3 Mayıs 2018 Perşembe

Çirkinsin Ferhat Aslan

Siyah Beyaz Aşk 14. bölüm yorumu

İçeride olmasına üzüldüğü, o içerideyken emanetine sahip çıkmak uğruna kendi değerlerini hiçe saydığı abisine, çıkar çıkmaz ilk söylediği şey bu oldu Yiğit'in: Çirkinsin Ferhat Aslan. Bu, Ferhat için bile yeni bir bilgi değil. O en baştan beri biliyordu renginin kapkara olduğunu. Aslı bunu bir bataklık, bir karanlık olarak tanımladığında da itiraz etmemiş, hatta epeyce de benimsemişti. Çirkinliği de öpüp başına koymuştu zaten, masalı duyduğundan beri. O tek bir masal biliyor ve tek bir masal seviyor artık, güzel kızın çirkin canavara âşık olduğu, aşkıyla onu dönüştürdüğü masalı…

Ama benim ona çirkin deme sebebim bunlar değil. Ferhat baştan beri kabaydı, anlayışsızdı, karanlık ve kötüydü ama hakkaniyetli bir yanı da vardı. Sömürülen çocuk işçilere patronun vermediği paraları vermişti mesela. Cem'e iftira atan kişiyi bulup konuşturmuştu. Sevgilisine şiddet uygulayan adamı bir güzel benzetmişti. Ve bütün bunları yapan adam, başhekimin odasına dalıp ayar verebilirdi belki, ama böyle ensesine yapışıp gözlerini belerte belerte tehdit ederek değil, ince ince lafını söyleyerek yapardı. Ya da başhekimle muhatap olmak yerine gidip Namık'a hesap sorardı, Aslı'nın yaptığı gibi.

Çirkinsin Ferhat Aslan ve her geçen gün daha da çirkinleşiyorsun, biz senin içindeki güzelliği keşfetmeyi umarken. Kendinden kaçtıkça herkesten, hatta insanlıktan uzaklaşıyor, daha da çirkinleşiyorsun. Bak Azad Baba da söyledi sana, yeter ki kendinle savaşma, dağı da delersin, çölü de aşarsın dedi. Oysa sen kendinden kaçarken tozu dumana katıyor ve arkana dönüp bakmadığın için o dumanda kimlerin boğulduğunu göremiyorsun. Azad'dan öğrendiğini Aslı'ya satabildiğine, kendinle savaşma yenilirsin diyebildiğine göre durumu anlamamış değilsin, her zamanki gibi anlamak işine gelmiyor.

Ferhat'ın Aslı'yı ilk öpüşünün karşılığı oldukça sert olmuştu, Aslı belki de hayatının dersini vermişti Ferhat'a. Ve Ferhat'ın ağzından duyduğumuz tek özür de onun ardından gelmişti. Gerçek bir özür sayılmazdı belki, ancak "kusura bakma" diyebilmişti Ferhat, ama bu bile onun için büyük bir adımdı.

O günden sonra Ferhat yanıp kül olsa bile Aslı bir adım atmadan ona yaklaşamayacağını düşünmüştüm. Hatta öpmeye ilk davrananın da Aslı olacağını. Olaylar hiç öyle gelişmedi. Ama çok geçmeden, "bir daha bana sakın dokunma" dedirtmeyi başardı Aslı'ya. Bunun da üzerine yine öpmeye ilk davranan kişinin Ferhat olamayacağını düşünüyorum. N'olur o son sahne hayal olsun.

Hayal olsun, çünkü konuşmaları gereken her durumda öpüşen bir çift görmek istemiyorum. Hiç öpüşmeyen bir çift olmalarına zinhar itirazım olmaz, yeter ki hiç konuşmayan bir çift olmasınlar, yeter ki öpüşme gibi güzel bir eyleme tıkaç muamelesi yapmasınlar.

Ferhat, içinde 'seni seviyorum' geçen bir cümle kuracaksa, tam da oradaki gibi bir çırpıda, kaçamak bir anda, başına sonuna işteler, yaniler ekleyerek söyler, buna hiç itirazım yok. Ama bütün o yaşananların ardından sevdiğini söylemesi, hemen ardından öpmesini gerektirmez. Tam aksine, söylediklerinin nasıl karşılanacağını görmek ister, yanıtını bekler. Seni seviyorum lafının karşılığı bir öpücük olabilir, ama devamı bir öpücük olmamalı.

Bir insanın sevdiğini söylemesinin sayısız yolu var ve herkesin bunu duymak isteyeceği durum bambaşkadır. Ben şöyle olmalıydı ya da neden böyle olmadı demeye çalışmıyorum. Ferhat'tan romantik hareketler bekliyor değilim, zaten romantizm denilen şey de son derece özeldir, o ana ve o kişilere bağlıdır. Televizyonda bize romantik diye sunulan sahnelerin çoğuna gülüyorum ben mesela. Benim beklentim, kısacık da olsa, az sözcükle de olsa konuşabilen, birbirini anlayan ve bu karşılıklı anlaşmanın bir sonucu olarak yakınlaşan bir çift görmek.

Kolye takma sahnesi de çok gereksizdi bence. O kadar tartışma, git gel yaşanmış, Aslı Hanım hâlâ Ferhat'tan yardım istiyor, hem de ne için, kolye için. Takmayıver, ne olacak? Ferhat da bir tuhaf, ne kolyesi kızım, o da eksik olsun, demesi beklenen bir karakter, ama hemen el atıyor olaya. İlişkiye bakın, bir kere fermuarını çekti, bir kere kolyesini taktı, birkaç kez ölümden döndüler, bir de seviştiler. Bütün paylaşım bu.

Eğer hayal değilse o sahne, Aslı'nın "benden ne istiyorsun" sorusuna her seferinde öpücükle karşılık veren bir Ferhat izliyor olacağız. Bu da sevişmelerinin ardından söylediklerimi yinelememi gerektirecek. Bundan sonra asla konuşmayan, her sıkıştığında öpüşmeye sığınan bir Ferhat'ımız olacak. Siz belki memnunsunuzdur ama ben değilim, bize vaat edilen hikâye bu değil.

Bu nedenle bütün dünya saatlerinin akşam 9'da buluştuğu o sahnenin bir hayal olduğunu, kendisinden kaçmaması gerektiğini, çünkü sevdanın hayatın çaresi olduğunu öğrenen Ferhat'ın hayali olmasını diliyorum.

Aslı ve Ferhat'ın öpüşmesiyle bir derdim yok, Yiğit ve Suna'nın öpüşmemesiyle bir derdim olabilir ama. Aralarında demir parmaklıklar varken karşılıklı ağlaşan ve sevgi sözcükleri söyleyen bir çift var. Peki bu çift, Yiğit eve döndüğünde neden öpüşmedi acaba?

Hikâyede çok fazla boşluk, çok fazla hata var ve ben gerçekten çok yoruldum bunları konuşmaktan. Şahin'in kızının Ebru olamayacağını, çünkü yaşının tutmadığını söylemiştim haftalar önce. Ama bir hatadır olmuş deyip devam etmiştim izlemeye. Şimdi aniden, tam da Ebru'dan kurtulmuşken benim söylediğim ne varsa söyleyip konuyu yine Şahin'in kızına getirdiler. Kimse kusura bakmasın ama ben buna twist diyemeyeceğim. Alenen hata yapıldı ve şimdi hem onu toparlamaya hem de oradan yeni bir hikâye çıkarmaya çalışıyorlar, benim gördüğüm bu. Üstelik hiç kimsenin Ebru'nun aslında kim olduğuyla ya da Şahin'in esas kızıyla ilgilendiğini de sanmıyorum. O kızın Ayhan çıkması da akla ilk gelen şey olur, umarım böyle bir kısa devre yaptırmazlar hikâyeye.

Ayrıca Şahin'le buluşmaya giderken Namık çok emindi Ebru'nun Şahin'in kızı olduğundan, hatta elinde DNA testi bile vardı, n'oldu o iş? Zaten Ebru'yu yanına alma, okutma sebebi de buydu. Bunu da Namık'ın salaklığına mı bağlayalım şimdi?

Dizinin başında Ebru ve Aslı çok iyi arkadaştı. Evet Ebru baştan beri biraz salaktı (Yiğit'in "o kız toka bile takamaz" cümlesini hatırlasak bile yeter) ama Aslı ile bir derdi olduğunu gösterecek hiçbir şey yoktu. Zaten Şahin'in kızı olduğunu baştan beri biliyor olsa bile Ferhat Şahin'i vurana kadar Ebru'nun meselesinin Aslı ile bir ilgisi yoktu, Aslı çok sonra dâhil olmuştu bu hikâyeye.

Tamam, arada senarist değişti, yeni senarist başka bir yolda yürümek istedi, eyvallah, ama seyirci bunu takip etmek zorunda değil. Senaryoyu kim yazıyor olursa olsun, seyirci tutarlılık bekler. Başka türlü karakterleri anlamamız mümkün değil. Bu nedenle de "baştan beri oyun oynadım sana" diyebiliyorsa Ebru, bunun ardındaki hikâyenin de bize anlatılması gerekir. Senarist değişti diye ben neden sorularımdan vazgeçiyorum ki?

Vildan'ın Ferhat'a takıntılı olması konusuna da geri dönüverdik birdenbire. İlk bölümlerde Ferhat'a takıntılıydı Vildan, aniden bunu unutmuştu sonra. İçkiyi bırakmaya, evliliğine tutunmaya, yeni bir başlangıç yapmaya pek hevesliydi. Hatta Aslı'yla yakınlık kurmayı bile denemişti ve ben Vildan'ın samimiyetine yüzde yüz inanmıştım. Şimdi Vildan da fabrika ayarlarına döndü anlamadığım bir şekilde.

Vildan'ın Ferhat'ta gözü olduğunu baştan beri biliyoruz ama saplantılı bir âşığın hikâyesi gibi sunulmamıştı bu konu. O nedenle değişme çabasına destek bulamadığı için eski haline döndü de diyemeyiz. Eski Vildan uzaktan laf atardı belki ama Ferhat'ın yanına sokulmaya çalışmazdı. Bir de, Vildan'ın aklından geçenleri Ferhat'ın bildiğine dair bir şey de görmemiştik hiç. Ama bu bölümde Ferhat bunları biliyor gibiydi.

Vildan madem bu kadar saplantılı ve madem Ferhat'a yaklaşmaya cüret edecek kadar karartmış gözünü, neden Cüneyt'i Ferhat'a değil de Namık'a ispiyonladı? Neden "odana çık" diyen Ferhat'a "sen neden karının yanında değil de burada, kanepede yatıyorsun" diyemedi?

Aslı'nın yaptığı ameliyatta ölen adamla ilgili de benzer bir durum vardı, 5 yıl önce o ameliyatı yapan uzmanın Aslı olma olasılığı yoktu, bir sonraki bölümde 3 yıl denmişti, en son yine 5'te kalmıştık. Bakalım o konuya da dönülecek mi yeniden.

Azad'ın Şahin'in intikamını almaya gelmiş olması da başka bir kısa devre olur. Klişelerden, akla ilk gelen şeylerden beslenmemesini de seviyoruz bu hikâyenin, dilerim oradan yürümezler.

Ayrıca ben Azad Baba'yı gerçekten sevdim. Sahnelere zorla yerleştirilmiş gibi durmayan hikâyelerini, bir bakışta Ferhat'ı çözümleyebilmesini, Namık'ın ağzına hiç yakışmayan "evlat" sözcüğünü bütünüyle içten ve müşfik bir tavırla söylemesini, bu haliyle kimselere güvenmeyen Ferhat'ın ona birkaç günde ısınabilmesini çok sevdim. Azad'ın başka bir planı olmasına, esas yüzünü henüz göstermemiş olmasına ve ileride bir gün Ferhat'ı gafil avlamak için fırsat kolluyor olmasına lafım olmaz. Yeter ki konu Şahin'e ya da Ebru'ya bağlanmasın.

Gözaltında olmak Yiğit'e çok ağır geldi doğal olarak. Ama oraya nasıl ve ne sebeple girdiğini unutmuş gibiydi bu hafta. Geçen hafta havalı havalı laflar söylüyordu abisine, emanetin çok kıymetliydi diye, şimdi yaşananların suçlusu Ferhat'mış da kendisi onun yerine ceza çekiyormuş gibi konuşmaya başladı. Ferhat'ın kendisini kurtarmak istemesi canını acıttı Yiğit'in, çünkü onun yanlış yollara sapacağını düşündü. "Ne pahasına olursa olsun seni çıkaracağım" cümlesini böyle anlaması da çok doğal. Ama Ferhat'a olan öfkesini nezarethanede görevli olan memurdan çıkarması ona hiç yakışmadı. O anlarda Yiğit, o övündüğü Berber Necdet'in oğlu değil, uzağında durmaya çalıştığı Ferhat Aslan'ın kardeşi gibi davrandı, hiç hoş değildi.

Yiğit, ailesini Ferhat'a emanet etmemekte haklıydı. Suna ve Özgür'ün korunmaya, kollanmaya ihtiyaçları yok, o ayrı mesele. Ama Ferhat'ın emanetleri hor kullandığı, sözünde duramadığı doğru. Yiğit öfkesini Ferhat'tan çıkardıkça ben de biraz olsun rahatladım. Şu dizide Ferhat'a hak ettiği gibi davranan tek insan Yiğit çünkü.

Yiğit'in öfkesine karşılık Ferhat sağduyuluydu bu sefer. Önce kardeşini sakinleştirdi, sonra da Ayhan'dan yardım istedi. Çünkü Ferhat kardeşini gerçekten çok iyi tanıyor, onu dışarı çıkmak için yasal bir yol bulmak zorunda olduğunu biliyor. Bu nedenle başkalarını değil, Ayhan'ı aradı ve kardeşini kurtarmayı başardı.

Vildan mutsuz, Vildan çökmüş, Vildan umutsuz. Ve ne zaman kendisine nefes almak için bir alan açmaya çalışsa karşısında annesini buluyor. "Sevmek şart mıymış? Hangi koca karısını sevmiş ki?" dedi Handan. Bakın burada Vildan'ın kocasını sevip sevmemesinin lafı bile edilmiyor. Handan Hanım'ın düzeni, zamanında yaptığı ayar bozulmasın, önemli olan tek şey o. Sevmeyebilirsin, sevilmeyebilirsin, mutsuzluğunu kendi içinde yaşa, hatta bir çocuk daha yap, daha daha mutsuz ol, ama yeter ki annenin iktidarına gölge düşürme. Ne alakaysa? Merak ediyorum, Handan acaba hayatı boyunca birini sevmiş mi.

Yazık ki Handan münferit bir örnek değil. Bu toplumda, evliliğinde mutsuz olan pek çok kadın, ayrılmayı düşündüğünde ailesinden ve yakın çevresinden buna benzer tepkiler alıyor. Mutsuzluktan ölebilirsin ama sakın ha boşanma deniyor onlara. Yazık ki büyük çoğunluğu da ayrılamıyor bu yüzden. Ve hatta Handan'ın dediği gibi bir çocuk, bir çocuk daha yapıyor ve onların da mutsuzluğuna sebep oluyorlar. Dilerim Handan ve onun gibi düşünenlere sağlam bir yanıt verilir ilerleyen zamanda. Benim hâlâ umudum var Vildan'dan, telefondan sildiği videonun sonsuza dek yok olduğuna inanıyor olsa bile.

Handan'ın Vildan'la uğraşası yok, onun esas derdi Abidin. Kendi aklınca veliaht prens payesi verdiği biricik oğlu. Ne mutlu bize ki Abidin'in böyle hesaplarla işi yok, annesinin hayallerindeki şeylere kıymet vermiyor, içinden, kalbinden geçeni yapıyor sadece. Başlarda bu fikri sevmemiştim ama şimdi Abidin'le Gülsüm yan yana geldiğinde onların yüzünde güller açarken benim de içimde çiçekler açıyor. Handan kuşkularında yanılmadığının farkında ve gerçeği keşfettiğinde kıyamet kopabilir. Bakalım Vildan'ın mutsuzluğunun üzerini örtmeye çalışan Handan, Abidin'in mutluluğunu bozacak mı? Bu da soru mu, tabii ki bozacak. Peki kıyamet bu konuda kopabiliyorsa Vildan için neden kopmuyor? Çifte standart annenin iki çocuğu arasında bile olabiliyor işte böyle, maalesef.

Düşündüm de, Namık'ı kimin vurduğu hiç umurumda değil. Ölmedi zaten, kurtulamadık da. Seçenekleri değerlendirdiğimde vuran Cüneyt olamaz diye düşünüyorum. Tamam, biraz eksik akıllı ama, Namık'a silah çektiğinde öldürmesi gerektiğini, yoksa kendisinin öleceğini bilir Cüneyt. Yeter'in büyük ve ısrarla deşilen bir yarası var ve düğüne hazırlıklı gelmiş olabileceğini de biliyoruz. Kafası da güzel, tetiği çekmeye uygun bir durumda. Bir de Azad var, en son, damadın yanına gitmek istediğini söyleyip çıkmıştı kadrajdan. Namık'la bir sorunu var mı henüz bilmiyoruz, ama bölüm boyunca Ferhat'tan sakladığı bir şeyler olduğunu hissettirip durdular. Azad olay esnasında hapiste olduğu için (!) suçu ona atmak da mümkün olmayacağından onun vurmuş olması pek de mantıksız gelmiyor. Tabii bunlar bizim bildiklerimiz, belki de sürpriz bir failimiz vardır.

"Hayatta kalmak istiyorsan yakınımda dur doktor, yaşamak istiyorsan da uzak dur." Ferhat'ın bu cümlesi bölüm boyunca kurcaladı aklımızı. Hatırlarsınız, 'Henüz ölmediği için yaşadığını sanan milyonlarca insandan biriydi' Aslı. Ben Ferhat'ın bu cümlesini Aslı'nın o silinen mesajına bir gönderme gibi algıladım. Derdin sadece nefes almaksa yakınımda dur, ama gerçekten yaşamak istiyorsan uzakta dur, ben bir bataklığım ve seni de boğarım, dedi bence. Aslı bunu ya anlamadı ya da anlamak işine gelmedi, zira onun hiçbir yere gidesi yok. Eh, biz de gitmesini istemiyoruz zaten. Ama yaşamasını da istiyoruz. Ferhat'ın son sahnede söylediği gibi, bu bir kördüğüm. Çözüm yolu da Ferhat'ı dönüştürmekten geçiyor.

Kördüğüm denince benim zihnimde, kalbimde başka ışıklar da yandı tabii. Malum, İbrahim Çelikkol'un bir önceki dizisinin adıydı Kördüğüm ve ben o yolculuğa da haftalar boyunca eşlik etmiştim yazılarımla. Muhtemelen o sözcük bu tür bir gönderme niyeti taşımıyordu ama ben öyleymiş gibi aldım, kabul ettim, yazana ve söyleyene teşekkür ederim.

(Bu yazı ilk olarak 22 Ocak 2018 tarihinde Ranini.tv'de yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: