12 Şubat 2018 Pazartesi

'İnsanlara dışarıdan değil, içeriden bakmayı öğretiyor işte hayat'

Siyah Beyaz Aşk 4. bölüm yorumu

İnsanlara dışarıdan değil, içeriden bakmayı öğretiyor işte hayat 

Onu tanımaya başladığımız günden beri, daha önce aklına bile getirmeyeceği kriminal durumlar içinde görüyoruz Aslı'yı. Yasadışı ameliyat, cinayete tanıklık ve sessizlikten doğan suç ortaklığı, zorla evlilik ve adam yaralama. Bunların tümünün yarattığı vicdani yükün yanı sıra, Ferhat'ın varlığından kaynaklanan psikolojik baskı ve fiziksel sıkışmışlığın yükü de var Aslı'nın üzerinde. Son olarak da Sinan'ın evli olduğunu öğrendi. Ve bütün bunlar sadece 4 gün içinde oldu.

Bu kadar yükü sırtlayan ve gık diyecek kimsesi olmayan Aslı nihayet patladı. Ağlamaktan yorulup uyuyakalan bir karakteri en son ne zaman gördüğümü bile hatırlamıyorum ben. Aslı'nın ağlamaktan bitkin düşüşü öyle dokundu ki...

Hastane ve restoran sahneleri de güzeldi Aslı'nın içini görmemiz bakımından, ama ben en çok, çiftliğin önündeki sahneyi sevdim. Hani bazen en yakınınıza konuşamazsınız da hiç tanımadığınız birine anlatmak istersiniz içinizdeki sıkıntıyı. Öyle bir anda konuşabileceği bir tek Ferhat vardı Aslı'nın yanında. Ferhat'la da konuşulmuyor ya aslında, o an onun da odunluğu bir kenara koyası vardı herhalde. Aslı'yı terslemedi, emirler yağdırmadı ve çok şükür bu kez suskunlukla karşılamadı Aslı'nın isyanını. Teselli etmesini, yanındayım demesini, geçecek demesini beklemiyorduk sanırım hiçbirimiz. Ama yine de Aslı'nın içini dökmesine engel olmayarak bile ona yardımcı oldu bu kez.

Zaten Aslı-Ferhat ilişkisi tam da burada şekilleniyor. Gayet doğal karşılanabilecek ne varsa Ferhat'ın üzerinde sıra dışı duruyor. Aslı'nın ameliyat için hastaneye gitmesine müsaade edişi gibi. Sanki olağan durum Aslı'nın gidemeyecek oluşuymuş da Ferhat lütfetmiş gibi... Yine de o kalın duvara gedikler açılmaya başladı. Çünkü Aslı, çok insani bir yerden vuruyor Ferhat'ı. Hiç bilmeden, en zayıf teline çalıyor mızrabını. O yüzden de en yanık sesi duyuyoruz satır aralarında.



Ferhat karakteri daracık bir alana hapsedilmiş bu hikâyede. Keskin sınırlar içinde yaşıyor, hareketleri sınırlı. Bu nedenle oyuncunun performansını ancak ayrıntılarda görüp değerlendirebiliyoruz. Sizi bilmem, ama ben 4 haftadır belki de sadece bakışlarını izliyorum Ferhat'ın. Cüneyt'in arkasından bakışını, o bakış hakkında konuştuktan sonra Namık'ın arkasından bakışını, hastanede Aslı'yı izleyişini, Aslı'nın anlık duygu patlamalarına karşılık şaşkın bakışlarını. Soru soran, ayar veren, racon kesen, duyguyu, düşünceyi saklayamayan bakışlarını.

Aslı'nın Sinan'a âşık olduğuna hiç inanmadım. Gözlerinde görmedim sevgiyi, ona özen gösterdiğine, yanında olmak için çabaladığına tanık olmadım. Bir süre iyi giden bir ilişkiydi ve umut vadediyordu belki, ama ortada aşk göremedim. Umarım Sinan meselesi tamamen kapanmıştır ve tekrar önümüze çıkmaz. Benzer şekilde, Gülsüm ve Cüneyt arasındakinin aşk olduğuna da ikna olamadım. Öyle bir bakış, bir incelik göremedim karakterlerde. Gülsüm kimsenin ilgilenmediği biri, bulunduğu boşlukta önüne çıkan ilk kişiye âşık olduğunu sanması normal. Cüneyt kimdir, nedir hâlâ çözemiyorum, karakteri okuyamıyorum dolayısıyla olaylar nasıl gelişmiştir kestiremiyorum. Ama gözlerinde aşk da göremiyorum.

İdil'in kürtaj kararı benim için sürpriz olmadı, geçen hafta tanık olmuştuk hayal kırıklığına. Beni şaşırtan, Namık'ın bu haberi bu kadar olumlu karşılaması ve hastaneye gidip İdil'i durdurması oldu. İdil'i vitrin düzgün görünsün diye yanında tuttuğunu düşünüyordum. Gerçi bu düşüncemi kısmen koruyorum, İdil'in yüzük beklediği kutudan kolye çıkması bu düşünceyi korumamın sebebi. Ama "çocuğun da sen de başımın tacısınız" deyişindeki samimiyete de inandım Namık'ın.

Aşkı değil ama ilgiyi, emek vermeyi görüyorum Namık ve İdil arasında. İkisi de kolay okunan karakterler değil ama duygu değişimlerine sıkça tanık olduk son iki bölümde. Diğerlerine göre daha fazla umutluyum bu ikiliden.

Yiğit ve Suna arasında da aşktan söz etmeme sebep olacak bir şey göremedim. Karakter olarak, tavır olarak birbiriyle uyumlu bir çift, ama o kadar. Demem o ki, dizide aşk yok. Yakın zamanda olacağı da yok. Sizin gezegende aşk yok mu?

Hakkında konuşmayı hiç istemediğim o final sahnesinde bize gösterilenin aşk olmadığını biliyoruz, olmaması gerektiğini de. Orada sarhoş, mutsuz ve umutları günbegün tükenen, bir şeylere tutunmaya çalışan bir kadın var. Bir de, duygularla ilişkisini öfkeyle sınırlı tutan bir adam. Bu haliyle bu hikâyeden aşk çıkmıyor. Tutku da görmedik şimdiye kadar. Görseydik bile, aralarındaki engelleri yok sayamazdık zaten. Bu sebepsiz yakınlaşma sahnesi buraya hiç olmadı, gelecek bölümden tek bir dileğim var, o öpüşme tamamlanmasın.

Belediye Başkanı Zafer Bey karakteriyle Bülent Düzgünoğlu katıldı aramıza, iyi de oldu. Ferhat ve Namık'la atışmalarını, çekişmelerini izlemek keyifli olacak. Hikâyenin bu yöne doğru genişlemesine de ayrıca seviniyorum, zira çiftlik sahnelerini, Handan ve Yeter'i izlerken gerçekten çok sıkılıyorum. Yüzyıllardır her nedense çözümlenemeyen kadınlararası iktidar savaşının bu hikâyeye katkısını haftalardır çözemedim, çözemiyorum. Gözünün önünde karnı burnuna varan Gülsüm'ü göremeyen Handan'ın İdil'in masasındaki folik asit ve vitaminleri görür görmez teşhisi koymasındaki çelişkiye ne desem bilemiyorum.

Cem'in 'bacım'ı, Handan'ın 'ciğerim'i ve Namık'ın 'evlat'ı kulağımı tırmalıyor da tırmalıyor . Zaten aforizmadan hallice replikler duyuyoruz herkesten, maşallah herkes edebiyat tarihini yalayıp yutmuşçasına üretiyor yeni yeni cümleleri; bir de bu sözcükler gerçekten fazla oluyor artık. Biraz sadeleşsek, gündelik konuşmalara yaklaşsak olmaz mı?

Bir de hangi tarihte, en azından hangi mevsimde olduğumuza artık karar verilsin istiyorum. Hikâyemiz 27 Ağustos'ta başladı, her bölüm ancak birer gün ilerleyebildik, 30 Ağustos gecesine ulaştık bu hesapla. Fakat deri ceketlerden, trikolardan, boğazlı kazaklardan, trençkotlardan geçilmiyor dizide. Siz hayırdır?

(Bu yazı ilk olarak 6 Kasım 2017 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: