13 Şubat 2018 Salı

Binbir gece hesapları

Siyah Beyaz Aşk 6. bölüm yorumu



"Âşık mısın?" sorusuna yanıt veremedi Ferhat, nasıl versin? Evet diyemez, daha kendine bile itiraf etmedi, bununla yüzleşmedi, bir karara varmadı. Hayır diyemez, böyle anlarda hayır demek, evet diye bağırmaktan daha etkilidir çünkü. Sorunun sorulduğu noktada bile duramadı Ferhat, uzaklaştı, sırtını döndü… Ve konuyu değiştirdi. Konu tekrar açıldığında da kapanmamış bir hesabı olduğunu söyledi. Sahi ya, gazetecilere söylediklerinin hesabını da soracaktı Aslı'ya. Doğum meselesini de kurcalayamadı. Ebru'nun odaya girmesinin hesabı da var. Binbir gece hesaplarına benzeyebilir bu durum. Ama bin birinci geceye kalmadan yanar kül olur belki de tüm hesaplar… Nitekim hesap sormaya fırsat kalmadan, Aslı ile el ele silahlardan kaçarken buldu kendini Ferhat. Aşk, hiç hissettirmeden insanın kanına böyle böyle giriverir. Yalnız aşk değil, güven duygusu da böyledir. Biraz önce "öldürsene beni" dediğin adam yanındayken "Allah'ım sen canımızı koru" diye dua eder hale gelirsin. Aklın başka, dilin başka söylerken, ellerini bırakıverirsin hiç sevmediğini, hiç güvenmediğini avaz avaz bağırdığın ellere... 

Evet, aşk için de, güven için de çok çok erken ve aşılması gereken dağlar, uçurumlar var arada. Ama böyle yoğun korku ve psikolojik baskı ortamlarında duygular alışılmadık biçimlerde ortaya çıkar. Anlaşılan bu hikâyede de böyle olacak. Onlar yavaş yavaş yaklaşırken birbirlerine, kendileri de anlam veremeyecek olan bitene. Biz de afallayıp kalacağız ekran başında ve birbirimizi ikna etmeye çalışacağız, ufak detaylarla.

Parmak izi konusunu ortaya atıp Aslı'nın oltaya gelmesi için geri çekilen Ferhat'ın Aslı'yı camı silerken yakaladığı anda attığım kahkahayı eminim komşular da duymuştur. Ardından gelen sahne, bölümün en iyi sahnelerinden biriydi yine. Ferhat'a karşı lafı hiç dolandırmadan konuşmasını çok seviyorum Aslı'nın. Evet, arkasından iş çeviriyor, çünkü başka türlü kurtulma şansı yok. Ama yeri gelince de ne yaptığını söylüyor, kaçak dövüşmüyor Aslı, lafını sakınmıyor.

Ferhat'ın da hoşuna gidiyor Aslı'nın bu dik duruşu. İyice kurcalıyor lafın sağını solunu, kendisine olan nefretini kusturuyor sürekli. Hoşlandığınız kişiye hislerinizi belli etmemek için onu sinir etmeye harcarsınız ya tüm enerjinizi, Ferhat'ın durumu da işte öyle. Aslı'nın ağzından kendisi için iyi bir söz çıkmayacağını bildiğinden kötüleri söylesin diye zorluyor. Ne kadar kötüsünü duyarsa o kadar iyi hissedecek kendini sanki. İçeri girmemi çok mu istiyorsun? Ziyaretime gelir misin? Ne olacak ben içeri girdikten sonra? Daha sonra? Ya daha sonra?

Aslı'nın sonra ne olacağına dair hayalleri vardı aslında, âşık olduğu adamla evlenecekti, mutlu olacaktı falan. Ama Sinan'ın gerçek yüzü ortaya çıkınca bu hayal rafa kalktı haliyle. Ben Ferhat'ın buna benzer bir hayali duymak istediğini düşündüm sonra, sonra diye ısrarla sordukça. Âşık olacağım, mutlu olacağım demesini istedi sanki Aslı'nın. Ağzından aşk lafı çıksın istedi. Ama Aslı, "seni unutacağım, her şeyi unutacağım, kendi hayatıma devam edeceğim" dedi. Ne acı. Oysa Ferhat, "hadi içeri gir" cümlesinin ardına "üşüyeceksin"i eklemeyi bile öğrenmişti.

"Gözlerim kapalı, çünkü yüzünü ne kadar az görsem o kadar iyi" cümlesini ilk bölümde duysaydı Ferhat, belki başka bir karşılık verirdi. Oysa şimdi, "O zaman kapat" diyebildi sadece. Kapat ki ben seni oradan kaldırıp yanıma getirmenin, konuşturmanın başka bir yolunu bulayım.

Namık, Şahin'in planını çözüp de "Aslı nerede şimdi" diye sorunca Ferhat'ın hiç düşünmeden Aslı'ya koştuğunu da gördük. Ferhat'tan yana hiç şüphemiz kalmadı artık, dut gibi âşık. Kendisi de itiraf etti hatta, "Alacak verecek davası, istediler vermedim" diyerek. Merak unsuru şu: Ferhat bu hislerle nasıl baş edecek?

Namık'ın sorusu bölüm boyunca Ferhat'ın zihninde yeniden yeniden uyanıp onu düşüncelere gark etti. Aslı'nın sözleriyse aklına gelip gelip öfkelendirdi, hırslandırdı onu. Ve Ferhat bu işin içinden çıkamadı. Bünye alışık değil tabii. Oysa ihtiyar, bir bakışta çözdü durumu, birkaç cümleyle de serdi ortaya. Böylece Aslı da ilk kez Ferhat'la ilgili başka türlü düşünmek zorunda hissetti kendini, 'acaba'lar oluştu zihninde. Bu durum, paslı kilidi çözüp hazineye erişmeyi denemesine yetmeyecektir diye düşünüyorum. Zaten uzun uzun düşünmeye de fırsatı olmayacak, bir gün bir bakacak ki içine düşmüş bile bir girdabın.

İhtiyar'ın yanında hayat ne kadar güzeldi. O küçük kulübenin dışındaki her şey çok uzaklarda kalmıştı ve içerde hiç sorun yoktu. Yeni evliler bir büyüğü ziyarete gitmişlerdi sanki. Sohbet ettiler, tombala oynadılar, kestane yediler. Öyle ki, Ferhat'ın gülümsediğini bile gördük haftalardır ilk kez.

Ve finale yaklaşırken son diyalog, Ferhat'ın arkana bakmadan koş demesi üzerine ısrarla sen diye sorması Aslı'nın ve arkandayım yanıtını alması. Bu diyalog başka türlü yazılamazdı zaten. Arkana bakma lafının tek karşılığı 'ya sen' sorusudur, onun da tek yanıtı 'arkandayım' olmalıdır. Ve nihayet biri yere düştüğünde, diğeri koşmayı değil, düşeni kaldırmayı, yaralının yarasını sarmayı seçmelidir.

Aksiyonu ve duygusu yüksek bir bölümle karşıladı bizi yeni senaristimiz. Bütün bölümü nefesimi tutarak izledim desem yeridir. Öyle ki, tekrar izlerken bile heyecanla tepki veriyordum önümdeki ekrana; bu yazı bu kadar geciktiyse biraz da bu güzel sahneleri izlemeye doyamamam yüzünden. Yavaşlıktan şikayet ediyordum biliyorsunuz, dolayısıyla hikâyenin hız kazanmasından, bu koşturmacadan, bu soluk soluğa kalmalardan son derece mutluyum.

Ferhat'ın aralık olan her kapıdan silahını uzatma, hareket eden her şeye ateş etme potansiyeli taşıması ciddi bir sorun. Bu sorundan zamanla kurtulacağız derken iş Aslı'yı da silahlandırmaya varacak diye korkuyorum. Gerçi daha silahla ilk temasında bu işlere uygun olmadığını gösterdi Aslı, ama can pazarında insanın içinden nasıl biri çıkar bilinmez. Aman diyeyim.

Ebru da bu işlerin insanı değil, o kadar ki, nasıl cerrah olduğundan şüphe etmeye başladım. Bir insan gizlice girdiği bir odanın kapısını kapatmaz mı? Gizli işler çevirecekken telefonunu tamamen sessize almaz mı? Yok, Ebru Hanım illâ yakalanacak, illâ bir açık verecek. Namık, yanına yanaşamazlar diye düşünüyor olmalı, Cüneyt kendi derdinde, yine bir tek Ferhat işkillendi, bir tek o çözdü durumu. Ebru'nun parfümü buram buram kokmasa, Aslı'nın saçında yaprak bulmasa da çözerdi.

Şahin'in düşmanlığından emin olunca onun ilk planını da çökertmeyi başardı zaten Ferhat. Tek bir şey aklıma yatmıyor bu kadar olay içinde. Ferhat Aslı'yı da alıp İhtiyar'ın yanına gitti ve telefon açıp bunu hiç güvenmediği Cüneyt'e anlattı ama has adamı Dilsiz'e anlatmadı mı? Bu nasıl olabilir?

Namık'ın Şahin'in önüne Aslı'yı atmak istemesi ilk bakışta mantıklı: hem tehlikeli bir tanıktan kurtulacak, hem bunu yaparken elini kirletmeyecek, hem de Aslı'ya bulaşıp Ferhat'ın hedefi olmayacak. Fakat bazı sorunlar var: Aslı'nın ortadan kalkmasıyla Şahin meselesi bitmeyecek. Ve ne olursa olsun düşmana karşı bir kayıp verilmiş olunacak. Ben bunları düşünürken Şahin durumu anladı ve hedefi değiştirdi neyse ki. Böylece Namık'ın kendince akıllı hamlesi elinde patlamış oldu. Aslı'yı önüne atmaktan çekinmediğin adam senin oğlunu hedef aldı, şimdi bir kere daha düşün bakalım Namık Emirhan!

Namık'ın endişelenip korumak istediği herkesi yakınına toplamak istemesi ve bu nedenle İdil'i eve getirmesi iyi fikir. O ev ne kadar karışırsa biz o kadar keyifleniriz diye düşünüyorum. Öte yandan, bu yakınlığa Yeter ve Handan'ın sevinmeleri için de bir sebep var. Siz bebekten kurtulmak istemiyor muydunuz, bir punduna getirip itiverin İdil'i merdivenden aşağı, siz sağ ben selamet. Gerisini Namık düşünsün.

Safiye de gerçek yüzünü göstermek için aile cüzdanını eline almayı bekleyenlerdenmiş meğer. İmzayı atar atmaz o saf kadın gitti, Yeter'e bile kök söktüreceğinin sinyallerini veren dişli bir kadın geldi. Evdeki Handan-Yeter atışmalarından o kadar sıkılıyorum ki, onları geri plana atacak ya da ortak düşmana karşı yan yana saf tutmalarını sağlayacak her şeyi buyur edebilirim o eve.

Cüneyt'in bir adım atmamaktaki ısrarı ve hatta bebeğin Abidin'in nüfusuna geçecek olmasından bile rahatsızlık duymayışı giderek daha ilginç geliyor bana. Doğumu ürkek gözlerle izlemesi, bebekle ilgilenmesi ve Vildan'a yüz vermemesi Gülsüm'e karşı boş olmadığına ikna edebilir beni, ama yine de bu hareketsizliğe anlam veremiyorum. Namık'la derdi her neyse bir an önce o konunun açılması lazım, yoksa Gülsüm'ün sürekli aynı şeyleri söyleyip ağladığı, Cüneyt'in de ortalıkta boş boş dolaştığı sahneleri izlemeye daha fazla devam edemeyiz.

Adı geçmişken söylemeden geçmeyeyim, Vildan'ın Sue Ellen halleri her geçen gün daha komik oluyor. Elinde kahve süsü verilmiş içki bardağı, hiç mola vermeksizin zıkkımlanırken ona buna laf sokmaya çalışması, gerginlik yaratması ve sonra da ilgisizlikten yakınması bir karakterden çok bir karikatüre benziyor. Umarım gerçekten başka biri olmayı dener de o mücadelenin zorluklarını ve başka biri olmanın yollarını gösterir bize.

Ebru ve Cem'in damdan düşer gibi yakınlaşmaya başlaması ilginç. Yine de, ikisini de sevmediğim ve hikâyedeki sorulara yanıt bulabilecek kapasitede olmadıklarını düşündüğüm için Aslı'yla değil birbirleriyle ilgilenmelerini tercih ederim. İkisinde de bu yakınlaşmayı daha ileri taşıyacak adımı atma potansiyeli görmüyorum aslında, ama Aslı'nın gazıyla falan olabilir bir şeyler. Denemeliler.

Yiğit'in bir noktada Suna ile arasının açılmasını bekliyordum, ailesi nedeniyle, ama bu kadar çabuk değil. Her ne kadar kendisini bu davanın bir tarafı olarak görse de Yiğit bu hikâyenin önemli bir parçası değil, olması gerekenden çok daha dışarıda duruyor henüz. Suna ile sorunlar şimdiden başlarsa o evlilik bunca acının içinden nasıl geçer bilemedim.

Diziye yeni bir kötü adam girmesi, hem aksiyon dozunun artması hem de ortak bir düşmana karşı Aslı ile Ferhat'ı yakınlaştırması açısından çok doğru bir adım. Ama Şahin'in her sahnesinin alt metninde "kötüyüm ben kötüyüm" şarkısı çaldı zihnimde, çok fazla vurgulanmış, çok karikatürize bir kötülük olmuş Şahin'inki. Bir de sürekli kendi kendine konuşup ne yapacağını söylemesi çok yapaydı. Neden kötü bir adam yapacağı kötülükleri durduk yere yüksek sesle tekrarlasın ki kendi kendine? Bu tür sahneler derdini çok kolay anlatır ama seyirciyi de aynı kolaylıkla sahnenin dışına iter. Anlatının selameti açısından çözülmesi oldukça zor bir sorundur bu ve bir an önce çözülmesi gerekir.

Dizinin sosuna bol aksiyon katılmış, tabağın dört köşesine de aşk serpilmiş yeni senaristle birlikte. Ebru ve Cem'in tuhaf yakınlaşması, Dilsiz'in Hülya ile diyaloga girmesi, İdil ve Namık'ın göz göze diz dize oturuşları kanımı kaynattı benim de. Bölüm 140 dakika civarındaymış, bir saat daha uzun olsa gıkım çıkmadan izlerdim. Evet, yerli dizi yersiz uzun, evet bunun anlamı insanüstü koşullarda çalışan onlarca insan ve hem kısa hem uzun vadede insan sağlığına ve sektöre ciddi zararları var bu durumun; ama ortaya öyle şeyler çıkıyor ki, insanın bu uzunluğa alkış tutası geliyor. Yetmiyor, hafta boyunca tekrar tekrar izlemek de fazla gelmiyor. Elinize sağlık, ne diyeyim.

(Bu yazı ilk olarak 20 Kasım 2017 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: