25 Nisan 2016 Pazartesi

İstanbul Sokakları: "Ve mutluluk bir kibrit çöpü…"

İstanbul Sokakları - İlk Bakış

Caner Cindoruk ve Gizem Karaca'nın başrolleri oynadığı, Rıza Kocaoğlu, Naz Elmas, Derya Alabora, Mine Teber, Mehmet Çevik, Berkay Ateş, Güven Murat Akpınar gibi isimlerin onlara eşlik ettiği, Gold Film'in Show TV için hazırladığı yeni dizi Pazartesi akşamı ilk bölümüyle ekrandaydı. Senaryosunu Zülküf Yücel ve Zehra Yücel'in yazdığı dizinin yapımcısı Faruk Turgut, yönetmeni ise Faruk Teber.
Olaylara boğulmayan, derli toplu, sakin bir ilk bölüm izledik, bütün karakterleri biraz biraz tanıyarak. Nazlı (Gizem Karaca) atanamamış bir resim öğretmenidir ve aile bütçesine katkıda bulunmak için seyyar börekçilik yapmaktadır. Fırat (Caner Cindoruk) ise zengin bir ailenin oğlu ve şirketlerin yöneticisidir. Fırat börek almak istediğinde karşılaşır ve ilk görüşte birbirlerinden etkilenirler. Belki de tanışıp konuşacaklarken Fırat, silahlı adamların saldırısına uğrar ve doğuştan kalp hastası olan Nazlı onu kurtarırken bayılır.
Sonrası karakterleri tanıdığımız ve Nazlı ile Fırat'ın birlikte çok güzel olacaklarına ama birbirlerine neden açılamayacaklarına, neden birlikte bir yola çıkmayı tercih etmeyeceklerine ikna olmamıza yetecek kadar olay ve hikâye ile geçti. Sonunda ise soru işaretleriyle dolu açılış sekansını tekrar gördük.
Hikâye, seyirciyi hiç yormadan aktı geçti. İzlemeye 40 dakika kadar geç başlayıp izlerken bir yandan başka işlerle de uğraşmama rağmen içine girmekte hiç zorlanmadım. Bu yüzden tekrarını da izleyip eksiklerimi tamamlarken de sıkılmadım. Piyasada bağır çağır işler yapan onca dizinin arasında tutunabilir mi bilmem ama, ekranda kaldığı sürece diziyi izleme kararı almakta da hiç zorlanmadım.
Aramızda Kalsın'dan bu yana Caner Cindoruk'u yeniden ekranda görmek için sabırsızlanıyordum -gerçi o, tiyatro sahnesinde (Köpek, Kadın, Erkek) ve beyaz perdede (Çalsın Sazlar) bizi kendinden hiç mahrum etmedi ama ekrana çıkması, her hafta evimize konuk olması başka bir şey- ve bütünüyle iyi ya da kötü olmayan bu karakteri izleyecek olmaktan memnunum. Karakterler ikircikli, Fırat'ın cümleleri de öyle. "Benim tarlama karpuz ekenin bir tarafından hıyar çıkar", "Sen adam vurduğunda bela okurlar, ben vurursam sela" gibi aforizmik cümleleri sevdiğimi söyleyemeyeceğim.
Gizem Karaca'nın ekrana çok yakıştığını düşünenlerdenim. Nazlı'ya henüz çok inanmadım ama Benim Hala Umudum Var'daki Umut'tan ve Güzel Köylü'nün Gül'ünden farklı birini izledim ekranda, şimdilik bu da yeter. Ayrıca üniversite okumuş ama bunu bir marifetmiş gibi göstermeyen, zaten olması gerekeni yapmış bir karakter olmasını da sevdim Nazlı'nın. Kadınların okumasının bir istisna hali olmadığına dizilerimiz de alışsa iyi olur. Odasına çekilip Nazım Hikmet okuyan (Yatar Bursa Kalesinde), Edip Cansever'den alıntılarla konuşan bu kadını ben sevdim, uzun uzun izlemek isterim.


Şu çantayı tutuşundaki acemilik bile Gizem Karaca'nın oyunculuğu hakkında sağlam ipuçları veriyor.
Rıza Kocaoğlu'nun karakteri Cemil'i de sevdim. Belki Rıza Kocaoğlu'nu böyle şehirli, zengin ve marjinal bir karakterde görmeye alışık olmadığımdan özellikle konuşma biçimini çok garipsedim ama kötü adam izlemeyi severim, kaliteli kötü adam izlemeyi ise daha çok severim. Vivaldi ile uyanan, Fransızca konuşan, elit zevklere sahip bu adamı izlemek keyifli olacak. Ama bu marjinal karakterin sıradan kötülerden daha farklı türden bir kötü olmasını, örneğin maskeli, silahlı adamları sokak ortasında Fırat'ın üstüne salmaktan daha orijinal fikirlerle karşımıza çıkmasını bekliyorum. Ayrıca, hemen her dizide zenginler var, fakat ilk kez akıllı evi olan birini görüyoruz. Bakalım daha başka neler göreceğiz…
Naz Elmas'ın da şeytanın bacağını kırmasını ve hem dizinin devam etmesini hem de onun bu dizide devam etmesini istiyorum artık, çünkü nişanlısı Cemil'den hoşlanmayan, Fırat'a âşık olan ve bunları saklamayan Sibel'i de sevdim.
Derya Alabora, Mine Şenhuy Teber, Berkay Ateş ve Güven Murat Akpınar izlediğin her yerde beğendiğim, içinde bulundukları işe renk ve estetik katan muhteşem oyuncular; fakat ilk bölümde Nazlı'nın babasını canlandıran Mehmet Çevik'e hayran oldum. Nazlı'yı uyandırmak için odasına gittiği sahnede, kalp hastası olan kızının o sabah uyanamayacağını düşününce yaşadığı korku ve döktüğü gözyaşları, Nazlı uyanınca o perişan halini görmesin diye odadan kaçışı çok güzeldi ve bence dizinin en güzel sahnesiydi.
İstanbul Sokakları şarkısını çok severim ama jenerikte ve bölüm içinde defalarca kullanılan versiyonunu hiç sevmedim. Bize daha "şehirli" bir hikâye sunulduğu için bu arabesk versiyonu yakıştıramadım. Dizi içinde kullanılan diğer eserlere ve tema müziklerine daha uygun bir versiyon yapılabilirdi.
Sonuç olarak yaratılan dünyayı ve karakterlerin bize vadettiklerini sevdim, gelecek bölümleri merakla bekliyorum…

(Bu yazı ilk olarak 20 Nisan 2016 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: