3 Mayıs 2018 Perşembe

Aşk için değişip bir olmaya...

Siyah Beyaz Aşk 17. bölüm yorumu

"Ateşin denize, siyahın beyaza, güneşin aya duyduğu aşkın imkânsızlığı gibidir Ferhat'la Aslı'nın aşkı. Oysa hepsi de gönüllüdür değişmeye, kendini var eden her şeyi bırakıp yeniden doğmaya, aşk için değişip bir olmaya." İlk bölümün ilk saniyelerinde, Ferhat namlunun ucundaki avını seyretmeyken, cıvıl cıvıl bir halde oradan geçmekte olan Aslı'yı görmüş ve bu cümleleri duymuştuk Aslı'nın sesinden. Aşk için değişip bir olmaya gönüllü olan Ferhat'la Aslı'yı ise nihayet bu bölümde gördük.

Bize çağ değişmiş gibi geldi, ama aslında ufacık adımlardı sevdaya doğru atılan. Ferhat öğrenmeyi kabul etti, Aslı beklentisini düşük tutmayı. Ve sakin sakin, usul usul aktılar birbirlerine. Kolay değildi, kolay olmadı, kolay olmayacak. Ama imkânsız değilmiş, oluru varmış, bunu gördük. Olunca çok güzel oluyormuş, insanın canına can katıyormuş, uzaktan bakanlara bile hayat veriyormuş. Aşk işte, bildiğimiz gibi. İmkânsız gibi görünür, çok zor olur, ama olunca, yani başınıza gelince, bir kez âşık olunca, o kadar da zor olmadığını anlarsınız. Ve gerçek bir şeyse içine düştüğünüz, onu isteseniz de saklayamazsınız. Gürül gürül akan suya set çekilir mi?

Ferhat nihayet yaptı seçimini. Nefes almayı değil, yaşamayı seçti, akıp gitmeyi seçti aşkın yatağından... Bu seçimi yapmak, âşık olunacak kişiyi bulmaktan ve ona âşık olmaktan çok daha zordu, "Dilini hiç bilmediğim bir ülkede kayboldum" diye anlattı bu zorluğu. Fakat Ferhat çok şanslı, çünkü o Aslı gibi birini buldu, koşulsuz seven, yol gösteren, öğreten, değişip dönüşmekten korkmayan, çabalamaktan kaçmayan... Aslı gibi birini bulmak gerçekten zor, şimdilerde kimsenin yeniden denemeye, bir adım daha atmaya, sabretmeye, direnmeye hevesi yok. Herkes, en doğrusunu şıp diye bulabileceğini sanıyor. Kimsenin denemeye mecali yok. Ve Aslı'nın da dediği gibi herkes kendini o kadar seviyor, kendini öylesine kusursuz görüyor ki, karşısındakinde kusur buluyor ve vazgeçiyor adım atmaktan. Kimse değişmek istemiyor, herkes değiştirmek istiyor.

Aslı'nın, kendinde olanlara rağmen Ferhat'ı kabul etmesi ve bunu bir iktidar meselesine çevirmemesi öyle kıymetli ki. Yani Ferhat gibi birini hayatına almak zaten fazlasıyla zor, ama bunu Aslı gibi kendi yaşamı, doğruları, kendi hayatı, kendi gündemi olan güçlü bir kadının yapması çok daha zor. Üstelik Aslı bunu bir öğretmen gibi, bir patron gibi yapmıyor. Ferhat'tan kat kat güçlü olduğu bir durumda, gücüne hiç yaslanmıyor, yönlendirmeye çalışmıyor, Ferhat'la beraber akmaya çalışıyor sevda nehrinde. Ona en çok da bu noktada gıpta ediyorum, kendini feda etmeden ama kendini idealize de etmeden var olabiliyor bu ilişkide. Bu dengeyi tutturabilmek işin sırrı belki de.

Size bir itirafta bulunayım mı? Ben âşık Ferhat'ta kendimi görüyorum başından beri. Korkması, kaçması, yok sayması, direnmesi, kendini kapatması, acemiliği o kadar tanıdık ki. Benim de kendimi böyle tepkiler verirken bulduğum oluyor. Aslı onun kolunu omzuna atıp göğsünü sevdiğinde elini nereye koyacağını bilememesi, o gerginliği durmaksızın konuşarak atmaya çalışması bana, kaç saniye boyunca sessiz kalıp gözlerimi kaçırmadan gözlerine baktığımı sayan birini hatırlattı. İnsanın ne yapacağını bilmediğini düşündüğü bir durumda arkasını dönmesi, yokmuş gibi yapması, kaçması, susması ne kolay! Ve bir ilişkiyi ya da ilişki ihtimalini böyle kaybetmek ne acı.

Bu bölüme kadar aksini istemiş olsam da bugün bunu gönül rahatlığıyla söyleyebiliyorum: Ferhat her ne kadar kendinden kaçsa, Aslı'yı da kendinden uzak tutmaya çalışsa da Aslı'nın gitmesine izin vermemekle doğru olanı yaptı. Aslı'nın ve bizim beklediğimiz gibi olmadı elbette, "Seni seviyorum" yerine "Bin şu arabaya" dedi, "Benimle evlenir misin" yerine "Bu sende kalsın", ama bu kez anladık, söylemek istemediğinden değil, söyleyemediğinden, kendine yakıştıramadığındanmış. Kendine yakıştıramaması da delikanlılık raconundan değil üstelik, kendini sevmediğinden, kendini Aslı'nın yanına yakıştıramadığından. Aslı sevdiğini söylediğinde Ferhat'ın "Ben de bundan korkuyorum işte" demesini buna bağlıyorum ben. Aslı'ya katılmamak mümkün değil, beter ol o zaman Ferhat!

Ve çocukluğunu, askerliğini anlatan, Aslı'yla beraber manzaraya karşı kahvesini yudumlayan, mutfağa girip yemek yapan, en önemlisi de Aslı'yla karşılıklı rakı içen Ferhat'ın değişebileceğine, bu aşk için çabalayacağına ben ikna oldum. Ferhat'ın "Al bakayım şunu" diye verdiği yüzüğü alıp cebine atsın istedim Aslı, mesele onda kalmasıysa cebinde de kalabilir. Ama Aslı Ferhat'ın öğretmeni değil, komutanı değil, amiri değil, kızmayarak, küsmeyerek, o yüzüğü mutlulukla parmağına takarak bana da bir şeyler öğretiyor Aslı. Eyvallah yani.^^

Aslı ile Ferhat doğru düzgün yan yana gelmiyorlar, gelse de konuşmuyorlar diye bir ton şikayet vardı seyirciden. İşte hepimizi susturacak bölüme geldik böylece. Bölüm öyle güzel, akıcı ve bütünlüklüydü ki, hakkında yazabilmem için günler geçmesi gerekti. Hani her şey o kadar güzeldir ki tek bir dokunuşla büyü bozulacak diye korkarsınız, benimki de o hesap, kalem oynatamadım uzun süre. (Evet benim yazılarım çoğunlukla geç çıkıyor, çünkü boş bulduğum her anda yazmaya, sonra da onları birleştirme çalışıyorum. Ama yazmaya bölüm biter bitmez başlıyorum çoğunlukla. Oysa bu kez, haftanın yoğunluğunun yanında, AsFer'in güzelliğine dokunmaya kıyamamamın da etkisi var. En güzel cümleleri de kursam yetmeyecekmiş gibi bir his eşlik etti bu hafta bana.)

Gamze Demirbilek ne pozitif bir yüz, ne güzel renk katıyor bulunduğu her sahneye. Sadece AsFer'i kurtardığı ve aşklarını görüp gazı verdiği için değil, iki lokmacık ekmeğini paylaştığı (evin durumunu, sofranın fakirliğini görüp kahvaltı yapmamayı tercih eden, Aslı'ya da "yeme istersen hepsini" diyen Ferhat kaçmadı gözümden), bir ömür yardım edecekmiş gibi sahiplendiği için de kıymetlimiz oldu Seher Abla. Gerçekten arada sırada ziyaretine gitmelerini ve helallik almalarını çok isterim.

Küçük Ferhat'ın AsFer'in yanında doğmaya karar vermesi de AsFer için yeni bir dönemin başladığının işareti bence. Aslı odada doğuma yardım ederken su getirmek, havlu bulmak için koşturan, Ferhat Aslan değil, Aslı'nın kocası olan ve karısına güvenen Ferhat'a bayıldım. O da telaşlandı, meraklandı, korktu ve sonunda bir mucizeye tanık oldu. Hayatın bir parçası olan bu küçük mucizelere o kadar yabancı ki, bebeği kucağına aldığında Ferhat'ın kelime stoğu tükendi adeta. Ne diyeceğini bilemedi, sessiz de kalamadı, aynı sözcükleri tekrarlayıp durdu ve tabii ki yine çok tatlıydı, çünkü kendini engellemeden gülümseyebiliyordu.

Birkaç gün önceki Ferhat, bebeğin isminin Ferhat olmasını da kabul etmezdi belki. Karanlığın bebeğe bulaşmasından, onu da mutsuz etmesinden korkabilirdi. Oysa seve seve kabul etti Ferhat. Kendini sevmeyen adam, adını seviyormuş meğer. "Ferhat güzel isimdir, delikanlı ismidir" dedi, bebek "çok güzel, güzel yani, sonuçta Ferhat" dedi. Yaşam belirtileri gösterdi.

"Madem yaşayacak gününüz var, hakkını verin o zaman" demişti Seher Abla. Ferhat da Namık'ın evine dönmektense taş eve gidip yarım kalan hikâyeyi tamamlamayı seçti. Ve yanına silah almadan gitmeyi kabul ettiği o taş evde, ilk kez anı yaşayan Ferhat'ı gördük. Öncesini, sonrasını düşünmeden kahve içtiler, sohbet ettiler, yemek yaptılar, rakı içtiler. Ne güzeldi.

O kadar çok şey konuştular, o kadar güzel atıştılar ki tüm diyalogları buraya sıralayasım var, yalan değil. O çok sevdiğimiz atışmalar, yine çok sevdiğimiz birbirlerinin repliklerini kullanma numaralarıyla bir araya gelince tadına doyulmaz diyaloglarımız oldu yine.

Ferhat bileğini sararken Aslı, bileğinin doğum sırasında hiç acımadığını söyleyince, "Senin şeklin bize çünkü" dedi Ferhat. Konuşmaya başlayacağının ilk sinyali buydu bence. Aslı silahsızken tehlikede hissedip hissetmediğini sorunca da konuyu Aslı'ya getirdi. Aslı'nın neyi duymak istediğini, kendisinin de ne söyleyebileceğini bilmese de gerçekten konuşmaya, söylemeye çalışan bir Ferhat gördük. O kadar ki, bir noktada el kol hareketleri bile yapmaya başladı. Tam da dilini bilmediği ülkedeydi o anlarda ve derdini anlatmak için her yolu denemek ister gibiydi. Aslı yardımcı olma niyetiyle lafını sık sık kesmeseydi belki anlatacaktı da. Olsun, bugün olmazsa yarın olur, konuşma isteğini gördük ya, şimdilik bu bile yeter.

Aslı'ya da yetti zaten, tünelin sonunda bir ışık olduğunu gördü, bütün çabasının boşuna olmadığını, odunun yontulabileceğini anladı.

Azad'ın Yeter'e yaklaşmaya çalışmasını nasıl değerlendireceğim konusunda biraz kararsızım. "Sana yardım etmeme izin verirsen esas sen bana yardım etmiş olacaksın" cümlesi çok fazla şey söylüyor. Azad'ın Yeter'le ilgili bir meselesi var, az çok anladık. Ama harekete geçmek için neden Yeter'in yardıma ihtiyaç duymasını bekliyor, onu tam çözemedim. Yeter içinse bu çok yeni bir hikâye. O yüzden "Kimsiniz, ne istiyorsunuz" deyip durdu. Ama nikahtan sonra Gülsümlerle ya da Yiğitlerle gitmemesi dikkatimden kaçmadı. Azad'ın uzattığı eli tutacağını düşünüyorum. Belki intikam için, belki yeni bir hikâyesi olsun diye. Ama onun da kendisine uzanan bir ele ihtiyacı vardı ve bence o eli tutacak.

Namık hakkındaki ihbarını bizzat Yiğit'e ulaştıran Azad Baba, Namık'ın evinden Cem tarafından alındığını ve Yiğit'in karşısında el pençe durduğunu görmemizi de sağladı. Şimdilik Namık'a bir şey olmadı ama bunun devamı gelecektir, zira "Bunlar bu işin raconudur" diyerek suçlamayı kabul etmekle kalmayıp üzerine tüy de dikti Namık. Seni Sevdik Azad Baba, Yeter'e ve Ferhat'a yardım edip bizi sevindirirken Ayhan'ın gözündeki hüznü görmezden gelme, olur mu?

Ayhan'a gönderilen ve Ayhan'ı darmadağın eden küçük bir not görmüştük geçen hafta. Babasına soramadı bunu ama oluşan mesafeyi görmemek imkânsızdı. Kırıldı Ayhan, nedenini bile bilmeden. Gördüğümüz kadarıyla ne yapacağını da bilmiyor, çay eşliğinde uzun uzun düşünüyor şimdilik. Sadece Azad'la beraber hikâyeye giren ve AsFer'e bir şekilde yardımcı olan bir karakterdense olayların ortasında yer alan bir Ayhan göreceğimizi hissettiğim için mutlu oldum, işte şimdi merak ediyorum Ayhan'ın ve annesinin hikâyesini.

İdil'in Namık'a yönelik planlarının olduğu belli ve harekete geçeceği günleri görmeyi çok istiyorum fakat bu aralar İdil'i görünce ben de ağzıma geleni sayıyorum. Ece Dizdar'ı izlemek ne kadar keyifliyse İdil'e tahammül etmek de o kadar zor. Gülsüm'ün çocuk doğurmuş olmasından ya da Abidin'le Gülsüm'ün evlenmesinden İdil'e ne? Bir de bunlar üzerinden Namık'ı kışkırtmaya çalışıyor. İdil'den beklediğim bu değil. Bebeğimi öldürdü diye triplere girip Yeter'i gönderdi evden, hem Namık'ın canını acıtıp hem kendini masum bir yerde konumlandırarak bir cephe de kazandı. Artık gerçek bir hamle yapmasını bekliyorum, evde kaynayan kazanın altına odun atmasını değil. O işi yapan bir Handan'ımız var zaten, İdil kendi entrikalarının peşine düşsün.

Bu arada evdeki en aklı başında kişinin Vildan olması beni hem şaşırttı hem de umutlandırdı. İdil'in hezeyanlarına ve annesinin durumu körüklemelerine rağmen Vildan, hem Yeter'in İdil'i ittiğine ikna olmadı, hem de evdeki şer ittifakına katılmayarak şüpheli bakışlar attı sürekli. İdil'in yalanını ortaya çıkarmayı becerebilir mi bilemiyorum ama becerirse şahane olur. Zira Vildan, kendisine kimseden fayda gelmeyeceğini anladı, bundan sonra ne yaparsa kendisi yapacak. Bu da onun harekete geçmesi için ilk adım, ilk deneme olabilir, sonra belki kendisi için adımlar atabilir.

Hülya ve Dilsiz'in sahneleri ve diyalogları hâlâ çok keyifli. Başkalarının yanında Dilsiz Bey Abi ve Hülya Hanım Bacı'ya dönüşmeye çalışsalar da aralarındaki elektrik artık saklanabilir durumda değil. Fakat Dilsiz de tıpkı Ferhat gibi adım atmaya korkanlardan. O yüzden Hülya'nın da Aslı gibi işi ele alması lazım. Ama ikisinin de bir yere kaçmaya niyeti olmadığı için bir süre daha böyle kalırlar, bize de ufak gülümsemeler bırakırlar muhtemelen.

Konuyu Abidin'e bir türlü getiremiyorum çünkü ben de onun gibi aynı birkaç cümleye takılmış durumdayım. Abidin, istisnasız herkese, altını kalınca çize çize bu evliliğin formalite olduğunu söyleyip durdu. Bunda, yakınlaşmayı ilk sezdiğinde Abidin'e ayar vermeye çalışan Handan'ın gazıyla Gülsüm'le konuşmaya çalışması ve Gülsüm'ün "öyle bir şey yok" demesinin payı büyük, benim gördüğüm kadarıyla. Bir de şimdi Gülsüm Abidin'i tek çare gibi görüyor, e haliyle bunu Abidin de görüyor. Bu yüzden aşkını kalbine gömmesi gerektiğini düşünüyor ve sürekli formaliteden bahsederek herkesten çok kendini ikna etmeye, kendine kaçacak alan bırakmamaya çalışıyor. Çok üzülüyorum. Üzülüyorum çünkü çok güzel bir şeyin önü kesiliyor böyle ve önü kesilemez olduğunda bu insanların hepsini değilse de çoğunu karşılarında bulacaklar yeniden. Bir de, Abidin'le Gülsüm'ün yüzükleri takışını da görebilseydik keşke diye düşünmeden edemiyorum.

Her konuda olduğu gibi bu konuda da en aklıselim davranan kişi Suna oldu. Karşısına dikilen Abidin'e ne diyeceğini bilemeyen Yiğit'i ikna etti yine en doğru sözleri söyleyerek. "Koskoca insanlar 'biz evlendik' diye çıkıp gelseler ne yapabilecektin?" diye sordu, ki zaten herkesin öncelikle düşünmesi gereken şey de buydu. İstemiyor, uygun bulmuyor olabilirsiniz ama yetişkin insanların kendi rızaları ile yapacaklarına müdahale edemezsiniz. Keşke Suna, ara sıra Handan ve Namık'la da konuşabilse...

Yiğit'in elinden tutup Gülsüm'ün arkasından koşturması Suna'nın, Yiğit Gülsüm'ün arkasından bakarken seslenenin Küçük Yiğit olması ve yetişkin Yiğit'in ağzından zor da olsa çıkan "abine sarılmadan mı gideceksin" cümlesi ne güzeldi.

Bu hafta üçüncü yönetmenimizle tanıştık hep birlikte. Benim gözümde en büyük sıkıntı, sahnelerin çoğunluğunun dar çekimlere hapsedilmesiydi, çok şükür yeter miktarda geniş açı gördüm bu hafta. Seher Abla'nın evinde, dağ evindeki mutfak sahnelerinde, şömine önünde rengiyle, ışığıyla ve duygusuyla dopdolu görüntüler izledik. Bir de, başka dizilerde insanlar duvar köşelerinde, kapı arkalarında öpüşüyormuş gibi yaparken AsFer'in banyo keyfi yaptığını izledik biz, şahane görüntüler eşliğinde. Altan Dönmez'in ellerini öpmeyelim de ne yapalım?

Ufak fragmanı da görmüşken bölüm sonuyla ilgili teorimi de şuraya bırakayım: Dışarıdaki adamlar ateş edecekken Suna'nın telefonu gelir, AsFer hareketlendiği için ateş edemezler. Telefonu kapatıp birbirlerine yaklaşan çiftimiz pencerede bir siluet görür ve böylece tehlikede olduklarını anlarlar diye düşünüyorum. O kadar adamdan silahsız halde nasıl kurtulabileceklerini çok da sorgulamıyorum, Ferhat'ın Şahin'i vurduktan sonra evden nasıl çıktığını da, Aslı'nın gerektiğinde bir küreği kapıp yüzünü bile görmediği bir adamın kafasına geçirdiğini de gördü bu gözler. AsFer kendini kurtarır, tasalanmayın. Bu vesileyle Cüneyt'e bir şeyler olsun artık, tek dileğim bu.

(Bu yazı ilk olarak 12 Şubat 2018 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: