15 Şubat 2018 Perşembe

Kâbusun bitti Doktor!

Siyah Beyaz Aşk 7. bölüm yorumu

Kâbusun bitti Doktor!

Şahane bir bölüm sonu izledik geçen hafta, duygusu, aksiyonu yüksekti. Çok iyi yazılmış, oynanmış ve çekilmişti. Bütün hafta başta son sahne olmak üzere bölümü konuştuk durduk, tekrar tekrar izledik sahneleri. Ve yüreğimiz ağzımızda bekledik Pazartesi akşamını. Ferhat'ın ölüp ölmediğini merak ettiğimizden değil elbette, Ferhat'ı vuran kurşunun onu Aslı'yla nasıl yakınlaştırdığını görmek için. Kalplerinin sesini duymak için.

Yakınlaşma oldu, üstelik tam da istediğim gibi oldu. Fiziksel değil duygusal yakınlık. Ferhat'tan nefret eden, her fırsatta kaçmayı deneyen, bütün bu yaşadıklarını bir kâbus olarak tanımlayan ve bir gün bütün bunları unutup kendine yepyeni, rengarenk bir hayat kurmayı planlayan Aslı gitti, yerine kendini sorgulayan, kalbini dinlemeye çalışan, aksiyona dâhil olan bambaşka bir Aslı geldi, üstelik içindeki gökkuşağından tek bir rengi bile feda etmeden.

Fakat bütün o sahneler, evdeki diğer karakterlere, en çok da konuyla hiç ilgisi olmayan Safiye'ye kurban edildi ya, üzüntümü nasıl anlatayım inanın bilemiyorum. Aslı Ferhat'ın vurulduğunu gördü, hop Şahin sahnesi, Aslı Ferhat'ın yanına koştu, hop Şahin sahnesi, Ferhat inleye inleye Aslı'ya laf soktu, hop Şahin sahnesi, Aslı yardım bulmaya gitti, hop Safiye sahnesi. En yakındaki adam İhtiyar, onun bile Ferhat'ın vurulduğunu öğrenmesi 20 dakika sürdü. Sanki sahneler iskambil destesi, kurgucu da krupiye, karmış da karmış sahneleri. Gerçekten başım döndü, olabilecek en kötü anlamda kullanıyorum bu baş dönmesi lafını da. Hiçbir sahneye konsantre olamadım, hiçbirinin duygusunu yakalayamadım bölümün ilk yarısında.

Ferhat yattığı yerden laf soktu Aslı'ya, git dedi, kâbusun bitti dedi, yara iyileştirmeyi biliyorsun ama yaradan anlamıyorsun dedi, beni bırak dedi. Suratı toprağa gömülü, başını kaldırmak için bile tüm gücünü kullanması gerekliydi, onu da Aslı'yı kovalayabilmek için kullandı. Hani bazen birine git dersiniz ağzınızla, ama içinizden kal diye bağırırsınız. Bir süredir Ferhat'ın bütün ters laflarını bu taraftan okuyorduk. Dilinin başka, kalbinin başka söylediğini biliyorduk. Sanırım ilk kez kalbinden geçeni söyledi Ferhat, Aslı'yı korumak için. Sadece o anın gerginliğinden korumak için de değil, nereden geldiğini bilmediği ateşlerin arasında kalmışken, daha fazla karanlığa bulaşmasını istemediği için Aslı'yı kendisinden tamamen uzaklaştırmak istedi. Kâbusun bitti, git ve kendini kurtar dedi.

Ve her fırsatta kaçıp gitmeye çalışan Aslı bu kez gitmedi, gidemedi. Evet, Aslı yaralı birini öylece bırakıp gidecek bir karakter değil, ama gidemeyişinin tek sebebi de bu değil. Ferhat'a söylediği sebep, yani Hipokrat yemini, durumu açıklamak için yeterli değil. Aslı bu kez farklı bir açıdan görüyor Ferhat'ı. İlk kez onu böyle çaresiz, yardıma muhtaç halde görüyor, ilk kez zalim değil mazlum Ferhat'ı görüyor.

Aslı o anda ya da en azından ameliyattan sonra çıkıp gitseydi kâbus biter miydi bilemiyoruz, ama yine de Ferhat'ın sözlerinde haklılık payı var. Aslı için kâbus bitti, çünkü Ferhat'la evli olmak artık kâbus değil. Fakat gidemiyor, çünkü artık Ferhat'ı kaybetmek bir kâbus.

Bir de İhtiyar'ın önceki gece söyledikleri var tabii. Gönül gözüyle görmesi gereken bir Ferhat var; kendini gizleyen, içinde iyi niyetli, kırılgan bir adam sakladığı söylenen Ferhat. Ve kalbinin sesini dinlemesi gereken bir Aslı. Stetoskopla değil ama.^^

Şaka bir yana, fragmanda gördüğüm anda bayılmıştım bu fikre. Ferhat gibi birine başka türlü nasıl bakabileceğini bilemeyen Aslı, bildiği yoldan çözmeye çalıştı problemi. Sözcüğün gerçek anlamıyla yaklaştı duruma, yerleştirdi stetoskopun diyaframını kalbine. Aldığı yanıtı kendi kendisine tekrar etmekten kaçındı, ama Ebru'nun içeri girişiyle nasıl sıçradığını gördük biz. İşte yanıt o sıçrayışta, Ferhat uyurken bile başından ayrılmayışında, dışarı çıkmayışında, Ferhat'la birlikte o arabaya atlayışında, neyle karşılaşacağını bilmediği o eve Ferhat'ın arkasından dalışında…

Şimdi iki tarafta da kendilerine dair soru işaretleri ve birbirlerine yönelik umutsuzluk var, yer gök belirsizlik! Benim tercihim bu belirsizlik durumunun haftalarca sürmesi olurdu; ama böyle olacağını sanmıyorum. Çok kırılgan bir seyirci kitlesi var, hiçbir şeyi, ama özellikle de aşkı zamana bırakmaya gelmiyor, hemen küsüp kaçıveriyor seyirci. Senaristin de seyircinin de beni şaşırtmasını isterim ama en az Aslı ve Ferhat kadar umutsuzum bu konuda. O yüzden en azından Ferhat'ın sürüm sürüm süründüğünü görmek istiyorum. O emir cümlelerini, kolundan tutup sağa sola çekmeleri, laf sokmaları, kıyafete karışmaları, eve hapsetmeleri bir bir yutsun istiyorum. Bunu bize çok görmeyin.

Sahne karmaşasından sıyrıldığım ilk yer, Yiğit'in odada tek başına, içli içli ağladığı sahne oldu. Aylardır görmediğim kardeşimi düşündürdü bana, içim cız etti. Aslında sahne, başından beri çok güzeldi. Uyanıp kahvaltı masasına gelen Yiğit, aile içi küçük şakalaşmalar, Özgür'ün tatlılığı çok sahiciydi. Üstelik sahnenin başından bu yana televizyonun sesi duyuluyordu, sadece Ferhat'ın vurulduğunu değil, başka haberleri de duyduk. Ansızın bir yerlerden vurulma haberi peyda olmadı, çoğu zaman olduğu gibi. Bir de duyduğumuz diğer haber, Kadına Yönelik Şiddete Hayır eyleminin haberiydi ve "İtaat yok, kadınlar var" mesajını gözümüze sokmadan, ince ince verdiler.

Ferhat ve Gülsüm arasında sebebini bilmediğimiz bir uzaklık var. Fakat Ferhat'ın ölüm haberi geldiğinde Gülsüm öyle ağladı ki, abisini ne kadar çok sevdiğini gördüm ve uzaklığın yalnızca fiziksel olduğuna ikna oldum. Ferhat'ın Gülsüm'ü sevdiğini de görürüz umarım, demiştim o sahnenin ardından. Beni hiç bekletmeden, hemen bölüm sonunda verdiler yanıtımı: Gülsüm'ün Şahin'in elinde olduğunu öğrenince hiç düşünmeden kardeşine koştu Ferhat.

Bir diğer dokunaklı sahne, Yeter'in Aslı ile konuştuğu sahneydi. Orada, evdeki iktidarın peşinde koşan ya da Namık'tan sevgi dilenen Yeter'i değil, anne olan Yeter'i gördüm ilk kez. Oğullarını kazanmaya çalışırken başkalarını yıkan, hayatlara müdahale eden kadını değil, çocuklarına deva olmaya çalışan anneyi gördüm. Karakter bağırmadığında, büyük oynamadığında, içinden geçeni paylaştığında, yani kalbinin sesiyle konuştuğunda çekilmez olmuyormuş meğerse. Hastanede Ferhat'ın yanına girmek istediğinde "sizi duymaz" diyen hemşireyi "olsun, ben alışkınım" diye yanıtladığı anda maskenin ardındaki gerçek Yeter'i görmeye başlamıştık. Aslı ile konuşması da bu yolun devamı oldu. Yeter'in yeni yeni gördüğümüz bu versiyonu güçlü biri değil, ama sakin, duygusal ve insani kaygıları olan biri. Güçlü görünmeye çalışan Yeter'e bin kere tercih edebileceğim biri.

Ve her zaman olduğu gibi, babasını gördüğümüz sahne çok güzeldi. Bu kez ölüm döşeğinde ışığa doğru yürüyüp karşılaştı babasıyla. Ferhat içmek için yanaştığında kesilen suların Necdet yanaşınca aktığını gördük. Ferhat bunu, babasının kendisini affetmemesine yordu, oradan girdi konuya. Ben, Ferhat ölmeyeceği için içemediğini düşündüm o suyu. Başka anlamlara da gelebilir elbette, ama güzel bir detaydı.

İçi boş sandıkları kendine yük etme dedi, omzuna aldığın, kalbini doldurduğun yük aslında yok. Olmayan bir yükü taşımayı bırak ve seni bekleyenlere git. Ferhat, arkasını dönüp Aslı'yı görmek istedi ve onu görmek istediği için de hayata döndü. Ve tekrar arkasını döndüğünde babası da yoktu. Çünkü hayat böyledir, aşk böyledir. Âşıksan yapayalnızsındır, ne sığınacak liman, ne de bir deniz feneri. Okyanusun ortasında bir başına kalır insan, ne yapacağını, hangi yöne gideceğini bilemez.

Hep çok güzel cümleler duyuyoruz Necdet'in ağzından, çok güzel hikâyeler dinliyoruz. Gökhan Soylu, oynadığı karaktere çok yakışan bir yüz ve ses. Konuk oyuncu olmasa, ana kadroda yer alsa ve daha fazla görsek onu çok mutlu olurum.

Ne ekersen onu biçersin demişti babası, sevgi gösterirsen sevgi görürsün. Ferhat geri döndü, ama babasının dediğini yapmadı yine. Elinde, dizlerinde ölmek isterdi belki Aslı'nın, ama kendisini sevmeyen birine muhtaç olmayı kabullenemedi, tavrını değiştirmedi Aslı'ya karşı. Hastanede gözünü açtığı anda eve gitmek istedi, onun gözünde çaresiz olmayı yediremediğinden kendine.

Geçen hafta, silahlı adamlardan kaçmadan hemen önce, ona güven vermek için Aslı'nın parmaklarını usul usul okşamıştı Ferhat. Bu hafta, Ferhat'ı hastaneye yetiştirmeye çalışırken verdi karşılığını Aslı. Elini tuttu, saçını okşadı, ölmeyeceğine inanmasını ve kendini bırakmamasını istedi. Bir yandan bütün bunları neden yaptığını, neden böyle korktuğunu için için sorgularken.

Ferhat'ın başına gelenleri hiç kimsenin sorgulamaması ve bu işin önce Abidin'e, sonra Aslı'ya kalması, bölümün en şaşırtıcı yeriydi herhalde. Ferhat kendini biraz toparlayınca peşine düştü Şahin meselesinin, ama Şahin'in Bolu'da olduklarını nasıl öğrendiğini hiç kurcalamadı. Başına bunlar gelmemiş gibi Şahin çağırınca yine yanına adam almadan, koşa koşa gitti tuzağa. Bunlar Ferhat'ın yapacağı işler değil.

Aslı'yı gözden çıkarmıştı zaten Namık , ama kurşunlar Ferhat'ı hedef aldığında bile harekete geçmemesi akıl alır gibi değil. Haberi aldığı andaki yıkılışını, bağırıp çağırmadan, büyük büyük oynamadan, sakince acı çekişini görüp de etkilenmemek mümkün değildi. Hastanedeki sükunetini de yaşadığı şoka ve Ferhat'ın yaşamasını her şeye tercih etmesine bağlayabiliriz. Fakat Ferhat ayaklanıp eve geldikten sonra bile harekete geçmemek neden? Şahin böylesine doludizgin saldırırken bu rahatlık nereden geliyor? Nasıl oluyor da daha dün gece gözlerinin içine baktığı kadını, bebeğini taşıyan kadını yanından kovabiliyor? Ve bundan canı yanan İdil, nasıl oluyor da çok istediği bebeğini riske atıp kendini kaybedecek kadar içki içebiliyor?

Şahin'in Cem'i oyun dışı bırakma çabasını anlıyor ve destekliyorum. Bugüne kadar, aklına estikçe evi (ya da Namık'ın ofisini) basmak dışında bir şey yaptığını görmedik, madem öyle, yapabilecek bir konumda da durmasın. Çekilsin kenara ve Aslı'ya boş umut vermesin. Cem' in buna tepkisini ise anlayamıyorum. Şu an için elden bir şey gelmez bu kararı geri çevirmek için, ama Aslı'ya gerçeği söylemek yerine tatile çıkacağını söylemek ne demek? Aslı abisini gerçekten tanıyorsa bu yalana inanmayacak ve bu işi kurcalayacaktır. Fakat diyelim ki inandı, bu durumda da kendisi zor durumdayken abisi tatil yapmayı düşünüyor olacak. Her durumda Aslı'yı üzer bu fikir. İşte bu yüzden Cem' i sevmiyor ve ona güvenmiyorum.

Safiye, hakkında konuşmayı hiç istemediğim, ama belli ki konuşulması istenen bir karakter. Evdeki hali, hareme getirildiğinde mülayim ama sultanın gözdesi olunca ilk iş olarak kendisinden güçsüzler üzerinde hakimiyet kurmaya çalışan cariyelere benziyor. O derece kirli ve çirkin. Evdeki tüm kadınlarda gücünü deneme çabaları, özellikle de önemli sahneler arasına girdikçe, beni deli etti. Öldüğünü sanmıyorum Safiye'nin, ölmesin de zaten. Kısa bir baygınlık sonunda ayılacak ve yine de ayağını denk almayacak, aksine daha da hırçınlaşacaktır. Böyle ilk adımlarında değil, hırsının, kibrinin yükselişiyle ölmeli, ölecekse. Trajik bir ölümü fazlasıyla hak eden bir karakter.

Cüneyt için artık söyleyecek lafım yok, belasını bulmasını dilemek dışında.

Dilsiz, "Sesim" diye kaydetmiş Hülya'yı telefonuna. Adına dilsiz denecek kadar az konuşan bir adam için oldukça fazla anlam taşıyan bir hareket bu. Buradan çıkacak hikâyeyi çok merak ediyorum. Dilsiz konuşmaya başlarsa anlatacaklarını uzun uzun dinleyebileceğimi seziyorum.

Bölümde en çok takldığım konu, sırtından vurulan Ferhat'ı vurulup düştüğü yerde yerinden oynatmaya, sırt üstü çevirmeye çalışması oldu Aslı'nın. Kurşunun omuriliğe isabet etmiş olma ihtimali, dolayısıyla karga tulumba hareket ettirilmesinin uygun olmaması bir yana, basit bir mantıkla, sırtından yaralanan adamı sırt üstü döndürmeye çalışmak neden? Aynı şeyi hastanede de yaptılar. Sırtından ameliyat olan adamı ameliyathaneden hemen sonra sırt üstü yatırmak neden? Biz daha iyi görelim diye mi? Bilen, yaşayan birileri beni aydınlatırsa sevinirim.

Son olarak, bölümden sonra bana Twitter üzerinden sorulan bir soruyu buraya taşımak istiyorum: Namık'ın belediye başkanı olma hayalleri vardı ve bütün tantana da o yüzden kopmuştu zaten. N'oldu o iş?

(Bu yazı ilk olarak 27 Kasım 2017 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: