4 Mayıs 2018 Cuma

Dert bir değil ki ağlayasın…

Siyah Beyaz Aşk 23. bölüm yorumu

Deli bir değil ki bağlayasın, dert bir değil ki ağlayasın… İlk olarak nerede duyduğumu hatırlayamadığım bu sözü Abidin'in ağzından duyunca, "İşte hislerime tercüman olan ifade," dedim. Gerçekten, anlatmaya nereden başlayacağımı bilemediğim kadar çok derdim, silkelemeye nereden başlayacağımı bilemediğim kadar çok insan var bu dertlerin kaynağı.

Geçen hafta sayıp döktüğüm, olmasına kızdığım ve olmasından korktuğum ne varsa oldu bu hafta. Aslı'nın bebeği aldırmaması fakat Ferhat'a bunu söylememesi, ikisinin de kalpleri başka türlü konuşurken dillerinin başka söylemesi, Cüneyt'in son saniyede yırtması, İdil'in işgüzarlıkları, Handan'ın insanlıktan çıkmada rakip tanımaması hep aynı…

Beklemediğim şey, Gülsüm'ün öfke patlaması ve Abidin'in itirafıydı. Hem beklemediğim bir anda geldiği için, hem de gerçekliğine yüzde yüz inandığım için beni çok etkileyen, izlerken gözyaşlarımın akmasına engel olamadığım bir sahne oldu. Gülsüm'ün öfkesini kusarken yalnızca kendini suçlaması ve bu nedenle kendini iyi davranılmaya layık görmemesi, Abidin'in ona her koşulda destek olmaya çalışması, desteği sorgulandıkça sözcüklerinin tükenmesi, gözlerinin dolması ve nihayet bir süredir içinden geçirdiklerini ilk kez yüksek sesle söyleyebilmesi oldukça çarpıcıydı.

Abidin bunları daha önce kendi kendine bile itiraf etmediği için söylediklerinin kendi üzerindeki etkisi Gülsüm üzerindeki etkisinden bile fazla oldu. Bölüm boyunca hüznünü büyütüp durdu Abidin. Gülsüm'ün şaşkınlığı, bu sevgiyi, ilgiyi hak etmediğini düşünmesi, kendine kızmaya devam etmesi ve belki de Abidin'e karşılık veremeyecek olmanın ağırlığını hissetmesi onu iyice içine kapattı. Öfkesi dindi belki ama onun da gözyaşları dinmek bilmedi. Ve bu sahneleri tüm doğallıklarıyla, birbirlerinin önüne geçmeden, yolunu tıkamadan, hakkıyla oynayıp bize sundukları için Timur Ölkebaş ve Sinem Ünsal'a sevgilerimi ve teşekkürlerimi sunuyorum.

Dediğim gibi, bu benim henüz beklemediğim bir gelişmeydi fakat hem izlediğim sahneden memnunum hem de bunun zamanlamasından. Çünkü Gülsüm, Cüneyt'in istediği her şeyi, bebeğin babasının kimliği öğrenilmesin diye yaptı. Şimdi Abidin'in bunu bildiğini öğrenmesi Gülsüm'ün elini güçlendirmeli, onu savunmasız olmaktan kurtarmalı. Dilerim Gülsüm, Abidin'in karşısında ezildiği, onun iyiliğinin altında kaldığı düşüncesinden bir an önce kurtulur ve olanları Abidin'le paylaşır. Böylece Abidin bir tuzak kurup Cüneyt'ten kurtulmanın yolunu açabilir. Abidin'in Cüneyt'i öldürmesini istemiyorum elbette, ama bir çözüm bulunmalı artık.

Tahmin edebileceğiniz gibi, AsFer konusuna hiç giresim yok. Aslı'nın avukatla görüşmesi, avukatın AsFer evliliğiyle ilgili hiçbir şey bilmeden bir protokol hazırlayabilmesi, Ferhat'ın gelip bu protokolü gık demeden imzalaması neden adım adım gösterildi hiç anlam veremedim mesela. Tek sevindiğim şey, Ferhat'ın avukatı bir tenhada kıstırıp dövmemesi veya davayı açmaması için tehdit etmemesi oldu.

Normal şartlarda bu boşanma yakın zamanda gerçekleşemez, çünkü yasalarımıza göre bir evlilik bir yılını doldurmadan anlaşmalı boşanma davası açılamaz. Avukatın hiçbir şey bilmediğini söylemem de bu yüzden; bir de tek celsede bitirecekmiş... Madem bütün aşamaları gördük, Aslı'nın avukata evliliğini ve boşanma gerekçelerini anlatışını da görseydik ve avukat da davanın açılamayacağını söyleseydi. O dava açılsa da bu çiftin boşanamayacağını, boşansalar da bunun hikâyeye bir katkısının olmayacağını zaten hepimiz biliyoruz.

Aslı ve Ferhat'ın yaşadığı gelgitleri anlıyorum, acılarını paylaşıyorum ve hatta bu inatlaşmalarına bile hak veriyorum zaman zaman. Ama ne hissettiklerini anlıyor olmam, yaptıklarını, söylediklerini anlamama yetmiyor bazen. Ferhat hep gururlu bir adamdı, gururu bizden biraz farklı tanımlıyor olsa da. Zaman zaman aşkı gururuna galip geldi ama çoğunlukla gururu seçti aşka rağmen. O nedenle bebeği aldırdığını düşünen ve ayrılma kararını destekleyen Aslı'ya "Gitme" dememesini anlayabiliyorum.

Ama yine de merak etmeden duramıyorum, acaba Ferhat Aslı'yı durdurup kürtaja engel olabilseydi, bebeğini aldırmasını istediği için Aslı'dan özür dilemeyecek miydi? Şimdi neden bunu istediği için özür dilemek yerine isteğini yerine getirmiş olan bir kadını suçluyor? Babasını gördüğü rüyadan aldığı tek ders, aslında baba olmayı istediği miydi? Bu kadar mı? Gururunu, kibrini, korkularını yakmasını söyleyen Necdet'i neden dinlemiyor? Kaybedecek bir şeyi kalmadığı için "kısmetse ölmeye" gönüllü yazılan Ferhat Aslan, gururundan, kibrinden ve korkularından niçin vazgeçemiyor?

Aslı ise gururundan bölümler öncesinde vazgeçmişti zaten, o yüzden şimdi gurur yapması beni pek de etkilemiyor.

AsFer'den daha az söz etmek istediğim tek bir konu varsa o da Jülide'dir herhalde. Geliş sebebi, kendisinden bile gereksiz. Anne giderken bir tek Leyla'yı almış yanına, çünkü Cem ve Aslı çok küçükmüş, gerekçeye bakın. Onlarca terk edilme hikâyesi okudum ve izledim, böyle saçma bir gerekçe ne gördüm ne duydum. Haksız yere evinden kovulmuş olması Aslı ve Cem'i ilgilendirmez, anne çocuklarını terk edip gitmiş. Sonra dönüp görüşmek istediğinde de Cem reddetmiş, bundan daha doğal ne olabilir? Cem'i sevmediğim malum, ama bu konuda hiç de haksız değil.

Peki sonra ne olmuş? Anne, yıllar önce terk ettiği çocuklarına karşı bilenmiş, yetmemiş, kendi çocuğunu da bu nefretle yetiştirmiş. Bu konuda da öyle başarılı olmuş ki torununa kadar sirayet etmiş nefret duygusu. Bravo gerçekten. Bir de bu anne, utanç içinde ölmüşmüş. Pardon, ama niye? Zaten terk edip gitmiş, öyle ya da böyle gittiği yerde başka bir hayat kurmuş kendine. Üstelik gerçekten de suçlu değilse utanmak niye? Neresinden tutmak istesek elimizde kalan bir hikâye, başka hiç derdimiz yokmuş gibi konuyu ve ilgimizi dağıtan bir yeğen. Canımın nasıl sıkıldığını anlatmaya halim yok. Şu atasözümüzü hatırlatayım, bence kâfi: "Ne kestin, koç; ne yedin, hiç!"

Aslı babasının evinde kalmak istediğinde Ferhat itiraz edecek oldu, Aslı küt diye verdi cevabını, "Bu bir toplumsal iteleme" diye. "Ağzına sağlık" dediğimiz bir andı ve güzeldi. Ama aynı senaryo bize "evliliği kurtarmak için çocuk yapmak gerekir", "kürtaj öcüdür ve ondan koşulsuz şartsız uzak durulmalıdır" gibi itelemeleri tek gerçeklik gibi sunmaya çalışmıyormuş gibi de yapamam.

Benim için oldukça yoğun bir hafta oldu, yazıyı tamamlamak da Cumartesi gecesini buldu. Siyah Beyaz Aşk'ı düşünecek vaktimin olmayışına sevindiğim bir yoğunluk olduk neyse ki, zira elim yazmaya gitmiyordu bir türlü. Fragmanları izlemedim, Pazartesi günü bölümü izleyebilecek miyim onu da bilmiyorum. Pazartesi akşamlarına program yapmak için iki kez düşünmeyeceğim artık. Bundan sonraki bölümler hakkında da yazar mıyım, gerçekten bilmiyorum. Şimdilik bunu bir veda sayın. Umarım böyle düşündüğüm için pişman olacağım ve hakkında eskisi gibi hevesle yazacağım bölümler bekliyordur bizi.

Herkese iyi seyirler, görüşmek dileğiyle…

(Bu yazı ilk olarak 26 Mart 2018 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: