27 Mayıs 2016 Cuma

Kaza küçük ama acı büyük...

Ufak bir ev kazası… Cuma günü öğlene doğru, Funda ev, iç-gündüz, başım dönüyor, tutunamıyorum ve kendimi kaybedip düşüyorum boylu boyunca. Önce popomun üstüne düşüyorum olanca ağırlığımla, sonra sırtımı ve en son da kafamı vuruyorum, kafamı vurunca da ayılıyorum zaten.

Önce sesimle dışavuruyorum acımı, uzun bir "aahh" çekerek. Sonra evde yalnız olduğumu hatırlayıp susuyorum, kendi kendime kalkmak zorundayım. Kalkıyorum, kalkabiliyorum en azından. Gidip uzanıyorum yüz üstü. Bütün vücudumun böylesine acıdığı bir an daha hatırlamıyorum. Öyle acıyor ki uzanmak, ayakta durmak, zıplamak falan fark etmeyecek, her durumda feci bir acı. Acı evet. Henüz ağrı değil, öncelikli olarak keskin bir acı var. Ve bir fikir: 'ne yaparsam yapayım acı aynı kalacaksa normal hayatıma devam edeyim o zaman'. Düşerken dağıttıklarımı topluyorum kalkıp. Bir duş alıp çıkıyorum dışarı…

Oturmak, kalkmak, adım atmak falan zorlaşıyor ama, yine de gezip tozabildiğim, arkadaşlarımla vakit geçirebildiğim, oyun izlediğim şahane iki gün geçiriyorum düşüşümün ardından. Aklımın gerisinde "kâseyi kırmamışımdır inşallah" endişesi olsa da bu şahaneliğe güvenerek doktora falan da gitmiyorum. Her düştüğümde doktora gidecek olsam başka işlere ayıracak vaktim kalmazdı zaten; insan sakar tabiatlı ve dağınık zihinli olmayagörsün…

O şahane iki günün ardından gelen gün Pazar; pek ağrım olmamasına rağmen yataktan bile çıkmıyorum neredeyse, tedbir amaçlı. Pazartesi sabahına ağrıyla uyanıyorum. Düşmenin acısı, okula alerjimle bir araya gelip beni köşeye sıkıştırmak üzere anlaştılarsa demek… Normalde 10-12 dakikada aştığım yolu 25 dakikada alacak bir hızla yürüyebiliyorum, meğer ne kadar hızlı ve sert adımlar atıyormuşum normalde ve kuyruk sokumundaki acıyı hafifleterek yürümenin yolunu bulmak meğer ne zormuş! Ama doktora gitmeye hiç niyetim yok hâlâ. Her ağrıda doktora mı gidilir canım?

Pazartesi akşamı yine güzel bir oyun izliyorum, acımı unutuyorum kısa süre de olsa. Oyun çıkışı bir arkadaşa gece baskınına gidiyoruz. Orada öğreniyorum ki o arkadaş da kuyruk sokumu kemiğini kırmışmış bir zaman. O kemiği yerine nasıl oturttuklarını anlatınca içimden kuşlar göçüyor benim. Bundan sonra hiç doktora gitmesem yeridir, rektal tuşe diye tıbbi müdahale mi olur, insan insana bunu yapar mı?

İlk günlerde bir iki tane almıştım ama artık ağrı kesici bile almıyorum, ağrım fazla da olsa işimi yapabildiğime, normal hayatımı en azından %70 oranında sürdürebildiğime göre doktorsuz, ilaçsız da yaşayabilirim! Bunu yapabilirim!

Salı gününe de ağrıyla uyanıyorum, tamam, zaten ağrısız uyanmayı beklemiyordum ama sorun şu ki ağrı yer değiştirmiş. Pazartesi kuyruk sokumunun sol tarafından beni yoklayan ağrı Salı günü sağ tarafıma vurmaya başlamış. Zihnimde oluşan rektal tuşe korkusu katlanıyor; ağrı yer değiştirebildiğine göre oralarda kıpırdayan (ve aslında kıpırdamaması gereken) bir küçük kemik olmalı… Oturup kalkmak, merdiven inip çıkmak falan iyice zorlaşınca 'tamam' diyorum, 'kendimi Türk hekimlerine emanet etmenin vakti geldi'.

Özel hastaneye gidiyorum, evime en yakın olan tıp merkezi orası olduğundan değil sadece, yaşadığım şehir eğitim ve araştırma hastanesi kaynasa da randevu alma süreci -özellikle de röntgen, MR gibi ihtiyaçlar söz konusuyken- aylarca sürebileceğinden…

Hastane özel ama doktor aynı doktor işte, muayene bile etmiyor. Burada yazdıklarımın onda birini bile anlatmıyor, "bir röntgen çekip bakalım" diyor, iskeletimin hangi kısımlarının röntgeninin çekileceğine bile ben karar veriyorum. O kadar hastane dizisini boşuna izlemedim ya?

Bir yerde asansör bulunmamasının acısını ilk çekişim değil bu, sonuçta ben de sekiz katlı bir binanın dokuzuncu katında çalıştığımdan asansörün bittiği yerden sonrasını tabanvayla gidiyorum her gün, ama burası bir hastaneyse ve Ortopedi polikliniği ile Röntgen birimi farklı katlardaysa bu başlı başına acılı bir hal.

Röntgen çektirmek de ayrı bir kıvraklık gerektiriyormuş meğer, popomun üzerine düşünce anladım. "Şöyle durun, şuranızı kaldırın, buraya dönün, öteki tarafa yaslanın" dediğiniz insanın ufacık bir adım atarken bile nasıl canının yandığından haberiniz var mı acaba, sayın radyolog?

Özel hastaneye gitmiş olmanın en iyi tarafı o esnada gösteriyor kendini, röntgen sonuçlarım birkaç saniye içinde doktorumun bilgisayarına gönderiliyor, birkaç dakikaya kalmadan da muayenehaneye çağrılıyorum. Boynumda düzleşme var, evet, eski hikâye; omurgamda skolyoz var, bu da eski hikâye… En merak ettiğim sorunun yanıtı hep en sonda, kâseyi kırdık mı kırmadık mı? Bana bir ömür gibi gelen birkaç dakikanın ardından kalça röntgeni açılıyor ekranda; doktor, hemşiresi ve ben bakıyoruz ekrana. Daha önce pek çok röntgen filmi gördüm ama kalça röntgenini sanırım ilk kez görüyorum, kendi kalçama kısmetmiş. Daha önce hiç görmediğimden fikir de yürütemiyorum ama doktordan bir yanıt beklerken olabilecek en kötü ihtimalleri aklından geçiren bir tipim, halbuki hiç de pesimist değilimdir, aksi gibi görüntü de pek bulanık, 'aha' diyorum, 'kesin kırık'. Ve doktor nihayet ağzını açıyor, "kırık-çatlak yok" diyerek. Nasıl bir 'ohhh' çektiğimi bir ben bilirim. Ağrılarım o anda puf diye yok oldu sanki… Rektal tuşenin adı bile geçmedi ya, ağrırsa ağrısın be! (Uzun zamandır uğraştığım halde kilo veremememin iyi tarafı belki de bu, kilolarım sayesinde yumuşak iniş yapabildim belki de ve kırmadım kemiklerimi. Olamaz mı? Olabilir!)

İlaç yazayım diyor doktor, ama ben o işi çoktan hallettim, o kadar hastane dizisini boşuna izlemediğim gibi onca prospektüsü de boşuna hatmetmedim, farmakoloji içerikli web sitelerinde boşuna saatlerimi harcamadım, eczacıları boşuna darlamadım ben bunca sene, antiinflamatuar etkili ve tiyokolşikosid içerikli bir şeyler almam gerektiğini biliyorum, söylüyorum, onaylıyor doktor. Ve özgürüm!

Kırık yok, özgür ve mutluyum ama yürüyemiyorum hâlâ, hemen hemen her saat yer değiştiren ve hangi pozisyonda olursam olayım ağrımayı beceren bir kuyruk sokumuna sahibim. Ağrı neredeyse canı oradadır insanın, canı poposunda bir insanım yaklaşık bir haftadır, görünüşe göre bir süre daha böyle olacak…

Tarif etmem gerekirse, "Allah düşmanıma vermesin" türünden bir ağrı bu. Düşmanım falan yok ama tam olarak kuyruk sokumu kemiğinin üzerine düşüp bu acıyı yaşamasını istediğim, zira milyonlarca insanın hayatını cehenneme çevirdiği halde kendisi zevk-i sefa içinde yaşayan insanlar var, Allah onlara versin mesela bu tip bir acı.

Epeyce uzun zamandır insanın neredeyse hiçbir işine yaramayan birkaç ufak kemiğin böyle bir acı vermesi hiç mantıklı değil. Zaten alerjik bir bünyeye sahibim, hapşırığımı bile popomda hissetmem de mantıklı değil hiç. Ama yok yere ağlamalarımın çok sağlam bir bahanesi var artık, ruhsal acılarıma fiziksel ve kendini asla unutturmayan bir acı eklendi. Funda ağlamasın da kimler ağlasın şimdi?

Sonuç: her türlü hareket ve hangi pozisyonda olursa olsun hareketsizlik acı veriyor, yani her an acı içindeyim. Hani içimde 50 yaş üzeri bir kadının yaşadığını söylerim ya hep, işte o kadın artık dışarı çıktı. Hareketlerim yavaşladı, sürekli 'of' ve 'ah' çekiyorum, düzenli olarak ilaç içiyor ve şikayet ediyorum. Ve siz gençlere tavsiyem, poponuzun üzerine düşmeyin. Elinizi, kolunuzu sokun devreye, gerekirse kolunuzu, bacağınızı kırın ama poponuzun üzerine düşmeyin. Çeken bilir evladım, böyle bir acı yok!

Hiç yorum yok: