlem dolu şefkate de
bayıldığım Veli'nin (Umut Karadağ) hikâyesini görmek için de izleyebilirim. 26
yaşındaki Fırat Altunmeşe'nin 19-20 yaşında, yeniyetme bir delikanlı olduğuna
inandığım için de bu hikâyeye misafir olabilirim.
Bize oldukça akıcı ve derdini net bir biçimde ifade eden
bir ilk bölüm sunduğu için Kehribar'a emeği geçen herkese teşekkür eder, iyi
yolculuklar dilerim. Hikâye ve anlatım biçimi benim için fazla "erkek", Necip
Memili, Ahmet Uz, Şebnem Gürsoy ve Sibel Taşçıoğlu'nun karakterleri fazla
tanıdık, buna karşılık Aslıhan Güner'in
canlandırdığı Bahar karakteri "yeni" duruyor, Leyla çizgi dışına
çıkabileceğinin sinyallerini veriyor, Özge Özder'in vurucu bakışları ve
rengarenk saçlarıyla can bulan Adile ise bu hikâyenin en çok merak ettiğim
kadını.
Kafam karışık olduğu için ben takip kararımı birkaç bölüm daha
izledikten sonra vereceğim ve bu sürede daha az şiddet sahnesi, daha fazla
barış çabası ve daha çok karakter hikâyesi görmeyi umut edeceğim. Böylece belki
ben de yolcular arasına katılabilirim…
(Bu yazı ilk olarak 19 Mart 2016 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder