15 Şubat 2018 Perşembe

Aşka düşen denk olur*

Siyah Beyaz Aşk 8. bölüm yorumu

Aşka düşen denk olur*

"Kafam allak bullak oldu, her şey birbirine karıştı." Ebru'ya söylediği bu cümle, Aslı'nın halinin özeti. Aslı ne yapacağını, ne düşüneceğini şaşırdı. Kendini kontrol de edemiyor, Ferhat'a öfkesini her fırsatta kusuyor ama onun için endişelendiğini de saklayamıyor. Bir taraftan senden nefret ediyorum diye bağırırken Ferhat'a, bir taraftan dikişlerinin patlamasından endişe ediyor. İlk bölümlerde duygularının kendisini hiç yanıltmadığını söyleyen Aslı, şimdi duygularının değil, kafasının karışıklığından söz ediyor.

Bakmayın nefret cümlelerine, Aslı'nın duygularından söz edecek hali yok, çünkü algıları kapalı. Biz haftalardır Ferhat'ın gözlerinde neler neler okurken o çıkıp "buzdolabı gibi gözlerinle bakıyorsun" diyebiliyor, çünkü görmek istemiyor. Ferhat'ı zihninde bir yere yerleştirdi ve hissetmeye başladıklarına rağmen hâlâ ilk günkü yargısıyla bakıyor ona. Aslı'ya hak vermiyor değilim, Ferhat'la rastlaştığı günden beri aklına bile getirmeyeceği şeyler yaşadı, kötülükler, haksızlıklar gördü, acılara tanık oldu. Aklı ve vicdanı ona bambaşka şeyler söylüyor, bu nedenle de kalbini susturmak zorunda hissediyor kendini. Dediğim gibi, hiç de haksız değil.

Yine de bizler, bu dizide hislerin direkt sözcüklere dökülmemesine, gözlerden, davranışlardan okunmasına ve detaylara gizlenmesine alışığız. Alev alev yanan evden kaçmaya çabalarken de, silahlı adamlardan kaçarken de öncelikle Ferhat'ın yarası için endişeleniyordu. Yiğit'le konuşup öğrendiklerinden sonra ne yapacağını, ne düşüneceğini bilemezken bile yanına gelen Ferhat'a ilk sorduğu soru "iyi misin" oldu. Bu aşamada ben zaten bundan fazlasını istemiyor ve beklemiyorum. Her hafta bir tango ile başlıyor hikâyemiz; her şey adım adım. Tango adımları hayata dair pek çok şey söyler bize, olması gerekenden daha hızlı adımlar atarak daha güzel tango yapılamaz mesela...

Ferhat'ın kafası karışık değil bence. Bunca yıl kendini saklamasına, kalbini kapatmasına rağmen başına gelenlerin farkında. Bununla mücadele etmiyor, buna direnmiyor. Tek yaptığı, içinde bulunduğu durumu yok saymak. Çünkü o da farkında Aslı gibi birinin kendisiyle işi olmayacağının; onlar siyahla beyaz kadar uzaklar birbirlerine. Bu yüzden Aslı'ya göre çok daha rahat davranıyor, yakınlaşıyor, başka anlamlara gelecek laflar ediyor, imkânsızlığın altını çiziyor her fırsatta ve susuyor. Aslı konuştukça, içini döktükçe daha çok susuyor Ferhat. Aslı sözcüklerin arkasına gizlerken kalbindekileri, Ferhat suskunluğa gizleniyor. Onlar siyahla beyaz kadar uzaklar griye, eşit uzaklıktalar aşka. Türkünün dediği gibi: Aşka düşen denk olur!* Eşitliği aşk lehine bozan kişinin de Ferhat olacağını düşünüyorum, gözyaşını karşısındakine ilk gösteren kişi olması gibi.

Aslı'nın arabayı alıp gitmesine -nereye gittiğini bile bile- izin vermesi şaşırtıcı gelebilirdi, Ferhat'ın halini anlamasaydım eğer. O aslında çoktan teslim oldu aşka, sadece dışa vurmuyor bunu, nasıl dışa vuracağını bilmediğinden belki de. Tıpkı kurşun yedikten sonra yerde yatarken Aslı'ya git demesi gibi bir durumdu Aslı'nın Yiğit'e gittiğini anlaması. Yapamaz diye düşündü Aslı'yı tanımaya başladığı için. Yapamaz, çünkü böylesine içine girdiği bir hikâyeyi yarım bırakıp gidemez Aslı. Yaparsa, boynu kıldan ince Ferhat'ın. Çantasını hazırlayıp beklemesi gösteriş değil, teslimiyetti. İhtiyar'ın evindelerken fonda çalan şarkıyı hatırlama vakti: Senden gelsin, ölüm başım üstüne.**

Ya şimdi ya hiç diyerek çıktı yola Aslı, o da tıpkı Ferhat gibi düşündüğünden. Ait olmadığı bu karanlığı ya aydınlatacaktı ya da bir daha dönmemek üzere çıkacaktı o karanlıktan. Henüz bir karar vermemişti aslında, ama yapması gerektiğini düşündüğü şeyi yaptı ve bindi o arabaya. Belki de durdurulmayı bekledi, böylece bir seçim yapması, zaten karışık olan aklını bir de bununla karıştırması gerekmeyecekti. Ferhat durdurmayınca bir seçim yapmak zorunda kaldı, kendisini tedirgin eden, fakat günbegün içine de çeken seçeneği enine boyuna öğrenmek istedi.

Yiğit, Aslı'nın hiç bilmediği, görmediği bir Ferhat anlattı ona. Aydınlıktan karanlığa, masumiyetten zalimliğe, beyazdan siyaha geçişin hikâyesini… Bu hikâyeyi bildiğinizde bile Ferhat'ı anlamak zor, empati kurmak daha zor. Ama insanda anlamaya çalışmak, yanında olmak ve elinden tutup aydınlığa çıkarmak arzusu uyandıran bir hikâye. Aslı, bundan sonra bu arzunun peşine düşecek gibi görünüyor. Şaşırtıcı değil, hayattaki amacı bu, iyileştirmek, sağaltmak onun işi. Ferhat'ı iyileştirecek ve renklendirecek gücü yettiğince, eli erdiğince… Sahildeki konuşmaları ve köfte ekmek sahneleri, Aslı'nın bu yolda başarılı olacağının kanıtı.

Yiğit'in de Ferhat'ı anlamaya çalıştığını, anladığını görmek beni mutlu etti. Buna rağmen Ferhat'a duyduğu öfkeyi ise terk edilmiş hissetmesine bağlıyorum. Sevgisini, şefkatini gösteren, koruyan, kollayan bir abiymiş Ferhat karanlığa çekilmeden önce. O günleri ve abisini özleyen, abisinin içindeki beyazı bildiği halde sürekli siyahla karşılaşan Yiğit'in öfkesini artık anlıyorum. Anlamadığım şey, Aslı'ya anlattığı Ferhat'ı Suna'ya anlatmaması, Suna'yı bu hikâyenin dışında tutması ve buna rağmen öfkesini hep ona göstermesi. Suna'yı korumak istiyor olabileceği aklıma geliyor, ama insan sevdiğinden yarasını saklamaz diye düşünüyorum.

Kardeşler birbirlerinden uzak düşmüşler ama kalplerindeki sevgiyi korumayı bilmişler. Yiğit'in Ferhat'ı anlatışı, Ferhat'ın Yiğit'e doğum günü mesajı ve anlamlı hediyesi, Gülsüm'ü kurtarmak için gücünün son zerresine kadar direnmesi, uyanıkken sarılamadığı kardeşini uyurken ziyareti, Gülsüm'ün abisine nasıl yaklaşacağını bilemediği için Aslı'yı onun yerine koyması hep bu sevginin, kardeşlik bağının yok olmadığının işaretleri. Fırsatını bulduğumuz her anda kardeşlerimize sımsıkı sarılmamız gerektiğinin anımsatıcıları.

Bu dizide en çok sevdiğim şeylerden biri, Aslı ve Ferhat arasındaki replik döngüleri. Dördüncü bölümde, "Var mı eksiğim?" sorusuyla başlamıştı, bu bölümde "sonra sonra" ve "uyumadığını biliyorum"la devam ediyor, dilerim devamı da gelir. Hem sevdiğimiz sahneleri hatırlıyor, hem de hikâyenin temellerine birer ilmek daha atıyoruz. Üstelik her yeni kullanımda anlam değiştiği için Aslı ve Ferhat arasındaki ilişkinin gelişimini bu replikler üzerinden de takip edebiliyoruz.

Çok sevdiğim bir diğer özellik de, karakterlerin mizahi yönleri. Aslı'nın, Ferhat'ın komutlarına ve yasaklarına verdiği tepkiler beni gülümsetmekten öteye geçti, kocaman kahkahalar attırıyor artık. Handan'ın Safiye'yi duyup Abidin'e Abuş demesi, İdil ve Yeter'in atışmaları, Gülsüm'ün Cüneyt'e inat sözleri, hatta Dilsiz'in yenge dememeyi becerememesi. Hem daha sahici kılıyor izlediğimiz şeyi, hem de nefes aldırıyor onca aksiyon arasında.

Geçen hafta, İdil'i makyajsız ve ağlamaklı bir suratla bir jinekologdan çıkarken görmüştük en son. Ne olup bittiği bize söylenmedi ama benim kürtaj yaptırdığından şüphem yok. İdil'in gözlerindeki umut ışıkları silindi, yerine intikamın çelikten parlaklığı geldi bile. Namık'tan intikam alacak bir İdil'e kapılarım sonuna kadar açık, ama bunun için Şahin'le işbirliği yapacak bir İdil ile mutlu olacağımı sanmıyorum. Hem Namık'ın birkaç cephede birden savaş verdiğini görmek isterim, hem de yalnız bir kadın olarak kendi yolunu kendisinin çizdiğini görmek isterim İdil'in, bugüne kadar izlediğim İdil'i koyduğum yer bu. Fakat Şahin'le tanıştıktan ve onun üstü kapalı teklifini reddettikten sonraki bakışı işkillendirdi beni.

Safiye'nin tehditlerinin içinin boş olduğunu birilerinin görmesi lazım artık. Safiye, Yeter ve Gülsüm'ün kendisine muhtaç olduğunu düşünüyor ama durum pek öyle değil. Bebeğin annesinin Safiye değil Gülsüm olduğu ortaya çıkarsa Gülsüm'ün bir miktar başı ağrır ama eninde sonunda sorun çözülür. Oysa gerçeğin ortaya çıkması durumunda Safiye'nin o evde kalması için bir sebep kalmayacak ortada, yani sırrı ortaya dökerse kendi ayağına sıkmış olacak Safiye. Bırakınız anlatsın, ne anlatacaksa…

Gülsüm aksiyon alamıyor ama çok güzel konuşuyor bir süredir. Cüneyt'e verdiği ayarlar buradan Fizan'a yol olur ama Cüneyt yüzsüz çıktı, buradan bize hikâye çıkmıyor. Fakat Gülsüm'ün günbegün aydınlanmasını görmeye paha biçilemez. Önce Cüneyt'in beş para etmez bir adam olduğunu fark etti, sonra güvenmesi gereken kişinin Aslı olduğunu gördü, şimdi de Vildan'ın halini herkesten daha iyi anlayan kişi oldu. Vildan değişmek, toparlanmak, yeni bir sayfa açmak istiyor, ama eşinden de annesinden de destek bulamıyor. Buna rağmen çabalaması, oldukça acıklı bir fotoğraf koyuyor önümüze. Bir yerlere tutunmaya çalıştıkça öteleniyor Vildan, şimdilik tırmalamaya devam ediyor ama sabrı elbette taşacaktır. O taşkında dilerim ilk boğulan Cüneyt olur.

Hikâyede Şahin'in kızı olmaya en müsait kişi Ebru idi, hem kimsesiz olduğu, hem de Namık'ın desteğiyle bugünlere gelmiş olduğu için. Fakat bize anlatılan hikâyede, 99 depreminde izi kaybedilen kızın 5-6 yaşlarında olduğu söylenmişti. Bu durumda Şahin'in kızı günümüzde 24-25 yaşlarında olmalıydı ve cerrah olan Ebru bu tarife uymuyordu. 6 yıl Tıp ve 5 yıl uzmanlık eğitimi alan biri, fakülteye 16 yaşında girmiş olsa bile günümüzde 27 yaşında olabilir en az. Yani o kız Ebru olamaz. Üstelik bu bölümde Şahin'in 95'te hapse girdiğini öğrendik, bu durumda 99 yılında kızıyla fotoğraf çektirmiş olma olasılığı da kalkıyor ortadan. Bu kısım için daha fazla açıklamaya ihtiyacımız var.

Sayıları bir kenara koyduğumda, Şahin'in Ebru'yu nasıl bulduğu sorusu ve Namık'ın yanında kalmasına müsaade edişi ilgimi çekmiyor, kızını intikamı için kullanması da. Aklımda tek bir soru var bu konuyla ilgili: Ebru neden sevgiyle değil de biat eder gibi öpüyor babasının elini? Ve Şahin, neden kızını sever gibi değil de, bir müridini kutsar gibi öpüyor Ebru'nun alnını? Neden sarılmıyorlar?

Tarihlerle ilgili bir başka sıkıntı da Yiğit Ferhat'ı anlatırken çıktı ortaya. 95 yılında babası öldürüldüğünde 12 yaşındaymış Ferhat, yani 83 doğumlu. 20 yaşında, yani 2003'te askere gitmiş. 2007 Dağlıca baskınında arkadaşlarını kaybetmiş. Yani Ferhat, 2003-2007 arası, 4 yıl askerlik yapmış, öyle mi?

Cem'in açığa alınması sorununu Ferhat'ın çözeceğini tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yoktu, Aslı'nın bir sorunu varsa elbette Ferhat çözecek. Çünkü evet, Aslı'nın kahramanı olmak ister Ferhat. Ve evet, düşmanın bile mert olanı lazım insana, Şahin gibi bel altı vuranı, Namık gibi yüze gülüp arkadan iş çevireni değil. Ve Ferhat bunu Aslı bilmesin ister, çünkü onun minnetini değil, kalbini kazanmak ister.

Ferhat aile yemeğinden söz ettiğinde Aslı, "o insanlar fırsatını bulsa bir kaşık suda birbirini boğacak" dedi. "Ama bak, Aslı fırsatı varken sizi ihbar etmedi" diye tamamladım ben o repliği. Söylediklerinden değil, söylemediklerinden anlıyoruz pek çok şeyi. Ferhat'ın 'ailesi' ile kendini net bir şekilde ayırdı Aslı, o kapıdan girip Ferhat'ın elini tutarak. Evet, bize net olarak göstermediler ama elini uzatan Aslı'ydı, bunu omuzların hareketinden de anlayabiliriz, Ferhat'ın hayırdır doktor der gibi bakışından da, Aslı'nın acaba ne tepki verecek diye Ferhat'a ürkek bakışından da.

* Urfa yöresinden Kınıfır isimli türkü, söz-beste: İbrahim Özkan 
** Cevdet Bağca, Al Ömrümü

(Bu yazı ilk olarak 4 Aralık 2017 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: