16 Şubat 2018 Cuma

Yine doldu yaşla gözlerim*

Siyah Beyaz Aşk 10. bölüm yorumu

Yine doldu yaşla gözlerim* 

Bir insanı tanımak bulmaca çözmek gibidir. Kimi karşınıza boş kareler ve sorularla çıkan, her yeni sözcükle işinizi kolaylaştıran ve sözcükleri bir araya getirdikçe bir şifreye, bir sırra ulaştığınız bir çengel bulmacadır, soldan sağa, yukarıdan aşağıya doldurursunuz boşlukları; kimi karmaşıktır, onlarca harf içinden doğru sözcükleri sizin avlayıp çıkarmanız gerekir; kimi sudoku gibidir, her bulduğunuz yanıt bir sınır koyar önünüze, kolaylaştı sanırken zorlaşır işiniz; kimi de kutusu olmayan bir puzzle gibidir, ortaya çıkacak resmi bilmediğiniz için parçaların nasıl yan yana geleceğini de deneye yanıla bulursunuz ve her bulduğunuz parçada başka bir hikâyeyi ortaya çıkarırsınız.

Aslı, ilk günden beri Ferhat'ı tanımaya çalışıyor. Ona sorular soruyor, fikrini söylüyor, onunla uğraşıyor, didişiyor, hikâyesini kurcalıyor ve sonunda tanımlar yapıyor kendince. Çünkü Ferhat bir puzzle ve Aslı parçaların peşinde koşuyor, bulduklarını uygun bir şekilde bir araya getirmeye çabalıyor.

Yeter'le Namık'ın konuşmasına tanık olduğu zaman puzzle yeni bir hikâyeye doğru genişledi ve Aslı bunu diğer parçalarla birlikte düşünüp daha büyük bir resim görmeye çabalıyor şimdi. Berber Necdet gibi iyi, sevgi dolu, kimseyi incitmemiş bir adamın neden öldürülmüş olabileceğini sorgulamaya başladı Aslı, bu sorgulamayı Ferhat da yapsın istiyor şimdi. Çünkü Ferhat'ın bir bataklık olmadığını, kendisinin nedense göremediği bir bataklığın kurbanı olduğunu anladı.

Ve insanları yaralarından tanıyan ve hayatını, yaraları iyileştirmeye adayan Aslı'nın artık kaçacak yeri yok, bu hikâyeye saplandı o da. Ve hissetmeye başladıkları onu artık rahatsız etmiyor. Sadece Ferhat'ın içindeki beyaz ihtimalini gördüğü için değil, iyileştiren el, seven elden daha güçlü daha baskın olduğu için. Yardımseverlik, iyilikseverlik kolaylıkla önüne geçer bastırılmaya çalışılan bir aşkın.

Bu kez sevdiği ve kaybetmekten korktuğu Ferhat'ın değil, daha fazla kirlenmesine izin vermek istemediği Ferhat'ın peşine düştü Aslı, panikle. Hatunun kafa zehir, yanında gidemeyeceğini bildiği Ferhat'ı izlemenin bir yolunu düşünmüş. Fakat telefonu Ferhat'ın arabasına koymak ne kadar iyi bir fikirse, telefonu koymak için torpido gözünü seçmek de o kadar kötü bir fikirmiş. Ferhat'ın da kafa zehir, durumu anlayıp Aslı'yı izlemiş. Ama izlemeseydi bile, herhangi bir şey için torpido gözünü açtığında bulabilirdi telefonu.

Ya telefonu arabadan çıkarıp bir kenara bırakmak yerine Aslı'ya sürpriz kahvaltı hazırlamayı düşünen, bir de mutfağa girip biberleri, domatesleri öldüre öldüre menemen yapan Ferhat'a ne demeli? Ya masadan kalkarken Ferhat'ın notunu cebine atan Aslı'ya? Yalnızca şeytan değil, aşk da ayrıntıda gizlidir. Ferhat'ın Aslı'nın ateşini kontrol edişinde, ısrarla üşümediğini söyleyen Ferhat soğukta kalmasın diye Aslı'nın şömineye odun attırmasında...

Aslı ve Ferhat nereye gidiyordu da benzin bitince yolda kaldılar anlayamadım. Yürüyerek ulaştıkları taş eve gidiyorlardı diye düşünüyorum, ama evden uzakta olmak demek illâ ki tenhaya çekilmek demek değildir, neden başka bir yer değil de taş ev? Ferhat Aslan Aslı'yı taş eve götürerek ne yapmaya, nereye varmaya çalışmaktadır?

Benzin bitince yağmurda yürümek zorunda kalan çiftimizi yağmur altında da görmek isterdim ben. Yanan evin içinde odadan odaya bile el ele giden Aslı ve Ferhat o yolları da el ele geçmiş olmalı. Ya Aslı çamura falan saplanırsa karanlıkta, değil mi ama?

Ferhat'ın eve girer girmez "Çıkart üstündekileri hemen" demesine uzun uzun güldüm. Neyi kastettiğini ve neyi kastetmediğini hepimiz biliyoruz ama bir yakınlaşma sahnesi olsa ve Ferhat bu sözcüklerle konuşsa eminim hiçbirimiz yadırgamayız. Aslı'nın kulağına romantik cümleler fısıldamasını bekleyecek değiliz ya! Soyunmaya ikna olan Aslı'nın "Hadi sen de çıkart o zaman üstünü" demesi peki? Sevgilerini saklamaktan vazgeçene kadar böyle sahnelerle eğleneceğiz anlaşılan.

Fakat Ferhat'ın, "Hayatımızda ilk defa soyunan kadın görmeyeceğiz" demesi hiç hoş olmadı. Sen benim için herhangi birisin, sen olmazsan başkası olur anlamına geliyordu çünkü. Nitekim Aslı da lafı buradan anlayıp ertesi sabah, "Senin etrafında yok mu IQ'su telefonundan küçük kadınlar, onlara bak" diyerek verdi yanıtını.

Oysa Aslı daha kendisi ısınamamışken Ferhat için de bir battaniye olup olmadığını sormuştu. Aç mısın, yemek yedin mi, üşümüyor musun gibi sorularla onunla ilgilendiğini, onu önemsediğini defalarca göstermişti.

Ferhat'ın ilgi gösterme biçimi tabii çok farklı ve anlaması da pek kolay değil. Saat 9'da Aslı'yı almaya gelecek olması bunun örneği. Ufak bir flashback ile izlemeye doyamadığımız masal sahnesini hatırlatmasalardı eğer, Aslı'nın yanıtsız kalan soruları listesine eklerdim bu soruyu da. Evet bu bağlantıyı biz de kurabilirdik ama emin olamazdık. Fakat madem o sahneyi hatırladık, şu da olabilir: Özgür uyuduktan sonra evden çıkan Ferhat, hemen internette Güzel ve Çirkin masalını buluyor, okuyor ve hikâyedeki benzerliğe şaşırıyor. Hatta bizim, "Ben miyim Çirkin, şimdi bir de canavar mı oldum" diye okuduğumuz bakışlarıyla Aslı'ya haksızlık yaptığını anlıyor. Masaldaki Çirkin'in olduğu gibi kendisinin de bir şansı olabileceğine inanıyor ve Aslı'yı kendisine alıştırmaya çalışıyor.

"Burada kalsaydım daha büyük hır çıkacaktı" dedi Ferhat, ailenle ilgilenmek yerine gece kaçamağı yapıyorsun diyen Namık'a. Şahin'in söyledikleri yüzünden hır çıkacaktı herhalde, evden uzak olması için başka bir gerekçe bulamadım. Aslı'yı evde bırakmama sebebi de onu Namık'tan korumak istemesi olmalı.

Namık'ın rahatlığı artık genişlik sınırlarını bile aştı, artık ya harekete geçmeli ya da biz bu rahatlığın sebebini öğrenmeliyiz. Şahin ortaya çıktıktan sonra Ebru'yu göz hapsinde tutması gerekirdi, yapmadı. Şahin öldü, yine yapmadı. Bütün yaptığı telefonla konuşmak ve önüne gelene ayar vermek. Bölüm sonunda Aslı'nın söyledikleri onu biraz olsun kışkırtır umarım.

Ayrıca borçlu olmak konusunda Namık'a söylediklerine de alkış tuttum gücüm yettiğince. Namık biraz olsun farkına varmalı artık Ferhat'ın onun emir kulu olmadığının. Yanında duruyor, lafını dinliyorsa, ona ödenmemiş bir borcu olduğunu hissettiği için değil, babasının kanını yerde koymamasına vesile olduğu için. Zaten Namık da en büyük golü buradan yiyecek ileride.

Ferhat'ın da Namık konusunda bazı adımlar atmasını bekliyordum ben, ama Ferhat cevabımı verdi Namık'la konuşurken. Babasının katilini ona getirdiği için minnet ediyormuş Namık'a bunca senedir. Peki ama Şahin'in kızı konusunun üzerine neden gitmiyor Ferhat?

Ebru, Şahin'in intikamını alacak ve kanını yerde bırakmayacakmış. Gülerim demiştim geçen hafta, gülüyorum istemsiz. Babası vurulduğunda girdiği delikten çıkmaya cesaret edemeyip SMS yoluyla adam çağırmaya çalışan, onu bile beceremediğinden bütün evi telef eden Ebru mu alacak intikamı? Kusura bakmayın da ben yemedim. Ne intikam yeminine inandım ne de çektiği acıya. Şahin'in bir başka yakını falan çıksa bari ortaya.

Babasını toprağa verdikten sonra acısını çekmek yerine koşa koşa hastaneye gelmesi de acısına inanmama engel olan noktalardan biri. Aslında Aslı'yla kurduğu arkadaşlıktan da şüpheliyim, ama hastanede Aslı'ya bu durumun böyle devam edip etmeyeceğini sorduğu zaman, Aslı'yı korumak ya da en azından bu olayların dışında tutmak isteyebileceğini gösterdi. Yani Aslı kurtulmak istiyorsa Ebru ona el verebilirdi.

Ama Aslı kurtulmak istiyorum demedi, diyemedi. "Yani... Şimdilik... Öyle görünüyor... Mecburen..." Kendisi de şaşırıyor ama Aslı artık "kurtulmak" istemiyor ve istemediğini de söyleyemiyor yüksek sesle. Buna mecbur olduğunu söylüyor onun yerine. Bıçak çeken adamdan korkmadığı gibi, Ferhat'tan ve onun yanındayken yaşayabileceklerinden de korkmuyor artık Aslı.

Meğer Abidin'i tanımıyormuşuz hiçbirimiz. O pasif, sessiz, uyumlu adamın Cüneyt'e ayar vermesine bile şaşırmıştık geçen hafta. Ama o 'yarım akıllı' Abidin'in içinden yüreği kocaman bir insan çıktı, çok şükür. Böyle silahlarla, şiddetle dolu bir ortamda yaşayan, üstelik de güçlü tarafta olan Abidin, hiç yüz vermedi şiddete, en insan yanıyla kurtuldu sorunlarından. Cüneyt'e bir ayar daha verdi ve şimdilik serbest bıraktı onu. Çünkü arada Özge var, Vildan var, Gülsüm var. Oysa Safiye ile arasında hiçbir bağ yok, bu nedenle Safiye ile yüzleşmeyi ve en uygun şekilde hayatından çıkarmayı seçti.

Meğer Abidin yarım akıllı değilmiş, çoğunluğun akıl sandığı kurnazlığa meyil vermezmiş yalnızca. Her şeyi görür ama üstünde durmamayı seçermiş. Söylenene inanır ve söylenmeyeni kurcalamazmış. Meğer Abidin, sessiz sakin, kimseye bulaşmadan kendi hayatını yaşamaya çalışan bir insanmış yalnızca. İnsanmış.

Duyduklarını uzun uzun düşündü Abidin, parçaları birleştirdi, hikâyeyi tamamladı ve hükmünü verdi. Bebeği anasına kavuşturup Gülsüm'ü mutlu etti, Cüneyt'i hizaya getirip Vildan'ı mutlu etti, para verip Safiye'yi mutlu etti. Kendisinin içi yanıyor, görmemek imkânsızdı. Bundan sonra bambaşka bir Abidin izleyeceğiz, o da belli. Ama bu krizi yönetme biçimi beni Abidin'e; bu değişimi, kozasından çıkan Abidin'i eksiksiz oynayışı da Timur Ölkebaş'a hayran bıraktı.


Abidin will never be 'Abuş' again!

Cüneyt meselesinin bununla kalmayacağı aşikâr. Abidin sussa da İdil bir noktada konuşacaktır. Ya da Cüneyt başka naneler yiyip topun ağzına gidecektir yine. Açıkçası bunun da çok geçmeden olmasını diliyorum. Hem Cüneyt'in hak ettiğini bulması için hem de Halil Gök'ün alanının genişlemesini görmek için, her hafta izliyorum ama gerçekten özledim onu izlemeyi.

Yedinci bölümde Gülsüm Safiye'yi boğduğunu sandığı zaman şöyle yazmıştım: "Öldüğünü sanmıyorum Safiye'nin, ölmesin de zaten. Kısa bir baygınlık sonunda ayılacak ve yine de ayağını denk almayacak, aksine daha da hırçınlaşacaktır. Böyle ilk adımlarında değil, hırsının, kibrinin yükselişiyle ölmeli, ölecekse. Trajik bir ölümü fazlasıyla hak eden bir karakter."

Tam da istediğim gibi oldu Safiye'nin sonu. Gülsüm'le Yeter'i sürekli taciz etmesi yetmemiş, bir de İdil'le müttefik olmaya kalkışmıştı onlara karşı. Foyası meydana çıktığında bile "kaçalım" diyerek Abidin'i kullanmaya çalıştı. Var gücüyle hırsını konuşturduktan hemen sonra, kendisine çok yakışan o sonu yaşadı Safiye. O kadar ağladıktan, hakarete uğradıktan ve kovulduktan sonra bile o paraları almaktan çekinmeyen Safiye, o paralar yüzünden öldürüldü. Daha ne olsun?

Bölümü izlerken keyfim son derece yerinde, hayat yolundaydı. Öncekilere göre daha sakin, daha duygusal olsa da bölüm, ağlamaya hiç niyetim yoktu. Ta ki Mehmet Erdem'in sesini duyana kadar. Hikâyeye bu şarkı üzerinden bakınca, şarkının Ferhat'a uygun olduğunu görmek hiç de zor değil. Uçsuz bucaksız dalan, isteyen ama kaçan, uykusuz geceleri art arda dizen, her şeyi gizlese de gözyaşlarını gizleyemeyen Ferhat'ın şarkısı olmaya en uygun şarkılardan biri bu. Ben de ağlamaya çekinen biri olmadım hiç. Yine oldu, yine doldu yaşla gözlerim...*

*Mehmet Erdem - Hepsi Benim Yüzümden, söz-müzik: Cihan Güçlü

(Bu yazı ilk olarak 18 Aralık 2017 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: