3 Mayıs 2018 Perşembe

Silip yeniden yazmaya cesaretin var mı?

Siyah Beyaz Aşk 16. bölüm yorumu

Hiç kimsenin uyumadığı bir gece. Herkesin gözleri başka türlü bir kedere açılmış, kapanmıyor. Aslında herkesin var bir dermanı, ama kimse birbirine derman olamıyor. Başka köşelere çekilmiş, ortak kadersizliklerine ağlıyorlar. Terk etmek, terk edilecek olmak, terk edilmiş olmak ve geriye dönememek, terk edilen birine kollarını açmak, yeniden terk edilmekten korkmak, terk edilmişliğiyle her gün yeniden yüzleşmek… Ferhat, Aslı, Yiğit, Abidin, Gülsüm, Yeter… Hepsinin birbirine çok benzeyen ama bambaşka yaraları var, hepsi bir başka yanına isyan ediyor yaşamın, hepsi başka türlü bir uykusuzluğun pençesine takılmış.

Böyle geceler karanlık olur, ama o karanlığa dalan gözler yepyeni ihtimaller bulup çıkarabilirler boşluğun içinden. Aslı sorular sormayı seçti, Ferhat konuyu değiştirmeyi, Yiğit hamle yapmamayı, Yeter suskunluğu, Gülsüm gözyaşını. Abidin'se bir adım atmaya karar verdi. Dünyanın en orijinal fikri değil ama, hem içinde bulunduğu toplumun, hem de kalbinin onaylayacağı bir fikir buldu. Bunların bir araya gelmesi de pek kolay bir şey değildir. Abidin için de kolay olmadı, kolay olmayacak. Ama olduğunda aynı anda birkaç kişiye birden deva olacak.

Abidin yine bölümün kahramanı oldu. Her cümlesinde haklıydı ama, "Aslında ortada bir suç da yok" dediği yerde kim bilir kaçıncı kez çaldı kalbimi. İnsanlara duymak istediklerini değil, söylenmesi gerekenleri söylüyor Abidin. Üstelik öyle söylenmesi gerektiği için, doğrusu o olduğu için değil, söylediği şeye bütünüyle inanarak söylüyor ne söylüyorsa. O yüzden de her bir lafının arkasında sapasağlam durabiliyor.

Gülsüm'e karşı bir şeyler hissediyor olmasından "ama" sözcüğüyle başlayan cümleler kurarak söz edecek değilim. Bunları hissetmiyor olsaydı da böyle davranacağından hiç şüphem yok çünkü. Şu noktada, aile üyelerini teskin etmek için değil, Gülsüm'ün duygularını çözemediği için abilik yapacağının altını ısrarla çiziyor bence. Oysa fark etmez, her ikisi de istedikten sonra ister kağıt üstünde evli olsunlar, isterlerse yüzyılın aşkını yaşasınlar, bu konuda konuşmak kimseye düşmez.

Uykusuz ve karanlık geceden kalbiyle çıkamadı Aslı. Kalbi karanlığın en dibine sımsıkı tutunmuş, orayla bir olmuş adeta, kıpırdamaya da niyetli değil. Ama bütün vücudu hayatta tutmayı beceren kalbin gücü, karanlıkta tek başına atmaya yetmiyor işte. Bir başka kalbin tik taklarına muhtaç kalıyor aşka düşünce. İnsan, dünyayı değiştirmeye yetecek gücü buluyor da kendinde, iki adım öteye gitmeye derman bulamıyor. Aslı tek başına taşıyor bu aşkın yükünü ve gücü yavaş yavaş tükeniyor.

Ferhat onu seviyor, tamam, biraz zorlayınca sevdiğini bile söyleyebiliyor hatta, ama bu yeterli değil. Bir noktada Aslı'ya da yetmedi işte. Çünkü Aslı'nın ilk gün gördüğü Ferhat'la onu öpen, onu sevdiğini söyleyen Ferhat arasında bir fark yok. "Bak biz birbirimiz başka bir yerde tanımış olsak birbirimizin yüzüne bakmayız Ferhat. Bizim aynı odada nefes almamız imkânsız, biz o kadar farklıyız." diyen Aslı, içindeki karanlığa, bataklığa rağmen Ferhat'ı her şeye, herkese karşı savunabilen birine dönüştü de Ferhat Aslı'yı sevdiğini, onunla bir yaşam kurmak istediğini ufacık bir hareketiyle bile gösteremedi. Haftalar önce söylemiştim, gösterilmeyen sevgi yoktur diye. İki cümle söyleyip, iki kez öpmekle olmuyor. Sevgiyi göstermenin, sevildiğini hissettirmenin sayısız yolu var fakat Ferhat bunların hepsine birden arkasını dönüp burnunun dikine yürüyor son sürat. Aslı sabır taşı olsa çatlardı, çatladı…

Aslı arkasını dönüp giderken onu durduran, beline sarılıp saçlarını koklaya koklaya ağlayan Ferhat çok etkileyiciydi, kabul. Ama Aslı artık onu fark edecek zamanı çoktan geçmişti, kendisini kurtarmaya çalışıyordu artık o girdaptan. Ferhat'ın onu bir daha bırakmayacakmış gibi sımsıkı saran kolları olmasa da fark etmezdi, mıknatıs gibi çekilmişlerdi zaten birbirlerine. Ama Aslı bu tutukluluğun açacağı tüm yaraları taşıyordu bedeninde, ruhunda ve bundan bir an sonra Ferhat'ın bambaşka bir noktada olabileceğini defalarca deneyimlemişti. Ferhat onu öperken Aslı'nın ellerinin kollarının ne garip haller aldığına bir bakın. Bu sefer de beni bırakıp gitme dercesine neresine denk getirirse orasından tutup sardı Ferhat'ı.

Fakat Aslı bir karar vermiş ve hazırlığını da yapmıştı çoktan. Ferhat bu kez konuşsaydı ya da öncekilerden farklı davransaydı, kendisi üşüyüp şömineyi yaksaydı mesela ya da ben acıktım, bir şeyler yiyelim deseydi Aslı'nın fikri değişirdi belki. Karşısında kalpsiz, ruhsuz bir odunun değil de bir insanın durduğunu görse hazırdı belki de bir ömür orada kalmaya. Ama Ferhat aynı Ferhat'tı ve değişen Aslı olmalıydı.

Onuncu bölümde Ferhat'ın bıraktığı notu cebine attığında ne hayaller kurmuştuk halbuki. Meğer o muzır not, bir veda notu olup kalbine saplanacakmış Ferhat'ın. "Çayın da derdi var ateşte yandığına göre, bekleye bekleye karardığına göre." Aslı'nın yanmasına rağmen Ferhat'ın yanında kalmasının bir sebebi vardı, beklemekten şikayetçi değildi, çünkü böylece demleniyor, kendi rengini buluyordu. Ama hepsinin bir dozu vardı. Fazla bekleyen çay ya acırdı ya soğurdu. Aslı acıyacak, damakta acı bir tat bırakacak biri değil, o soğudu beklerken.

Kurbağayı prens yapmak için öpmemişti o, kurbağayı, kurbağa haliyle sevdiği için öpmüştü. Kurbağanın da öpücükle değil, o öpücüğün kaynağı olan sevgiyle, o sevgiye layık olmak için değişmesi gerekiyordu. Oysa kurbağa değişmeye direniyor, değişmekten korkuyordu, bataklığına sımsıkı tutunuyor, karaya çıkmaya yeltenmiyordu. Bunları istemiyor değildi, ama kendini tutuyordu. Azad Baba'nın dediği gibi söylersek, "sevdayı bulmuş, ellerinde sımsıkı tutmuş, düşürmemek için neler çektiğinin farkında değil".

Havaalanında arkasını dönüp gitmeden önce yüzüğü neden çıkarıp Ferhat'ın avucuna bırakmadığını merak etmiştim Aslı'nın. Sonra, o noktada yüzüğün bir anlamı olmadığını fark edip susmuştum. Evet birbirlerine âşıklardı ama, birbirlerinden bir şeyler bekleyebilecekleri bir noktada değillerdi, yüzük de evlilikleri gibi formaliteydi. Ama daha sonra beklentiler başladı, aralarındaki bağ güçlendi ve yüzüğün parmaktan çıkması bir anlam kazandı.

Gerçi ben o notu görür görmez, o yarı çıplak haliyle dışarı koşmasını beklerdim Ferhat'ın, ama hem havanın soğukluğunu hem de Ferhat'ın komando hızıyla değişip aksiyona koştuğunu bildiğimden bir şey demiyorum. Fakat o yüzüğü geri takmak, o geceyi anlık değil ömürlük kılmak için neler yapacağını görmek istiyorum.

Bu hikâye terk etme ve terk edilmelerle dolu bir hikâye. Yeter'in Namık tarafından terk edilmesi her şeyin başlangıcıymış. Geçen bölüm, Yeter'i hiç sevmediğini söylemişti Namık. Namlunun ucundayken bile yalan söyleyebilecek tıynette bir adam Namık ve bence öyle de yaptı. Yeter "hayır" cevabını anında kabullendi ama ben buna ikna olmuş değilim. Muhtemelen Yeter'i başından savmak, bütünüyle dağıtarak silahı kullanmasını engellemek için öyle söyledi Namık. Dolayısıyla bu konu, Yeter için kapanmadığı gibi benim için de kapanmadı.

Yeter ne yapacağını, nasıl davranacağını bilmez bir halde. Bir Gülsüm'ün yanında duruyor, bir öteliyor onu. Bir korumaya çalışıyor, bir yargılayanların arasına karışıyor. Handan'a karşı duruyor ama teke tekte bir kaşık suda boğacak gibi davranıyor. Fazla netameli. Kıyamet koparsa kopsun deyip eve gitmeye karar vermesi beni ne kadar umutlandırdıysa, Abidin konusu açılınca delirmesi de o kadar kırdı umudumu. Oysa kıyamet koparsa kopsun diyen biri olsun yanınızda, başka şeye ihtiyacınız olmaz, bütün dünyayla savaşabilirsiniz. Böyle böyle anlıyoruz Gülsüm'ün neden bir o yana bir bu yana savrulduğunu… Neyseki Aslı var, Abidin var da daha fazla sinir bozmadan sakinleşiyor ortalık.

Bu arada İdil'in Gülsüm konusunda fikir beyan etmesine kimsenin ses çıkarmaması, yahu sana ne dememesi çok enteresan. Her konuyu, şimdi bunu konuşmanın ne yeri ne zamanı, zaten bin türlü bela var başımızda diyerek savuşturmaya çalışan Namık, İdil'i susturmaya çalışmadı bile. Söz konusu bir kadını ezmek olunca kadını erkeği, yakını uzağı kim varsa bir olması, ilk taşı atmak için fırsat kollaması çok acı. Acı olduğu kadar da gerçek. Ne Handan ne de İdil fark etti aynı şiddetin dönüp kendilerini de vurduğunu, bu sarmalın büyümesine katkıda bulundukça içine düşeceklerini.

Birkaç haftadır İdil Yeter'le uğraşmaktan başka bir şey yapmıyordu, ben esas hareketi nikâhtan sonra yapacağını düşünüyordum ama bu gidişle nikâhın daha da gecikeceğine kanaat getirmiş olmalı ki aksiyon almaya karar verdi. O güzel gözlerin ve iğneli cümlelerin ardında gayet manyak bir kadının olduğunu biliyorduk, gözümüzle de gördük nihayet. Kendi yazıp kendi oynadı ve saldı kendini merdivenden aşağı. Bu hareketle hem kürtajın üstünü örtecek hem de Yeter'in elini kolunu bağlayacak İdil. Ne derece başarılı olacağını göreceğiz.

Bir diğer terk edilen de Yiğit. Sevdiği, örnek aldığı, her şeyi kendisinden öğrendiği abisi tarafından terk edildiğine inanmış, hayalleri yıkılmış, yalnız kalmış. Ferhat'ın içine düştüğü şeye terk etmek denilemez belki, ama Yiğit'in baktığı noktada, onun hissettiklerinin başka bir adı da yok. Ve şimdi etrafında her gün yeni bir olay cereyan ederken Yiğit'in pozisyon almakta zorlanmasını da anlamak zorundayız. Bugün elini uzattığına yarın sırtını dönmek istemediği için belki, önce her şeyi anlayıp, anlamlandırıp sonra harekete geçmeyi düşünüyor olabilir.

Neyse ki onun yanında da Suna var, hem vicdanın hem sevginin hem de sağduyunun sesi olarak. Suna hesaplar yapmayan, yarın her şey başka türlü olursa ben nasıl davranırım diye düşünmeyen, köşe başlarını tutup kendini garantiye almaya çalışmayan, içinden geldiği gibi davranan biri. Hayatın karşısına çıkardıklarıyla savaşmak yerine onlara hayatında yer açan biri. O yüzden de sakin sakin karşılayabiliyor yaşananları ve başkalarının değil söylemeye, düşünmeye bile cesaret edemediği şeyleri doğallıkla söyleyebiliyor, yapabiliyor.

Terk edilmenin acısı belki de en çok Gülsüm'ün içinde. Pek hatırlayamadığı babasının ölümünden sonra iki abisiyle birlikte annesini de kaybetmiş. Yeter'in fiziki varlığının Gülsüm'ü tamamlamaya yetmediği ortada. Sessiz kalmış çoğunlukla ama onun da içinden çok büyük parçalar kopmuş. Anne dediğinde, abi dediğinde yanında kimseyi bulamamışken ayağa kalkmak için bulduğu her eli tutmasında, Cüneyt'e inanmış olmasında şaşılacak bir şey yok. Ama şimdi zile bastığında kapıyı açan, abi dediğinde dönüp bakan biri var. Ne yapacağını bilmese de kaçmaması gerektiğini hisseden bir Yiğit var. Bir de Abidin… Tıpkı Abidin'in onunla evlenmek isteyişinde olduğu gibi, Gülsüm de ona karşı bir şeyler hissetmeye başlamasaydı bile kendisine uzanan o yardım elini yine de tutardı, yeter ki ona bir el uzansın. Ve neyse ki bu kez onu acıtmayacak, terk edip yarım bırakmayacak birinin elini tutuyor. Ah Abidin, sana öyle çok teşekkür borçluyuz ki.

Ferhat'ın da terk edildiğini, 12 yaşında karalara bulanmışken sahiplenilmeyişini, kendisini yine de seven, kollayan bir anne bulamayışını unutmamak gerek. Aslı'nın beklediği karşılıkları, sevdiğini gösteren, değişmek için mücadele eden, iyileşmek isteyen bir Ferhat göremeyişimizin sebebi de bu terk edilmişlik hissi. Ferhat yeniden yaralanmaktan, yeniden yarım bırakılmaktan korkuyor, korkmakta da haksız olduğunu söyleyemeyiz. Ama Aslı'nın da dediği gibi, korkmakla bir yere varılmıyor, korkup kaçan aslında yaşamış olmuyor. Hayatı bir noktada durdurmuş ve sonrasında sürüklenmiş oluyor sadece.

Ve nihayet Ferhat Aslan'ın yaşamayı ya da sadece nefes almayı seçeceği noktaya geldik. Ferhat Aslan ya kaldığı yerden kafalara sıkmaya, racon kesmeye, Namık'ın işlerini görmeye devam edecek ya da Aslı'yı geri getirmek, o yüzüğü yeniden takmak, sevmeyi ve sevilmeyi öğrenmek için kendini aşmayı deneyecek. Azad Baba'ya katılmamak mümkün değil Ferhat, bırak Aslı seni iyileştirsin, sizin hikâyeniz de bizi…

Dokuzuncu bölümde, yaralanan Cem'i ormandaki bir barakaya götürmüştü Ferhat ve Cem içerideyken Aslı ile ateş başında tartışmışlardı. Aslı, Cem'in neden yaralı ve neden orada olduğunu sorgulamış, "O adam benim için canını verir, senin kardeşin seni içeri tıkmak için zaman kolluyor" demişti. Bunun üzerine Ferhat "Ben de kardeşim için canımı veririm," deyince, "İşte bu kadar kötü, bu kadar karanlıksın sen" yanıtını almıştı Aslı'dan. O zaman bu yanıt dikkatimi çekmişti ama tam olarak anlamlandıramamıştım. Bu haftaki tartışmada, "İnsanlar senin gözünün içine bir cümle için bakarken sen nerdeydin?" diye sordu Aslı. Ferhat, öncekine çok benzeyen bir yanıt verdi: "Ben onlar için kendimi ateşe attım." Bu yanıtla birlikte, Aslı'nın bütün öfkesi ve düş kırıklığı anlam kazandı benim için. Çünkü Aslı, Ferhat'ın kendisini, kardeşlerini sevdiğini biliyor ama bilmek yetmiyor. Onlar için canını hiçe sayması ya da kendinden vazgeçmesi elbette değerli, ama onların Ferhat'ın yanlarında olmasına, onun sevgisine ihtiyaçları var. Yoksa Ferhat'ın yaptığını güvenlik görevlisi de yapar. Aslı'nın beklentisi, uzaktan seven değil, yakınlık gösteren, sevgisiyle sarmalayan bir Ferhat.

Aslı için son gece yaşananlar bir anlıktı belki ama birlikte menemen yapmak ömürlük bir andı. Ferhat'ın aklına koyduğunu yapan biri olduğunu bildiğinden, birlikte bir şey yapmak, tarihe bir anı kazımak istedi Aslı. Soğanları doğramayı seçmesi sürpriz değil, başka türlü içinden atamayacaktı yaşlarını. Ve Ayhan'dan boşanma haberini aldıktan sonra kurduğu her cümlenin çift anlamlı olması muazzamdı. Yetmezmiş gibi Ferhat'ın repliklerini ona iade ederek bir ayna da tutmuş oldu Ferhat'a. Aslı'yı en çok bu bölüm sevdim desem yeridir. İşte bunlar, sahalarda görmek istediğimiz hareketler!

Aslı "belki de son yolculuğumuz" diye geçirdi içinden, taş eve giderken. Ben düzelteyim, son yolculuk değil bu yaptığınız, yanındaki adam son yolcu. Kimi aylarca, kimi yıllarca kalırken yaşamca kalacak olan… Zor da olsa…

Aslı'yla Ferhat'ın evliliği formalitedendi, ama bir zorlamayla başlamış, "Hayalini mi yıktık kızım" cümlesiyle mühürlenmişti. Abidinse formaliteden bir evliliği, gerçek bir teklif yapar gibi koydu önümüze. Teklifin kalben gerçekliğini bilsek de, bu konudan söz etmemeye karar veren Abidin'in yine de gözleri doldu, sesi titredi, lafı evirip çevirdi ve epeyce yanlış bir yerden açtı konuyu. Gülsüm'ün o arabadan inmesi, biraz da gerçek sebebin söylenmemesiyle, Abidin'in abi kalmaktaki ısrarıyla ilgiliydi bence.

Aslı'nın Gülsüm'le bebeği alıp babasının evine götürerek korumaya almaya çalışması güzeldi ama o evde muhtemelen dolap tam takırdı, sobayı yakmak mümkün değildi çünkü uzun zamandır kullanılmayan o baca tıkanmış olabilirdi, bekledim ki ufak tefek alışveriş yapılsın, bir elektrikli soba getirilsin. Bir de buz getireyim dedi Gülsüm, nasıl getirecekse.

Cüneyt olaylara maydanoz olmaya çalışıyor tamam da, Namık onu neden muhatap alıyor? Ciddiye alıyorsa neden ona imkânsız bir görev veriyor, ciddiye almıyorsa neden ona hâlâ şans veriyormuş gibi yapıyor? Namık'ı anlayan beri gelip bana da anlatabilir mi lütfen?

Handan hem üvey diye öteleyip hem ailemize leke getirdi diye çemkiriyor Gülsüm ve Yeter'e. Bir karar ver be kadın, onlar aileden mi değil mi?

Ayhan'ın Şahin'in kızı olamayacağını görmenin mutluluğunu yaşıyorum sayın seyirciler, artık şu Şahin konusu bir daha açılmamak üzere kapansa keşke, şahsen ben hiç merak etmiyorum sonrasını. Ayrıca Ayhan'ın annesini öldüren tetikçinin Namık olmasına da çok sevindim. Pek sürpriz olmadı tabii, Azad'ın hikâyesi bir yerden bağlanmalıydı Namık'a. Yeter konusu yetmezdi böyle büyük bir düşmanlık için, çünkü Yeter sevmiş Namık'ı. Arada başka bir mesele daha olmasaydı Azad kendi kendine kurulmuş olurdu Namık'a. Daha büyük bir hikâye geliyor buradan.

Ayhan, annesinin öldürülüşüne tanık olmuş ama Namık'ın yüzünü görmüş mü ben emin olamadım. Ama Ferhat'la tanıştığından beri Namık'ı görmedi Ayhan. Gördüğünde zihninde bir ışık yanar belki, neden olmasın?

Azad'ın, Albina'nın mezarını neden hiç ziyaret etmediğini de çok merak ettim. Katili bulmadıkça bunu hak etmeyeceğini düşünüyor olabilir, ama bununla Ayhan'ı kırdığını görebilseymiş keşke. Öyle ya, Ferhat'ı her gördüğünde derdini şıp diye çözüp en uygun nasihati veren adam bu, kızının derdini görememiş mi?

Azad Baba'nın şu cümlesini anımsatıp bitireyim sözlerimi: "Kuru, dikenli bir dalın üstüne gül konduranın bir bildiği var herhalde." Aşk işini bilir, aşk yolunu bulur. Yeter ki direnme Ferhat, yeter ki yaşamak için de yaşatmak için de kendine bir şans ver. Silip yeniden yazmaya cesaret et.

(Bu yazı ilk olarak 5 Şubat 2018 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: