3 Mayıs 2018 Perşembe

Düşlerle gerçekler ayrı ayrı yaşar*

Siyah Beyaz Aşk 15. bölüm yorumu

Düşlerle gerçekler ayrı ayrı yaşar*

Birkaç haftalık memnuniyetsizliğim bir tanecik fragmanla dağılıvermişti. Haftalardır ilk kez heyecanlandım ana hikâyeye hizmet eden, bütünlüklü, aksiyonu ve duygusu yüksek o ilk fragmanı izlerken. İkinci fragman da aynı derecede güzel olunca tamam dedim, bu hafta, sevgili dizimle mesafeleri kapatacağımız hafta. Öyle de oldu, baştan sona dolu dolu, derli toplu, ne dediği belli, finale adım adım üstüne koyarak yürüyen ve finaldeki acıyı içimize işleyen bir bölüm oldu. Şükürler olsun!

Hani bir arkadaşınız vardır, çok seversiniz, her şeyden sakınırsınız onu, hep iyi olsun istersiniz. Onunla sohbet etmek, zaman geçirmek, bir şeyleri paylaşmak, böylece yılları birlikte geçirmek güzeldir. Sonra bir zaman gelir, bazı konularda ayrı düşersiniz. Sizce o hata yapmaktadır, ona göreyse siz onu anlayamıyorsunuzdur. Tartışırsınız, çatışırsınız, nihayetinde çözemezsiniz dertlerinizi, kopamazsınız birbirinizden ama uzaklaşırsınız ister istemez.

Aslı benim çok yakın arkadaşımmış da onunla bir süre uzak kalmışız gibi bir hismiş bendeki. Geçen haftadan bu yana vardığım sonuç bu. Birbirimizi anlamaya çalışmış ama becerememişiz ve aramıza mesafe koymuşuz gibi. Oysa anlamak da yeterli değil aslında, hissetmek ve hak vermek de eklenmeli anlamaya. Şimdi ben Aslı'yı seviyorum, onun içinde bulunduğu cendereyi anlıyor, sıkışmışlığını içimde duyabiliyorum, fakat şu anda durduğu yerle ilgili bazı sıkıntılarım var. Yine de bu, benim onu sevmeme ve anlamaya çalışmama engel olmamalı daha fazla. Şimdi o mesafeyi kapatmak, Aslı'yı aramak ve karşılıklı bir kahve içmeye çağırmak istiyorum. Ebru'ya, onun arkadaşlığına çok laf ettim ama benzeri bir şeyi ben de yapmışım aslında, şimdi bunu telafi etmek istiyorum.

Evet, Aslı'yı anlamak zor, çok zor, ama bu, yanında olmak, hikâyesine tanıklık etmek istememe engel değil. Ben ne kadar kızarsam kızayım ve bu kızgınlığımda ne kadar haklı olursam olayım bu Aslı'nın hayatı, nasıl yaşamak istiyorsa öyle yaşar. Canı acıyacak, biliyorum, çok üzülecek, defalarca dibe vuracak, evet, ama bana düşen -onu çekip almaya gücüm yetse bile bunu yapmak haddim olmadığı için- onun yanında olmak, ona sarılmak, düştüğünde elimi uzatmak, yarasına pansuman yapmak, hiçbir şey yapamıyorsam da oturup onunla ağlamaktır.

Aslı, kendisini anlamayan ya da akıl vermekte direten ben gibilere yanıtını net olarak verdi bu hafta: "Hastasın sen Ferhat, ama ben de doktorum, yeminim var, iyileştiririm." Aslı gibi biri, böyle körkütük âşık olmasaydı da bu hikâyede kendine bir yer edinmeye, hastaları tek tek iyileştirmeye çalışırdı, bunu da unutmamamız lazım.

Ayhan'la ani yakınlaşması, Aslı'nın hem bir dost eline ne kadar çok ihtiyacı olduğunun, hem de yaşadıklarından hiç ders almadığının göstergesi. Aslı insanlara kolay güvenen, hemen alışan, çabucak ısınan biri. İnsanı tedirgin eden bir saflığa sahip hâlâ. Daha birkaç gün önce en yakınım dediği kişi alnına silahı dayadı, üstelik tetiği de çekti, ama bunlar hiç yaşanmamış gibi Aslı bugün Ayhan'la canciğer dost oldu, fırsat olsa her şeyi de anlatacaktı.

Tamam, ben, bizler uzanıp sarılamıyoruz sana Aslıcığım, ama bak Suna var orada, seninle benzer sınavlardan geçiyor üstelik, onunla paylaşabilirsin aşkını da derdini de, ne gerek var dış kapının mandalını hikâyene ortak etmeye? Hiç kuşkulanasım olmasa, sırf bu ani yakınlık nedeniyle bile bir açığını arardım Ayhan'ın, öyle tuhaf görünüyor bu ikili. Belli ki Ayhan ileride dert olacak başımıza. Aşk üçgeni oluşturarak dert olabileceğini sanmıyorum -zira Ayhan'ın Ferhat'a âşık olması aşk üçgeni için yeterli değil, üçgen için Ferhat'ın da Ayhan'a meyletmesi gerekir- herhalde Aslı'yla yakınlık kurarak örecek çorabı başımıza.

Aslı'yı en çok Ferhat'a yapması gerekenleri söylerken seviyorum. Benim tanıdığım, sevdiğim, güvendiğim, yolculuğuna eşlik etmek istediğim Aslı o anlarda gün yüzüne çıkıyor. Tıpkı Özgür, Ferhat'ın yatağında ateşler içinde yatarken onu yeğeninin yanına gitmeye ikna etmesi gibi, Gülsüm konusunda da Ferhat'ın karşısında dimdik durdu, içinden geçen ne varsa hiç sakınmadan söyledi ve Ferhat'ın bu konuda herhangi bir şekilde eyleme geçmesine engel oldu Aslı. Aslı böyle kararlı durup geri adım atmadığı zaman Ferhat onunla pek diyaloğa girmiyor ama kendi aklından geçeni de yapmıyor en azından. Ferhat'ta kalıcı bir değişim yaratır mı bilmem ama ben keyifle izliyorum bu sahneleri.

Zor bir hafta oldu Ferhat için, gelen vurdu, giden vurdu… Aslı, Yeter, Yiğit, Namık, Abidin ve hatta Cem. Ve bütün bu savaşlardan yenik çıktı Ferhat. Üzüldüm diyemem, imkânım olsa birkaç laf da ben ederdim belki. Bir tek İdil söyledi gerçeği Ferhat'ın yüzüne, ama onun da etkisi bir yere kadar. Ferhat'ın aklında bir soru işareti kaldı, cevabını bulmak için herkesi de kurcaladı ama istediğine ulaşamadı. Böyle böyle bozulur işte Ferhat Aslan'ın ayarları.

Yeter, Namık, Aslı ve Yiğit, Namık'ı Yeter'in vurduğu gerçeğini sakladılar Ferhat'tan, Yiğit haricindekilerin sebebi belli, daha acı bir gerçeği saklıyorlar ondan. Yiğit'in sebebi, Suna'nın dediği gibi Ferhat'ı sessizliğiyle öldürmek değil, ama sessizliği bir cezalandırma taktiği olarak kullandığı da yalan değil.

Aslı her fırsatta sorular koyuyor Ferhat'ın kucağına, cevap alamadıkça yaralanıyor, yaralandıkça da görmez oluyor Ferhat'ı da yaraladığını. Ateşe Aslı'dan önce düşmüş ve bunu Aslı'dan önce kabullenmiş olduğu için Ferhat, şu an olanları ve gelecekte olabilecekleri çok önceden görebilmişti. Bu yüzden de uzak durmaya çalışıyordu. Kendi kendine sırtını dönmek isteyecek kadar da ileri gitmişti. Gelgelelim Aslı'nın sorularının bir de mıknatıs etkisi var, sorular çoğaldıkça çekim kuvveti artıyor ve Ferhat'ın kelimelere kapalı dudakları öpücüklere açılıveriyor…

Aslı yine de pes etmiyor, cevaplarını alacak, karayı ağartacak, hastayı iyileştirecek, çirkin canavarı güzelleştirecek, kurbağayı prense dönüştürecek. Bu hikâyede neyi var neyi yoksa kaybetti ama yine de umudu var. Aşka düşenin umuda tutunmaktan başka çaresi yoktur çünkü.

Benim birkaç haftadır söylediklerimi Ferhat da iki cümleye sığdırıp çarpıverdi Aslı'nın suratına: "40 yıllık kurbağa, öptün diye prens olmaz. Olmaz yani..." Ferhat haklı, değil Ferhat gibi köşesi, pürüzü bol bir karakter, dünyanın en mülayim adamı da bir öpücükle, birkaç günlük yakınlıkla törpülenip prense dönüşmez, dönüşemez. Ferhat haklı, ama unuttuğu bir şeyler var. Daha ilk bölümde, hakkında pek de bir şey bilmediği Aslı'ya, birkaç parça kıyafetini ve okuması için bir kitabını (Prens Prensesi Sevmedi) getirmiş ve şöyle demişti: "Kitaplarda aradığına göre seninki beyaz atlı prens değil!" Yani, kendisi bir prens değil, tamam, ama Aslı'nın da bir prens aramadığını daha ilk günden biliyordu Ferhat. Dahası, Ferhat da öpülünce prense dönüşebilmeyi isterdi, ama medeni cesareti yok, kimse de aksini söyleyemez. Başka masallar da biliyormuş ama o tek bir masalı seviyor, nedeni basit: o masalda yer alabilmek için Ferhat'ın prense dönüşmesi gerekmiyor, kendi olması yeterli. Olduğu gibi, çirkin haliyle de o güzel kıza kavuşabiliyor, hiçbir şey yapmadan da çirkinliğinden kurtulabiliyor.

Ferhat aşkıyla sınandı, annesiyle sınandı ve kardeşiyle sınandı. Aslında Ferhat'ı pek de ilgilendirmeyen bir konu, geldi hayatının merkezi problemi oluverdi bir anda. Gülsüm yetişkin bir kadın. Kendi rızasıyla bir ilişki yaşadı ve hamile kaldı. Bunun hesabını hiç kimseye vermek zorunda değil. Böyle bir durumla karşılaşan bir abi, kardeşinin âşık olduğunda mutluluğunu, terk edildiğinde acısını kendisiyle paylaşmadığı için kızabilir, kırılabilir kardeşine; ama hiçbir şekilde bunun hesabını soramaz. Bunu Ferhat'a yapılmış bir yanlış, işlenmiş bir suç gibi göstermenin anlamı yok. Dolayısıyla Gülsüm'ün kafasına sıkmayan Ferhat'ı alkışlayacak ve onun Gülsüm'ü affetmesini bekleyecek bir durum da yok. O silahı ateşleyemedi ama kardeşine sarılmayı da beceremedi. Ferhat kardeşiyle sınavında da başarısız oldu maalesef.

Kardeşin sen katil olma diye canından vazgeçti, sen şimdi öfkenden vazgeçemiyor musun, diye sordu Abidin Ferhat'a. Pek çok diğer soru gibi bunu da yanıtsız bıraktı Ferhat. Ferhat'ın bu suskun hallerini anlamıyor değilim, bunca yıl inandığı, ezber ettiği ne varsa sorgulanıyor, sınanıyor, alaşağı ediliyor birer birer, böyle bir durumla baş etmek kolay değil. Ama Ferhat'ın tüm bu olanlardan ders aldığını ya da kendi kendini sorguladığını görmüyoruz hiç. Sadece, sürekli çapraz ateşte kaldığı için harekete geçmekte, ezberindekileri eyleme dökmekte biraz daha temkinli davranıyor gibi şimdilik.

Ferhat'ın kimseyi vurmadığı bir bölüm oldu yine de, buna da şükür, buna da…

Abidin'e hayranlığım her geçen gün daha da büyüyor, derinleşiyor. Gülsüm'ü koşulsuz sevmesi, bebeği koşulsuz kabul etmesi, Ferhat'ın karşısında, namlunun ucunda bir an bile tereddüt etmeden dimdik durması çok önemli, çok değerli. Başta dizideki tüm karakterler olmak üzere bu toplumdaki herkesin ondan öğrenecek çok şeyi var.

Ferhat'ın karşısında Gülsüm'ü, ölümün karşısında gözyaşları içinde yaşamı savunuşu şahaneydi ama, ben annesiyle konuştuğu sahneyi daha çok sevdim, yanında olup alkış tutmak istedim söylediklerine. Handan kör bir iktidar tutkusuyla hareket ediyor ve geçtiği yolda neleri devirdiğini, neleri ezdiğini ve neleri kaybettiğini göremiyor. Abla olduğunu, teyze olduğunu, hatta anne olduğunu koymuş bir kenara, yalnızca kibrini giyinmiş üstüne, doludizgin koşuyor. Tıpkı Ferhat gibi, Handan'ın da sırtındaki içi boş sandıklardan kurtulmaya ihtiyacı var.

Handan karşısında Abidin sadece Gülsüm'ü savunup bebeği sahiplenmedi, anne ve baba olmakla ilgili çok sağlam dersler de verdi, tabii anlayana, anlamaya hevesi olana. O kısacık sahnede saatlerce, günlerce konuşulacak kadar hikâye var: Annelik ve babalık, bir bebeğin dünyaya gelişine vesile olmakla mı olur yoksa sevmeyi bilmekle mi? Geçmişin yükünü çocuğunun sırtına yükleyen mi yoksa çocuğuna sarılıp geleceğe bakan mı iyi ebeveyn olur?

Bunları söyledikten sonra, kendi korkularına yenilip, ufacık çocuğuna merhamet etmeyip intihara kalkışan Gülsüm'ün anneliğini de sorgulamak zorundayım. Abilerinin anne diyemediği bir annesi, insanlığını nerede bıraktığı belli olmayan bir teyzesi var, önünde iyi örnek de yok, farkındayım, ama kendi yaşadıklarını oğluna yaşatmamak için de çabalaması gerekiyor Gülsüm'ün, kaçmak gibi bir seçenek yok. Orada ne kadar kalırlar bilemiyorum ama Suna yengesinden bir şeyler öğrenir belki anneliğe dair.

Cem'i de bir süre Abidin'in yanına çırak olarak verelim diyorum, insanlık öğrensin, üslup edinsin, korumak, kollamak, ihtimam göstermek nasıl olur bir görsün. Öyle bir Aslı'ya bir Ferhat'a gidip saçma sapan konuşarak bir yere varamayacağını, birbirlerini sevmeyen insanları bile bu şekilde ayıramayacağını ve her şeyden önce gidip kendi hatalarıyla, eksiklikleriyle yüzlemesi gerektiğini öğrensin.

Suna'nın Yiğit'e "Benim sevdiğim adam bu mu?" dediği an, Suna'yı neden sevdiğimi bir kez daha hatırlattı bana. Suna merhametli ve hakkaniyetli biri. Dizide bir Abidin'in bir de Suna'nın sahip olduğu, ender bulunan özellikler bunlar. Ve her ikisinin de yaşanan her şeye rağmen, herkesi kucaklayabilmesinin sebebi de bu. Bir de, Aslı'nın kendi kendine böyle bir soruyu soramıyor olmasının acısını duydum içimde. Aslı bu cümleyi kursa, 'sevme o zaman doktor' yanıtını alacağını bilmenin acısını duydum.

Bölüm boyunca Aslı'dan sürekli acı gerçekleri duyan, Azad Baba'dan gardiyanların mahkumiyetini dinleyen, Cem'in Aslı'yı ikna edemeyip kendisine geldiğini bilen Ferhat, sonunda yalan evliliğini bitirmeye karar verdi. "Gerçekleri duymaya tahammül edemeyenler yalanları hak ederler"di çünkü ve Ferhat artık gerçeklerle haşır neşir olmak istiyordu.

Boşanma konusuna ufacık bir itirazım bile olmaz. Hiç yapılmaması gereken bir evlilikti zaten, bitsin gitsin ve lütfen, ama lütfen, Aslı hamile olmasın. Boşanmaya itiraz etmem ve ondan sonrasını görmek isterim. Başhekime bile diklenen, Aslı'nın iş arkadaşlarından rahatsız olan Ferhat'ın, Aslı'nın yanında birilerini gördükçe kafasını duvarlara vurduğunu görmek isterim (Aslı'nın yanında gördüğü adamların kafasını değil, kendi kafasını). Hayatına, hayat kurtarmaya devam eden Aslı'nın iyileştirmeye başladığı yaraların yeniden kanamaya başladığını görmek isterim. Boşansınlar ve sıfırdan başlayan bir ilişki görelim isterim.

Geçen bölümün sonundaki sahne, zamandan çalınmış bir andı demek ki. Saat farkının yok olduğu o mucizevi anda bir kez daha kaçamamışlardı aşktan, ama nasılsa sonra yine ayrılık gelecekti, değil mi? O sahneler hayal değildi, beklentilerimiz de hayal olup kalmasın o zaman. Aslı'yı korumak, kurtarmak için boşanmayı düşünen Ferhat, sürüne sürüne dönsün o yollardan, Aslı'nın kapısında yatsın, yağmurlarda kalsın da bir tas su vereni olmasın, olmaz mı?

Ben de sizin kadar görüyorum gerçekleri, düşlerle gerçekler ayrı ayrı yaşar*, biliyorum, ama Ferhat'ın bütün bunları hak ettiğini, Aslı'nın da bizim de bunları görmeye ihtiyacımız olduğunu da biliyorum.

*Bölümün acı sonuna pek yakışan Sezen Aksu şarkısı, Biliyorsun.

(Bu yazı ilk olarak 29 Ocak 2018 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: